CHP’de papatya falını andıran İstanbul ve Ankara’ya dönük aday arayışı sonlandı ve beklenen isimler açıklandı. Daha doğrusu, Kılıçdaroğlu’-nun dediği oldu. Evet, her iki kente dönük karar da Parti Meclisi’ndeki oylamayla çıktı ama özellikle Ankara adayı Mansur Yavaş’a görünen ve görünmeyen muhalifler dikkate alındığında Kılıçdaroğlu’nun verdiği kefaletin bu sonuçta ne kadar etkili olduğu açık. Ki Kılıçdaroğlu İstanbul konusunda da tercihinin Ekrem İmamoğlu olduğunu çok önceden ilan etmişti. Hatta bunu İmamoğlu bile duyurmuştu. Dolayısıyla, bu tercihlerle bir anlamda Kılıçdaroğlu yekten kendi koltuğunu ortaya koydu da denilebilir. Çünkü kafasındaki adaylarla parti teşkilatının önerdiği isimlerin pek örtüşmemesi nedeniyle Kılıçdaroğlu’nun önünde iki yol vardı. Ya risk alarak toplumsal gerçeklere uygun kafasındaki adayları çıkaracak ya da parti teşkilatının tepkileri ve isteklerini dikkate alarak tercihini yapacaktı. Yani ya halkın ya da delegenin beklentilerine uygun adım atacaktı. Bunun sonuca dönük meali de şuydu:
Her ikisinde de kazanırsa hem parti içi hem de Türkiye ile ilgili iddiasında güçlenir. Ama eğer kaybederse ilkinde genel başkanlık koltuğu anında sallantıda, ikincisinde
Ülkece tek ses, tek yürek olarak Fırat’ın doğusunda yapılacak temizlik harekâtına odaklandık. Herkes harekât noktası ve ABD’nin olası tavrına dönük farklı ama sonucu aynı hedefe varan yorumlar yapıyor... Hepsinin özeti de şu:
Öyle ya da böyle bu harekât olacak ve bölge YPG/PKK’lı teröristlerden arındırılacak... Aynen Afrin’de olduğu gibi. Ki TSK bu konudaki kararlılığını Irak’taki teröristlerin Suriye ile bağlantısını kesmek için Sincar ve Karacak dağına düzenlediği hava harekâtıyla çok net bir kez daha ortaya koydu. Dolayısıyla da artık düşünmesi gereken ABD... Çünkü Türkiye’nin hem Silahlı Kuvvetleri hem de istihbarat teşkilatıyla tüm hazırlıkları en ince ayrıntısına kadar yaptığı çok net. Nerede kim var, teröristlerin kaçış yolları ve kimlerden destek alınacağı gibi. Tabii özellikle de bölgedeki Arap ve Kürt aşiretlerinden... Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“Buradaki Arap aşiretleri kendi bölgelerinin PYD/PKK tarafından işgal edilmesine karşılar. MİT bununla ilgili çalışmalar yapıyordu ve Türkiye bunları yanına aldı. Yine bölgedeki bir başka etkin grup PYD/PKK karşıtı bir kısmı Barzani bir kısmı Talabani’yle bağlantılı
Fırat’ın doğusunda bir oldubittiye ve terör devletine asla göz yummayacağını ısrarla dile getiren Türkiye, bu konuda ne kadar kararlı olduğunu kasım ayının başında Zor Mağar’daki PYD/YPG’li teröristlere yönelik topçu atışlarıyla çok net göstermişti. Ve ABD’yi bir kez daha dostça uyarmıştı:
Terör örgütü ve teröristleri desteklemekten vazgeç. Biz ciddiyiz, istediğimiz zaman kara harekâtına başlayabiliriz...
Yani söz konusu vatan olduğunda teröristleri korumak kollamak için verdiğin silahlar, sınıra dikilen ABD bayraklı gözlem noktaları falan hepsi teferruat... Geliriz, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarında olduğu gibi gerekeni yaparız...
Şimdi o noktadayız. Hem de öyle bir gece ansızın değil, yekten, birkaç güne geliyoruz ültimatomuyla... Ve buna dönük plan, hedefler de son derece net... Silahlı Kuvvetler kara harekâtından önce hava ve topçu atışlarıyla teröristlerin komuta, haberleşme merkezleri, toplanma yerleri, cephanelikleri, gıda depoları gibi kritik noktaları vuracak. Bir başka deyişle, haberleşme ve lojistik desteklerini keserek teröristleri felç edecek, sonra da temizlik harekâtına başlayacak. Dolayısıyla, bu noktada en çok merak edilen de sözde müttefik ABD’nin tavrı.
AKP İstanbul ve 6 il dışında başkan adaylarını açıkladı. Aslında onların durumu da belli ama henüz resmiyet kazanmadı. Bu seçimi 24 Haziran’ın rövanşı havasına sokma amacındaki ana muhalefet partisi CHP’nin görüntüsü ise malum. Açıkladığı bazı il ve ilçeler var ama seçimin kaderini doğrudan etkileyecek İstanbul başta olmak üzere, Ankara ve İzmir’de hâlâ ses yok. Daha doğrusu, var da henüz tek ses değil. Bu da her ne kadar CHP kurmaylarınca aday zenginliği olarak nitelendirilse de daha çok Kılıçdaroğlu’nun tercihinin isimler arasında gidip gelmesiyle bağlantılı. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun kafasındaki adaylarla parti teşkilatının önerdiği isimler pek örtüşmüyor. Yani İYİ Parti ile ittifak sorununu sonunda aşan CHP’nin de adaylar konusunda kafası karışık... Dolayısıyla da “Ya yanlış yaparsak” tedirginliğindeki Kılıçdaroğlu tam anlamıyla bir aday labirentinde denilebilir. Üstelik de bu sadece büyükşehirler değil, oralardaki tüm ilçe başkan adaylıkları için de geçerli. Zira ilçelerde de mevcut başkan, eski başkan ve parti yöneticileri ile farklı kesimlerden olmak üzere çok fazla aday adayı var. Dahası, CHP’nin kalelerindeki çekişme de seçimi kazanmanın ötesinde oy patlatma iddiasına
FETÖ’cülerin yargıya, askere, polise, üniversiteye, bürokrasiye kısaca devlete nasıl sızdıkları artık sır değil. Bunun 1950-1960’lı yıllardan başladığı ve uzun yıllar Fetullah Gülen’in nasıl korunup kollandığı da... Örneğin Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin geçenlerde bir televizyondaki tartışma programında “Fetullah Gülen, Mehmet Şevket Eygi gibi isimler 1959’da Özel Harp Dairesi içinde görevlendirildi. Görevleri, Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde komünizmle mücadele faaliyetleriydi. 12 Eylül’den sonra yakalanan Fetullah Gülen’in serbest bırakılması için Genelkurmay Başkanı aradı ve serbest bırakıldı” dedi. Bunun üzerine biz de Pekin’i aradık ve bu konunun detaylarını sorduk. Tabii öncelikle de Fetullah Gülen’in Özel Harp Dairesi elemanlığını... Yanıtı şuydu:
“Bu adamlar kanaat önderleri olduğu için ister istemez böyle bir teşkilat gözardı edemez bunları. Mutlaka içine alması lazım. Önemli olan teşkilatlanan bu kişilerin kontrolü. Yani devletin bunları kontrol etmesi gerekiyor. Çünkü bu güçlendikten sonra yavaş yavaş ABD’nin kontrolüne geçmiş bir adam. Tabii ABD istihbaratı da böylesine önemli bir örgütü bırakmak istemez.”
Fetullah Gülen Özel
Fırat’ın doğusunda bir oldubittiye asla izin vermeyeceğini defalarca deklare eden ve teröristleri hamilikten vazgeçmesi için ABD’yi güzellikle ikna etmeye çabalayan Türkiye artık son seçeneğin arifesinde... Yani Fırat’ın doğusunda daha önce batısında olduğu gibi bir temizlik harekâtının eli kulağında. Çünkü ABD sürekli oyalıyor ve YPG/PKK her gün daha çok güçleniyor. Örneğin, bir ay önce ABD’nin gözlem noktaları yoktu ama şimdi var. Yarın bu gözlem noktalarıyla beraber devriye faaliyetlerini yürütecek YPG ve ABD askeri... Bu arada Fransa da buradaki askeri varlığını artıracak. Ki buna dönük girişimleri de malum. Açıkçası, her geçen gün olası bir harekâtta TSK unsurlarının karşılaşacağı engeller eksilmiyor, artıyor, artacak. Dolayısıyla da Türkiye’nin buna tahammülü yok... Bu bağlamda da olası harekâtın zamanlamasına dönük öngörüler dillendirilmeye başladı. Örneğin emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu diyor ki:
“Ben kısa zamanda operasyonun gerçekleşeceğini düşünüyorum. Artık kışın operasyon yapılmaz demiyoruz, kışın da yapılır. Afrin operasyonu 20 Ocak 2018’de yapıldı. Semboller önemli ülkeler için. Türkiye için de önemli. Afrin benzeri bir tarihte bu harekâtın başlayacağını
CHP’nin İstanbul, Ankara ve İzmir adayları henüz belli değil ama seçime dönük başarı olasılıkları her dakika tartışılan çok sayıda aday adayı var. Bu her seçim öncesinde her siyasi parti açısından olması gereken bir durum ancak yaratacağı sıkıntıları da göz ardı etmemek kaydıyla. Çünkü bu her ne kadar parti cenahınca aday zenginliği ya da en doğru isim arayışı olarak görülse de süre uzadıkça kararsızlık ve kafa karışıklığı olarak da algılanma riski söz konusu. Nitekim an itibarıyla örneğin İstanbul’da adaylık ibresi bir iki isim arasında gidip geliyor ama bu arada “Ana muhalefet partisi seçimin tarihi çok öncesinden belli olmasına rağmen bir türlü aday bulamadı” gibisinden eleştiriler de oluyor... Gerçekten bu eleştirilerde haklılık payı olabilir mi? Dün bu soruyu 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için CHP (SHP ile birleşmemişti o tarihte) adayı olarak yarışa giren Ertuğrul Günay’a yönelttim. Yanıtı şuydu:
“Seçim olacağı 5 yıldan belli, İstanbul da Türkiye siyaseti için çok belirleyici önemli bir yer. Ben doğrusu ana muhalefet partisinin o mu olsun, bu mu olsun diye hâlâ beyin jimnastiği yapmasını yadırgıyorum. Bu köklü bir siyasi gelenek ve
ABD terör örgütü PYD/YPG, yani PKK’ya silah desteğine devam ediyor. Hem de Trump’ın bundan sonra silah verilmeyeceğini söylemesine, hatta Menbiç mutabakatında verilenlerin toplanacağının kayıt altına alınmasına rağmen... Yani ABD ikiyüzlülük konusunda oldukça istikrarlı. Çünkü bu 1990’lı yıllardan beri dinlediğimiz bir hikaye. O günlerden bu yana tek fark geçmişte teröristlere el altından yaptığı desteği artık alenileştirmesi... Dolayısıyla da ABD şimdilerde PKK için “terör örgütü” deyip türevlerinden ayırmaya çalışıyor, hatta terörist başlarına ödüller koydu ya onlar da hepten hikaye... Hele de geçmişte el altından PKK’ya verdiği destekler dikkate alındığında... Örneklerini Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik, 35 bin askerle o güne kadarki en kapsamlı Çelik Harekatı’nı (22 Mart 1995) yöneten dönemin Jandarma Asayiş Bölge Komutanı emekli Korgeneral Hasan Kundakçı anlatıyor:
“ABD o zaman da silah veriyordu. Türkiye’nin hareketlerine karşı istihbari bilgi veriyordu. Patlayıcı maddelerle ilgili destekleri oluyordu. Mesela TSK’nın envanterinde o dönem patlayıcı olarak C3, C4 vardı. PKK’nın elinde de buna benzer belirli miktarda patlayıcılar olduğu biliniyordu. Fakat bir baktık ki