Roma coğrafyasında özellikle de Anadolu’da adı “Herakleia” olan çok sayıda kent bulunmaktadır. Bir Dor kahramanı olan “Herakles” adına kurulan bu şehirler, “Herakles Yurdu” anlamına gelmektedir. Ancak günümüz Marmaraereğlisi’ne “Herakleia” adının Roma İmparatoru Herakleios’a (610-641) atfen verildiği ileri sürülmektedir.
Kapadokya doğumlu Herakleios, Roma’nın Afrika Eyaleti valisinin oğludur. Babası tarafından devleti İmparator Phokas’ın terör ve beceriksiz yönetiminden kurtarmak amacıyla donattığı ordunun başında 610 yılı başlarında Konstantinopolis’e gelir. İmparator Phokas’ın öldürülmesiyle 5 Ekim 610 günü imparator ilan edilir. Uzun bir süredir iç çekişmeler yüzünden hasar gören imparatorluk yönetimine çekidüzen verir. Güneyde Persler, Trakya’da ise Avarlar imparatorluğu tehdit eden akınlar yapmakta bazı bölgeleri işgal etmektedirler. 617 veya 619 yılında İmparator Heraklios, Perinthos şehrinde onlarla buluşur, kendisini esir almak isteyen
Molla Câmî’nin belirttiği gibi “Baharistan”ın bahçelerinde dolaşmak, her çiçeğin kokusunu duymak gerekir. Geçmişte bu tür kitaplar öncelikle eğitim ve yöneticilerin gerçeklerin farkına varması için yazılırdı. Küçük yaşta bu hikâyelerle eğitilen insanların hayat boyu ahlaklı ve adil olması sağlanmaya çalışılırdı
Danışukcun yoğ ise iy âkil Çıkarup tâcını müşâvere kıl.
Yoksa şahım danışacak kimsen, Tacını çıkar da ona danış sen.
7 Kasım 1414 günü Horasan’ın Câm şehrinin Harcird kasabasında dünyaya gelen Ahmed b. Muhammed Râzî, daha çok Molla Câmî ünvanıyla tanınır. Molla Câmî ilk eğitimine babasının yanında başlar. Babası Herat’a gidip Nizâmiye Medresesi’nde Hoca olunca da eğitimini bu medresede sürdürür. Arap dili edebiyatına ait temel eserler üzerinde yoğunlaşır. Daha sonra Semerkant’a giderek dokuz yıl boyunca Kadızâde-i Rûmî’nin matematik derslerine katılır. Genç yaşında
Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında, yaşadığımız topraklar üzerinde var olan kültürün gelecek oluşturmak üzere kullanılması, bunun için araştırma yapılması gerektiğinden söz eder. Toplumda var olan eski inançlar yok olmazlar, yeni inanca uygun bir şekilde değişikliğe uğrar, kimi zaman bir oyun, kimi zaman da bir hikâye olarak varlıklarını sürdürürler
"İlkçağda Yunan denilen varlıkla Akdeniz çevresindeki uygarlık topluluğuna bir yenilik gelmiş olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu olaya XIX. yüzyılda bir ad da takıldı, Yunan mucizesi dendi. Mucize gibi gerçeküstü bir terim kullanılması, bu olayın nedenlerinin de kökenlerinin de o zamanlar pek aydınlanamamış olmasından, kısacası bilgi yoksulluğundan gelmekteydi. Yunandan kalma yapıtların, özellikle yazı anıtlarının çokluğu, bunların Batı uygarlığının bir başlangıcı diye karşımıza çıkması ve gerek doğa gerekse insan üstü düşüncenin o günden bugüne kesintisiz olarak süregelmesi bu olayın bir başlangıç sayılmasına yol açmış, bilimi bir
Ülkemizin problemi işsizlik değil, iş beğenmemektir. Doğruyu görelim ve bunu tedavi için çalışalım, her şeyin devletten beklendiği bir ülkeyi çok daha zor günlerin beklediğini unutmamak gerekiyor. Ülkemizin 100 yıl önce olduğu gibi yeni bir hamle yapması, şikâyet etme, onu bunu karalama yerine, çalışmanın fazilet olduğunu düşünen ve her alanda çözüm üretecek gençler yetiştirmesi gerekiyor
Uzun zamandır bu konuda bir yazı yazmak istediğimi dile getirdiğimde dostlarım; “Gel bu işten vazgeç, çok büyük eleştiri hatta hakarete varan geri dönüşler alırsın!” diyerek beni uyardılar. Ancak ben, nerede ise tüm gündemi meşgul eden bu sorunu her şeye rağmen kendimce değerlendirmek istedim. Çoğu konuda olduğu gibi bu konuda da “Kral Çıplak” ama kimse bunu görmek ve söylemek istemiyor. Kralın çıplak olduğunu söylemek için birilerinden izin mi almalıyım, yoksa ben de sürüye katılıp birilerinin hoşuna gidecek diye gördüğümü ve yaşadığımı dile getirmekten
“Fâtıma’nın Eli” güç, bereket, dayanıklılık, üreme gibi insanlığın beklentilerine umut veren bir sembol olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar yaygın olarak bir İslam motifi olarak kabul edilse de Ortadoğu ve Anadolu’da binlerce yıldır görülmekte olup günümüze çok sayıda örneği ulaşmıştır.
“Fâtıma’nın Eli” ya da “Hamse Eli” olarak bilinen sembol, Alevi kültüründe “Pence-i Âl-i Abâ” olup Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin isimlerinin el şeklinde yazıldığı levhalara verilen isimdir.
Hz. Fâtıma ve Hz. Meryem
El simgesi İslam’a göre kutsal kabul edilen iki kadının, Hz. Fâtıma ve Hz. Meryem’in sembolü olarak kabul edilmektedir. Arapçada “Beş” anlamına gelen ve daha çok “Hamse Eli” olarak bilinen bu motif bir elin parmak sayısını göstermektedir. Hindularda “Humsa Eli”; Musevilerde “Hameş Eli” ya da “Miryam’ın Eli” adıyla bilinmektedir. Kimi kültürlerde
İstanbul gibi dünya mirası bir şehrin yönetiminde görev alanların belki bazılarımız için küçük, ama bence önemli olan bu gibi detaylara dikkat etmeleri gerekir. Elbette şehrin belirli noktalarında park ve bahçeler içine ağaç dikilecek ve insanların hem gölgesinden hem de görünüşlerinden faydalanması sağlanacaktır. Ama bu işin de bir ilmi, bir üslubu vardır.
1 Eylül 2013 günkü Milliyet gazetesinde “Anıtsal Yapılarımız Ağaçtan Görünmüyor” başlıklı bir yazı yazmıştım. Aradan geçen on yılı aşkın süre içinde bu konuda çeşitli eleştiriler aldım ve bazı kişilerce ağaç düşmanı ilan edildim. 8 Kasım 2023 günü bir seminere katılmak için İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası’na gitmem gerekti. Bahçeye girdim ve aklıma daha önce kaleme aldığım bu yazım geldi. Üniversitenin bahçesi adeta küçük bir ormana dönüşmüştü. Gökyüzüne yükselen ağaçlardan dolayı ne binalar ne de İstanbul’un
Sultan III. Selim tarafından “Saray Mimarı” olarak atanan Melling, Fransızca öğrettiği Hatice Sultan’dan kendisi de Türkçe öğrenmektedir. Latin alfabesiyle kaleme aldıkları mektuplarla haberleşmeye başlarlar.
Sultan III. Mustafa’nın (1757-1774) kızı Hatice Sultan (1768-1822) aynı zamanda Sultan III. Selim’in (1789-1807) üvey (anne ayrı) kız kardeşidir. Hatice Sultan, babası Sultan III. Mustafa’nın vefatı üzerine, annesi Âdilşâh Kadın ve öz ablası Beyhan Sultan ile birlikte Eski Saray’a gönderilir. Burada okuryazar, bilgili ve görgülü cariyelerden saray eğitimi alır. 1786 yılında Hotin Muhafızı vezir Seyyid Ahmed Paşa ile evlendirilir. Hatice Sultan, Ahmed Paşa’nın 1798 yılında ölümü üzerine bekar kalır ve bir daha hiç evlenmez.
Hatice Sultan’ın yükselişi
Ağabeyi III. Selim’in tahta geçmesinden sonra Hatice Sultan’ın kaderi değişir. Hatice Sultan, modern yaşama ve yeni bir saraya özlem duymaktadır. Ortaköy-Kuruçeşme arasında bulunan, 1726 yılında yapılmış olan Neşetâbâd Sahilsarayı
“Muvakkit”, “Zamanı tayin eden ya da zamanı ayarlayan kimse” anlamında kullanılırdı. Zamanın, sahur ile namaz vakitlerini gösteren çizelgenin belirlendiği mekânlara “Muvakkithane” adı verilmiştir. Bu nedenle muvakkithane yerine “Zaman Ayarlayıcısının Evi” teriminin daha uygun olduğunu düşünürüm
“Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilur, Müptela-yı gama sor kim, giceler kaç saat” (Karanlık geceleri müneccim, muvakkit nereden bilsin, Derde düşene sor bakalım geceler kaç saattir)
Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’inde, “Muvakkit” sözcüğünün, “Vakti tâyin eden kimse” karşılığı olarak kullanıldığı belirtiliyor. “Muvakkithane” sözcüğü ise “Muvakkit ve zamanı ta’yin eden alet ve saatlerle birlikte büyük camilerin yanında bulunur” olarak açıklanıyor. Daha anlaşılır bir tarifle “Muvakkit” sözcüğü geçmişte “Zamanı tayin eden ya da zamanı ayarlayan