Terör örgütü YPG/PKK’ya verdiği destek nedeniyle ilişkilerin kopma noktasına geldiği ABD’ye karşı Türkiye’nin en önemli kozlarından biri İncirlik Üssü. O nedenle de ABD ile yaşanan her gerginlikte olduğu gibi yine kapatılması ya da neden kapatılmadığı tartışması gündemde. Hatta geç kalındığına yönelik eleştiriler de oluyor. Çünkü ABD’nin Ürdün’de İncirlik’e alternatif yaratma arayışı söz konusu. Yani İncirlik’in durumunun ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un bugünkü Ankara ziyaretinde de masada olacağı açık. Dolayısıyla da İncirlik Üssü’nün önemi ve ABD açısından anlamını irdelemekte yarar var. Tabii Türkiye’nin 1970’li yılların ortasında kullandığı böyle bir kozu bugüne kadar neden devreye sokmadığını da... Konuya Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin açıklık getiriyor:
“İncirlik hem Ortadoğu’ya hem Kafkaslar’a, yani Rusya’ya yönelik çok kritik bir üs. Ürdün muharebenin orta yerinde yarın ne olacağı belli olmayan istikrarsız bir ülke. İncirlik’te uçaklarla atılan nükleer bombalar da var. Onun için ABD çok önem veriyor. Türkiye’nin de kapatırken çok dikkatli olması gerekiyor. Çünkü kapattığınız zaman ABD’yi doğrudan karşınıza alırsınız. Şu aşamada
Türkiye Afrin’i işgale gitmediğini, tam tersine orayı terör örgütlerinden temizleyerek asli sahipleri için yaşanabilir bir yer haline getirmeye çalıştığını ısrarla vurguladı, vurguluyor. Ki bunun örneğini daha önceki Fırat Kalkanı Harekatı’yla ortaya koydu da. Yani söze geldiğinde Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda ahkam kesen küresel- bölgesel tüm aktörler fiiliyatta parçalama ve pay kapma kavgası verirken, Türkiye tek başına 2 bin kilometrekarelik bir güven ortamı yarattı. Ve bugün orada ülkesine geri dönenler huzur içinde yaşıyorlar. Şimdiki hedef de Afrin ve İdlib’i de güvenli hale getirerek hem Türkiye’nin bekasına yönelik tehditleri ortadan kaldırmak hem de 3,5 milyona yakın Suriyeli mülteciye eve dönüş yolunu açmak. Dolayısıyla Zeytin Dalı Harekatı ve sonrasına dönük hamleler kadar yaklaşık 7 yıldır misafir edilen Suriyeli mülteciler döner mi tartışması da gündemde. Çünkü İstanbul, İzmir, başta olmak üzere Türkiye’nin 81 vilayetine yayılan Suriyelilerin kendilerine tanınan olanaklar nedeniyle artık zorlasan da dönmeyeceklerini iddia edenler olduğu gibi dönmeye hazır olduklarını savunanlar da var. Örneğin mülteciler ve göç konularında en yetkin isimlerden Metin Çorabatır (
ABD Savunma Bakanlığı Pentagon Sözcüsü’nün Afrin harekâtıyla ilgili “Bu operasyon (Zeytin Dalı) DEAŞ’a karşı kazanımlarımızın bir kısmını kaybetmemize neden olacak bir potansiyel taşıyor” şeklindeki son açıklaması tam anlamıyla malumun ilanı. Çünkü Suriye’deki varlığının gerekçesini radikal dinci teröristlerle mücadele olarak dillendiren ABD’nin kirli tezgâhındaki taktik neydi? Terör örgütü DAEŞ’i gösterip bir başka terör örgütü YPG/PKK’ya alan açmak. Ki bu alçak tezgâhla Suriye topraklarının yüzde 30’u ve enerji kaynaklarının yüzde 50’si YPG/PKK’ya teslim edilmiş durumda. O nedenle, Pentagon Sözcüsü aslında diyor ki; YPG/PKK’ya o kadar silah verdik koruduk, kolladık ve toprak kazandırdık ama Türkiye’nin bu kararlığıyla bizim oyun bozuldu, bozuluyor...
Peki, aynı ABD nasıl oldu da Zeytin Dalı Harekâtı başladığında “Afrin’in kendileri için bir operasyon alanı olmadığı” gibisinden açıklamalarla ilgisiz davrandı? Yanıt basit:
Afrin’de askeri bulunan Rusya ile Türkiye karşı karşıya gelsin, kapışsın...
Yani bir başka kirli tezgâh. Ama ne oldu?
Türkiye ile Rusya uzlaştı ve TSK bölgede YPG/PKK’lı, DAEŞ’li ayırt etmeksizin temizliğe başladı. Dolayısıyla da ABD umduğunu bulamadı, daha doğrusu,
Afrin’den sonra hedefin Menbiç olduğunu açıklayan Türkiye ısrarla ABD’den terör örgütü YPG/PKK ile işbirliğini sonlandırmasını istiyor. ABD ise Türkiye’ye verdiği sözlere rağmen, Menbiç’e yapılacak bir operasyonu engellemeye çalışıyor. Hatta “ABD askeri Menbiç’ten çekilmeyecek” gibisinden tehditvari bir çıkışla terör örgütüne kalkan olma durumu söz konusu. Dolayısıyla da ABD ile YPG/PKK arasındaki ilişkinin söylenenin aksine, “taktik” değil “stratejik” bir tercih olduğu açık. Yani ABD 1990’lı yıllarda başlayan Ortadoğu’daki stratejik yönelimi istikametinde YPG/PKK’yı silahlandırarak araç olarak kullanabileceği bir gücü, daha doğrusu, terör ordusunu elinde tutmak istiyor. Hem de tüm dünyanın gözü önünde. İşte bu noktada akla gelen soru da şu:
Terör örgütüyle doğrudan ilişki kuran ve silahlandıran ABD’ye karşı uluslararası hukukta bir yaptırım yok mu?
Yanıtı MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş veriyor.
“Uluslararası hukukta BM kararları içerisinde yeri var ama süper güç olunca bunun yaptırımı çok sınırlı. Ya da yok gibi bir şey bugünkü şartlar içerisinde. Yani bütün bu meseleyi, gelişmeleri küresel güçlerin Ortadoğu bölgesindeki çıkar çatışmalarının devamlılığı içerisinde
Orduların gücü asker, silah sayısı ve kullanılan teknoloji kadar istihbaratın etkinliğiyle de bağlantılı bir durum. Yani savaşı kazanmak için var olan vurucu gücü doğru ve net hedeflere yönlendirmek de gerekiyor. Tıpkı 2016’daki Fırat Kalkanı ve bugün başarıyla devam Zeytin Dalı harekatlarında olduğu gibi. Çünkü her iki örnekte de Türkiye hem milli ve yerli silahlarla takviye edilen Silahlı Kuvvetleri’nin gücünü hem de doğrudan teröristleri hedef alan nokta atışlarıyla da istihbarat alanındaki başarısını ortaya koydu, koyuyor. Dahası kritik hedeflere atış yapıldıktan sonra da verilen hasar ve sivillere zarar gelip gelmediği hem havadan hem de bizzat merkezden izleniyor. Veriler, fotoğraflanıp raporlaştırılıyor. Dolayısıyla da PYD/YPG’nin uluslararası kamuoyunda kara propaganda yapması engelleniyor. O nedenle Türkiye’nin bu başarısı ve nasılını da irdelemekte yarar var...Örneğin istihbarat olmadan savaş kazanılamayacağını belirten Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin, şöyle diyor:
“Nereyi vuracağınızı, nereye gideceğinizi, nerede mayın, güç olduğunu bilmeniz lazım bunun yolu da istihbarattan geçiyor. Şu anda istihbarat olarak Türkiye çok önemli
TSK, Afrin’deki temizlikten sonra Menbiç’e yönelecek. Bunu hem siyasi irade hem de askeri yetkililer çok net ve kararlı bir şekilde deklare etti. Hem de defalarca. Çünkü Menbiç’teki PYD/YPG yani PKK varlığının da yok edilmesi gerekiyor. Yoksa yapılan Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı harekâtlarından beklenen sonuçların sıkıntıya girmesi söz konusu. O nedenle, TSK’nın Afrin gibi Menbiç’e gitmesi de kaçınılmaz. Tabii sonrası da Fırat’ın doğusu... Yani Türkiye’nin bekası için tehdit oluşturan teröristlerin hepten temizlenmesi. Bir başka deyişle de ABD’nin kirli oyununun bozulması... Nitekim ABD de bunun farkında ve inatla terör örgütü PYD/YPG’ye destek veriyor. Hatta yetkili ağızları ABD askerlerinin Menbiç’ten çekilmeyeceğini, teröristlere kalkan olacağını söylüyor. Dolayısıyla da son günlerde en çok tartışılan konuların başında NATO’nun iki üyesi Türkiye ile ABD arasında doğrudan çatışma olasılığı var...
Gerçekten Türk askeri ile ABD askeri karşı karşıya gelir mi, gelirse de ne olur?
Soruya yanıtı Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı, emekli Korg. İsmail Hakkı Pekin veriyor:
“Karşı karşıya geleceğini sanmıyorum. Bunların hepsi Türkiye’yi Afrin operasyonundan sonra sıkıştırmaya ve
Afrin, terör örgütü PYD/YPG yani PKK’nın en güçlü olduğunu iddia ettiği yerlerdendi. Öyle ki harekât olasılığının konuşulduğu Kasım 2017’de Türkiye’nin askeri operasyon düzenlemesi durumunda IŞİD’in Kobani’de yaşadığı yenilginin aynısıyla karşılaşacağını belirterek, “Afrin mezarları olacak” gibisinden tehditler savuruyorlardı. Tabii ABD ve Rusya’nın arkasına sığınarak... Şu an itibarıyla ise durum ortada. ABD’ye rağmen teröristlerin tepesine binen TSK, dağları, köyleri tek tek temizliyor. Üç dört ay öncesinde atıp tutan PYD/YPG’liler de çocuk, kadın demeden sivilleri canlı kalkan olarak kullanıyor. Dahası, çocukları zorla silah altına alıyor, bölgeden gitmek isteyenlere de baskı, zulüm uyguluyor. Yani terör örgütü bu kez de temsilcisiyim dediği halkın arkasına sığınıyor. Dolayısıyla da BM verilerine göre Afrin’deki yaklaşık 350 bin civarında insan teröristlerce rehin alınmış durumda ve bölgeye insani yardım da engelleniyor. Dün bu konuyu Türk Kızılayı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık’a sordum. Öncelikle söylediği şuydu:
“350 bin sivilin yaklaşık 150 bini buraya dışarıdan, özellikle Halep’ten göç etmiş iç mülteciler. Afrin’deki bu insanların güneye Halep’e doğru en kolay çıkış yolları
ABD’nin FETÖ aracılı-ğıyla TSK’yı kontrol altına alıp, etkisiz hale getirmek istediği herkesce malum. Yani FETÖ’nün son 15 yılda TSK’yı tamamen kendi amaçları doğrultusunda yönlendirecek güce erişmesinin sadece bir imamın üniforma sevdasından kaynaklanmadığı biliniyor. Dolayısıyla da TSK bu pislikten arındıkça ABD’nin kirli oyununa darbe vurulduğu, vurulacağı çok açık. Ki bunun en güzel kanıtı da 2016’ daki El Bab ve halen başarıyla süren Afrin harekatları. Çünkü her ikisi de ABD’ye rağmen gerçekleştirilen hamleler. Tabi bundan sonrası için öngörülen Menbiç ve Fırat’ın doğusuna yönelik planlar da. O nedenle FETÖ’nün 15 Temmuz’daki başarısız darbe girişimiyle ortaya çıkan ABD’nin bu tezgahı farkedilmeseydi neler yaşanabilirdi konusunu da irdelemekte yarar var. Özellikle de Hava Kuvvetleri’nin hem yönetim katının FETÖ’nün eline geçmesi hem de savaş uçaklarını uçuran pilotların önemli bir kısmının onlardan olması nedeniyle...Örneğin Afrin Harekatı yapılır mıydı veya yapılırsa da bugün gurur duyduğumuz vatansever pilotların yerine F-16’ların kokpitlerinde FETÖ’cü hainler otursaydı neler olurdu? Sorunun yanıtını Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Başsavcısı emekli albay Ahmet Zeki Üçok ve