Mehmetçik Afrin’deki PKK/KCK/PYD-YPG’li tüm teröristleri tek tek temizliyor. Hem de ABD, İsrail başta olmak üzere birçok ülkenin teröristlerle birlikte saf tutmasına rağmen. Yani görüntü bölge halkına işkence yapan onları kalkan olarak kullanan teröristlere karşı yürütülen bir mücadele olsa da aslında bu yedi düvele karşı verilen bir savaş. Çünkü Türkiye ile sözde müttefik olan ülkelerin terör örgütü PYD/YPG’ye desteği silah, mühimmat ve parayla kalmıyor, o ülkelerin bazı vatandaşları da bizzat teröristlerle birlikte Mehmetçik’e namlu doğrultuyor. Kimler mi? Soruya Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin yanıt veriyor:
“Teröristlerin arasında her ülkeden gelen savaşçılar var. Bunların bir kısmı da istihbarat örgütlerinin elemanları. Yani ABD, İngiliz, Fransız, Alman istihbarat örgütlerinin adamları. Özgürlük savaşçısı adı altında gidiyorlar ama yaptıkları iş orada istihbarat sağlamak kendine göre de teröristleri yönlendirmek. Bir de yapılan propaganda sonucu gidenler var, mesela benim bildiğim ABD’den gelen paralı askerler var. Onları gönderen şirketleri büyük ihtimalle Pentagon destekliyor. Yine İsrail’den giden PKK’nın yanında olan istihbarattan,
Prag’da yakalanan terör örgütü PKK/KCK’nın Suriye uzantısı, PYD’nin eski eş başkanı, KCK yürütme konseyi üyesi Salih Müslim’in serbest bırakılması Türkiye ile Çekya arasındaki ilişkileri gerdi. En çok tartışılan konuların başında da Türkiye’de terör suçlusu olarak aranan Salih Müslim’in neden, nasıl bırakıldığı var. Tabii Avrupa’da terörle mücadeleye ilişkin söylemin ne kadar samimiyetsiz ve inandırıcılıktan uzak olduğu da... Çünkü bugün Salih Müslim örneğiyle Çekya’da yinelenen bu ikiyüzlülük aslında birçok teröriste kucak açan, koruyan, kollayan hemen tüm Avrupa ülkeleri için geçerli. Dolayısıyla da akla gelen soru şu:
Salih Müslim de terörist başı Apo gibi paketlenebilir mi?
Yani Prag’da kaldığı otele kadar adam adım izleyen MİT, Müslim’i ensesinden tutup getirebilir mi? Ya da Müslim ve diğer teröristler için başka bir yöntem söz konusu olabilir mi?
Dün bunları 1990’lı yıllarda MİT Kontrterör Merkezi’nin başkanlığını yapan Mehmet Eymür’e sordum. Öncelikle de varsa kendi döneminden örneklerini. Yanıtı şuydu:
“Apo’yu bize veren ABD’liler. Daha önce benim zamanımda yurt dışında biz denedik ama maalesef muvaffak olamadık. Tam yerine koyamadılar düzeneği. Çok büyük korku yarattık ama
Türkiye’nin ABD öncülü-ğündeki koalisyon güçleriyle birlikte kuzeyden Irak’a girmesini öngören 1 Mart tezkeresinin (2003) Meclis’te reddedilmesinin üzerinden 15 yıl geçti ama hâlâ hata mıydı, değil miydi noktasındayız. Özellikle de bugün Irak ve Suriye’deki gelişmeler açısından. Çünkü terör örgütü PKK veya YPG/PYD’nin bu kadar güçlenip palazlanması ya da oyalama-yutturmaca taktikleriyle bir sürü kirli tezgâh kovalayan ve bu yolda terör örgütleriyle omuz omuza veren ABD’nin Türkiye’yi Ortadoğu coğrafyasından koparma hayalinin doğrudan tezkereyle bağlantılı olduğu gibi bir iddia söz konusu. Hatta bunu bedel ödetme gibi yorumlayanlar dahi var. Dolayısıyla, hâlâ en çok tartışılan konu şu:
1 Mart tezkeresi geçseydi bugün Suriye ve Irak’ta yaşanan noktaya gelinir miydi?..
Yani ABD’nin kafasındaki plan açısından tezkerenin geçip geçmemesinin doğrudan etkisi var mı? Ya da varsa ne kadar? Soruya o dönemin istihbarattan sorumlu MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş yanıt veriyor:
“1 Mart tezkeresi geçseydi bugün yaşananlar yaşanmazdı demek doğru değil. Çünkü tezkere geçseydi bizim Irak’taki faaliyet alanımız, askerimizin yerleşim coğrafyası çok kısıtlıydı. ABD oraya Türkiye’yi PKK’yla mücadele
Türkiye güney sınırlarını terör örgütlerinden koruma kararlılığını tüm dünyaya gösterdi, gösteriyor. Hedef dün El Bab’dı, bugün Afrin, yarın Menbiç, sonrası da Fırat’ın doğusu. Yani ülkenin bekasına yönelik tehdit ortadan kalkana kadar terörist temizliğine devam. O bakımdan kimse sınırınızı niye koruyorsunuz diyemez Türkiye’ye. Nitekim diyemiyor da...Ancak Türkiye’nin bu haklı mücadelesini engellemek ya da uluslarası kamuoyunda farklı bir algı yaratmaya dönük siviller öldürülüyor gibisinden kara propaganda, alçaklık dizboyu. Üstelik de söze geldi mi “terörle mücadele” diyen ama gerçekte eli kanlı teröristlere kol kanat gerenler ve onların maşaları tarafından. O nedenle de sahada ve masada gösterilen kararlılığın yanı sıra kamu diplomasisinde de daha aktif olmak gerekiyor. Özellikle de Türkiye’nin defalarca uyarılarına rağmen terör örgütü YPG/PKK’yla ilişkisini sürdüren sözde müttefik ABD’nin gerçek yüzünü anlatmak açısından. Ki bu noktada da Türkiye’nin elinde fazlasıyla koz var. Bunların bazılarını emekli Büyükelçi Onur Öymen sıralıyor:
“İnsan Hakları Örgütü’nün PYD ile ilgili raporu var. Bir heyet yollamışlar, fotoğraflar da çekmişler o raporda diyorki; PYD işgal ettikleri bir
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için varılan mutabakatın olabilirliği doğrudan FETÖ meselesiyle de bağlantılı bir durum. Bu bağlamda Türkiye’nin talebi de net:
Hakkında tutuklama kararı, davalar bulunan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ama şu anda Amerika’daki kişiler iade edilsin ve yargı önüne çıksın.
Yani ABD gerçekten samimiyse bu konuda artık somut adımlar atsın.
Dolayısıyla da “ABD Fetullah Gülen’i iade eder mi?” ya da “Ederse de sağ etmez” gibisinden tartışmalar yine gündemde. Tabii ağırlıklı olarak da ABD’nin kendisi açısından böylesine kullanışlı bir örgütten asla vazgeçmeyeceği noktasında. Örneğin, FETÖ’nün hedefindeki Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski başsavcısı, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok şöyle diyor:
“ABD’nin bizimle anlaşmasının ve koordine grupları oluşturmasının çok da bu örgütü sarsacak bir netice vereceğini düşünmüyorum. Çünkü bu uluslararası bir örgüt ve ABD ya da ilgili istihbarat birimleri bütün dünyada kullandıkları bu kadar organize bir suç örgütünü asla ve kata feda etmezler. Kaldı ki böyle bir şey, kullandığı diğer örgütlere de kötü örnek olur. O yüzden de bizim kendi içimizde bu mücadeleyi sonuna kadar sürdürmemiz lazım yoksa
ABD’nin dış politika-larında öyle çelişkiler var ki, daha doğrusu Başkan Trump dahil her kafadan o kadar farklı ses çıkıyor ki, doğal olarak sürekli “Hangi ABD?” tartışması yaşanıyor. Oysa kim ne derse desin, bugün ABD’de Pentagon’un dediğinin olduğu çok açık. Özellikle de Türkiye ile ABD arasındaki gerilimin nedeni terör örgütü YPG/PKK’ya verilen destek açısından. Yani ABD’yi generaller yönetiyor. Ya da başkan Trump generaller ne derse onu yapıyor. O nedenle de bugünkü politikanın özünde savaş, çatışma ve kan var. Dahası, koltuktaki, sahadaki askerler de hem sözleri hem de teröristlerle verdiği görüntülerle bu durumu ve Türkiye karşıtlığını alenen körüklüyorlar. Üstelik de ABD Dışişleri Bakanı’nın tam tersi düşünceleri dile getirmesine rağmen. Dolayısıyla, ABD yönetimindeki askerlerin ağırlığı kadar, o askerlerin neden böyle bir tavır içinde olduklarını da irdelemekte yarar var. İşte Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı, emekli Korg. İsmail Hakkı Pekin’in tespitleri:
“Trump’ın etrafındaki Savunma Bakanı dahil bütün generaller Vietnam Savaşı’ndan sonra orduya girmişler. Yani Vietnam Savaşı’nın ABD’ye verdiği o aşağılık duygusu ya da sendromuyla yetişmişler. Ve hepsi 1991 ve
Türkiye ile ABD ilişkilerinin normalleşmesi için öncelikle gereken ne? Güven sorununun aşılması. Özellikle de ABD’ye duyulan güvensizlik açısından. Çünkü; ABD bugüne kadar terör örgütü YPG/PKK konusunda verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı. Dahası ABD, başkanı dahil birbirini tekzip eden açıklamalarla sürekli kafa bulanıklığı yarattı. Yani Türkiye’yi oyalamak adına ne gerekiyorsa yaptı. O nedenle de Türkiye haklı olarak “gel aramızdaki soğukluğu giderelim” diyen ABD’ye karşı acabalı bir yaklaşım içinde. Dolayısıyla da bu sorunu aşmanın gerçekliği ABD’nin ne kadar iyi niyetli olduğuyla doğru orantılı. Peki şu an için buna dönük yine verilen sözler dışında pozitif net bir gösterge var mı? Yok. Dahası bunu test etmek içinde Mart’taki çalışma gruplarındaki gelişmeleri beklemek durumundayız. Oysa bunu hemen test etmek de pekala olası... Nasılını emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu, anlatıyor:
“Boşaltılması hata olan Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun eski yerine nakledilmesinin bence tam zamanı. Çünkü ABD diyor ki;PYD/PKK’yı gerekirse Menbiç’ten boşaltırız, bizde orada kalırız...Ama ABD çok uyanık bu durumda Fırat’ın doğusuna gelme de diyor. Onun için Türkiye Fırat’ın doğusundan
Menbiç’te YPG/PKK’lı teröristlerle birlikte şov yapan ABD’li general ne diyordu? Türkiye bizi vurursa agresif karşılık veririz... O nedenle de ilişkiler hepten gerilmişti ve günlerdir Türk askeri ile ABD askeri karşı karşıya gelirse ne olur tartışması gündemdeydi. Ve genel kanı da “Böyle bir şey olmaz ama olursa da Türk askeri gereğini yapar” şeklindeydi. Neyse ki iş bu noktaya gelmedi ve TSK’nın Afrin’deki kararlılığını gören ABD, Türkiye ile müttefik, stratejik ortak olduğunu anımsadı. Yani Menbiç’teki ABD’li generalin karizmasını çizmek için şimdilik sadece masaya vurmak yetti. Aslında bunun işareti PKK ve YPG’nin aynı örgüt olduğunu resmileştiren iki gün önceki ABD istihbaratının raporunda da vardı. Ancak hemen sonrasında ABD’nin diplomasi kanadından gelen “PKK ile YPG’yi savaştıralım” ya da “Ağır silah vermedik ki geri alalım” gibisinden gayri ciddi açıklamalar kafaları yine karıştırmıştı. Dolayısıyla da Ankara ile Washington arasında ilişkilerin normalleşmesi için varılan son mutabakatın geleceği de tamamen ABD’nin samimiyetiyle bağlantılı bir durum. Çünkü başından beri Türkiye’nin ABD’ye çağrısı ve hamleleri çok net:
Stratejik müttefikliğin gereğini yap, terör örgütüyle