Son zamanlarda Robert Anson Heinlein’in elime bugüne kadar farkında olmadığım bir kitabı geçti. Her ne kadar kıyıda köşede kalsa da bu tür kitapları okumak gerektiğini hatırlattı. Çoğumuzun macera romanı diyerek küçümsediği bu kitapları farklı bir bakış açısı ile okumanın ve değerlendirmenin hepimiz için faydalı olacağını düşünmekteyim
İlk edebi metinlerin ortaya çıkışından günümüze değin gerek gençlerin eğitimi gerekse yöneticilerin dikkat etmesi gereken olayları dolaylı yoldan anlatmak için geçmişe dönük hikâyeler kaleme alınmıştır. Geçmişe dönük anlatıların yanı sıra ütopya olarak değerlendirilen geleceğe dair hikâye ve romanlar da yazılmıştır.
Bilim kurgu
İngilizce “Science fiction” olan yazım türünün adını “Bilim kurgu” olarak dilimize kazandıran kişi Orhan Duru’dur. 1 Ocak 1973 tarihli Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi’nde “Science fiction” kelimesinin karşılığı olarak “Bilim kurgu” ismini önerir. Science fiction kelimesi de
Mudanya Ateşkes Antlaşması’na rağmen İngiliz işgal kuvvetleri hâlâ Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını kontrol etmekte, İstanbul ve bazı Marmara kıyı kasabalarını işgal altında tutmaktadır. Sonunda 4 Ekim 1923 günü işgal kuvvetleri İstanbul’u terk ederler ve 6 Ekim günü kahraman birliklerimiz İstanbul’a girer. Bundan böyle “Biz bitti demeden bazı şeylerin bitmeyeceğini” herkesin öğrenmiş olması lazım
30 Ağustos Zafer Bayramı münasebetiyle yayınlanan bir televizyon programında, konuşmacılardan biri; “Birinci Dünya Savaşı, 11 Kasım 1918’de bitmedi, müttefik devletlerin bizimle olan savaşı devam etti” dedi. Birden bu konuda bildiklerimin de etkisiyle, ilkokulda, ortaokulda, lisede okutulan tarihin bizim bakış açımız ile değil, bize dayatılan görüşlerle yazıldığını düşündüm. Hakikaten gerçek neydi?
28 Haziran 1914 günü Gavrilo Princip adında bir Sırp milliyetçisi Saraybosna’da Avusturya-Macaristan veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ı öldürür. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun gelişen
Sevgili Coşkun Hoca’nın yalnızca arkeoloji öğrencilerine değil, tüm öğrencilere önemli bir vasiyeti var; “Bir insanın eğitim aldığı meslek dalında başarılı olması için en az bir yabancı dilde okur, yazar olması, bu dile bilimsel konuşma yapacak kadar hâkim olması çok önemlidir. Eğer bu dile ikinci bir dil daha katabilirseniz yeni ilişkiler kurabilir, farklı bakış açılarından da faydalanabilirsiniz.”
28 Ağustos 2024, çarşamba günü sabahı sevgili dostum mimar Fatih Kesgün yanıma geldi, büyük bir üzüntü içinde bana sarıldı, ağlamaklı bir hâldeydi. “Ne oldu?” diye sordum. Ağlamaya başladı, neler oluyor diye düşünürken, “Allah size sağlık ve uzun ömür versin” dedi. O an anladım ki bir dostumuzu kaybetmişiz. Merakla kim olduğunu sordum, “Coşkun Hoca’yı kaybettik” dedi. Daha bir hafta önce telefonla konuştuğum bir dostumun kaybı beni derinden etkiledi. Söyleyecek söz bulamadım, geçmişi düşündüm, içimi büyük bir hüzün kapladı.
Se
Uzun yıllar boyu bir şehir efsanesi sürer gider; “Yedi Tepeli Şehir”. Yıllardır İstanbul’un kuruluşunun Byzantion ile birlikte başladığı efsanesinin bir kurmaca olduğunu söylerim. Dionysios Byzantios, MS II. yüzyılda kaleme aldığı “Anaplus Bosphori Tharcii / Boğaziçi’nde Bir Gezinti” isimli kitabında; “Bosporos Burnu’nun biraz yukarısında Athena Ekbasia Sunağı vardır. Koloni kurucuları tam burada karaya çıkmış ve tıpkı vatanları için çarpışanlar gibi savaşmışlardı” demektedir. Daha sonra üzeri örtülen bu açıklama bize doğruyu bulmakta yardımcı olmalıdır. Kim boş bir alana çıkıp da vatanı için çarpışır? Demek ki bu bölgede bir yerleşim alanı vardı ve yeni gelenler buradakilerle savaşmak durumunda kalmışlardı.
Ligos / Lygos
Doktora çalışmamda ve 1980 yılındaki savunmasında yaptığım benzer bir açıklama bazı hocalarımca kabul görmemiş ve eleştirilmiştim. Rahmetli hocam Doğan Kuban yıllar sonra, 1996 yılında yayınladığı “İstanbul Bir Kent Tarihi” isimli kitabında bu konuya değinerek, Yaşlı
Charles Edward Stewart, 1879-1880 yıllarında kılık değiştirerek Türkiye ve İran’da dolaşır. Yüz yılı aşkın süre önce gerek Anadolu coğrafyası gerekse Orta Asya coğrafyasında yapılan bu gibi geziler, Batılı devletlere özellikle de Britanya İmparatorluğu’na büyük bir bilgi birikimi sağlardı. Bu bilgi birikimi aynı zamanda bazı kişilere neyin nasıl yapılması gerektiğini de öğretirdi.
Charles Edward Stewart (1836-1904) soylu bir ailenin çocuğu olarak 23 Şubat 1836 günü Sri Lanka’da dünyaya gelir. Babası Lord Algernon Stewart’dır. Dokuz yaşında eğitim için İngiltere’ye gönderilir. Marlborough College’den mezun olur ve orduya katılır. 1854 yılında, on sekiz yaşında Hindistan’daki Kraliyet 27. Inniskilling Alayı’nda (İrlandalılardan oluşan piyade alayı) asteğmen rütbesiyle göreve başlar. 1866 yılında yüzbaşı, 1874 yılında binbaşı rütbelerine terfi eder. 1879-1880 yıllarında kılık değiştirerek Türkiye ve İran’da dolaşır. 1881 yılında Herât, 1886 yılında Reşt, 1887-1890 yıllarında Tebrîz konsolosluğu,1892 yılında ise Odesa
Üsküdar için birkaç dilde yazılmış açıklamalar içeren turistik gezi rehberi oluşturulmalı, gezilecek alanlar günümüz beklentilerine cevap verecek şekilde düzenlenmelidir. Kaliteli ve özgün hediyelik eşya üretimi için acilen çalışılmalıdır. Üsküdar için uluslararası beğeni toplayacak bir müzenin yapımı da düşünülmeli ve bunun için harekete geçilmelidir.
Günümüz Üsküdar Vadisi’nin bulunduğu alan antik çağda “Khyrsopolis” adı ile bilinmektedir. Khyrsopolis “Altın Şehir” anlamına gelir. Bir anlatıya göre; Persler Anadolu ve Yunan Yarımadası’nda kazandıkları savaşlardan elde ettikleri ganimetlerle, burada çok güzel bir şehir kurar ve şehre “Altın Şehir” adını verirler. Çevredeki halklardan aldığı vergilerle zenginleşen şehir bu isimle ün salar. Bir diğer anlatıya göre de Üsküdar’a “Khyrsopolis” denmesinin nedeni; güneş batarken Sarayburnu tarafından, Üsküdar’ın altın renginde
Zaman zaman karşılaştığım, öfkenin yükseldiği olaylar beni rahatsız etmekte. Günümüzde, hemen herkesin “Öfkesi burnunda”, en ufak bir olay öfkemizin ortaya çıkmasına neden oluyor. “Ne oluyor?” demeden, olanlar oluyor ve öfke bazı insanları esir alıp, sonrasında çok pişman olacakları olaylara karışmalarına neden oluyor
Dîvânü lugâti’t-Türk’de Kâşgarlı Mahmud, Türkçemizde “Öpke” sözcüğünün “Akciğer” anlamına geldiğini yazar. Öpke sözcüğü, aynı zamanda “Öfke” anlamında da kullanılmaktadır. Kâşgarlı Mahmud, “Bunun nedeni öfkenin akciğerin derinliklerinde yükselmesidir ve bu ikisi birbirleriyle yakın ilişkilidir.” demektedir. Öfke günümüzde, “Haksızlık, incinme, karşı koyma ve benzeri duyguların doğurduğu, insanı saldırganlığa götürebilen şiddetli duygu, hiddet, kızgınlık, gazap” anlamında kullanılmaktadır. Bir de çok sinirlenmek anlamında kullanılan “Öfke topuklarına
Şevket Süreyya Aydemir’in hayatını konu alan “Suyu Arayan Adam” Cumhuriyet dönemine ait bir tanıklık sunuyor. Kitap hem yazar ve düşün insanı Aydemir’in yaşantısını hem de cumhuriyetimizin kuruluşunun ne zor şartlar altında gerçekleştiğini anlatıyor
Şevket Süreyya Aydemir, Tuna Boylar’ından gelen bir göçmen çocuğu olarak, 1897 yılında Edirne’de dünyaya gelir. Mahalle okulundan sonra Edirne Askerî Rüştiyesi’ne kayıt olur. Bu okulda üzerinde önemle durulan konu; devletin birliğidir. “Yemenliler, Hicazlılar, Dürziler yahut Rumlar, Bulgarlar, Arnavutlar diye bir şey yoktu. Bunların vazifeleri sadece vergi vermek ve itaat etmekti. Eğer bunlar vergi vermez, itaat etmezlerse yahut da kendilerine ayrı haklar düşünürlerse kanun adına isyan denirdi. Bu isyanların kan ve ateş içinde bastırılmaları lazımdı. Ordunun bir vazifesi de buydu. Asker rüştiyesi dershanelerinde, duvarlara asılan Osmanlı Devleti haritalarının önünde duyduğumuz duygular bunlardı. Ve bu haritalar önünde toplanan çocuklara, biraz