Terör örgütü DAEŞ’i bitirmek yutturmacasıyla bir başka terör örgütü YPG/PKK’yı silahlandıran ABD’nin gerçek niyeti neydi? Suriye’nin kuzeyinde bir terör ordusu kurmak. Nitekim bu konuda sadece binlerce TIR silah vermekle yetinmedi, teröristleri eğitti de. O nedenle, Zeytin Dalı Harekâtı bu açıdan da ders niteliğinde... Çünkü ABD her ne kadar Afrin beni ilgilendirmiyor dese de oradaki teröristler oluşturulmak istenen o ordunun bir koluydu ve onları bir anlamda test etti. Ve nihayetinde de anladık ki bir güç oluşturmak için silah önemli ama bunun adına ordu diyebilmek için yeterli değil. Hele de ortada TSK gibi bir ordunun varlığı söz konusu olduğunda. Niyesini emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz anlatıyor:
“O zihniyet öyle kolay oluşmuyor, muharebe sahalarından gelmiş bir şey, yüzyılların birikimi. Sonra bu ordu 1984’ten beri Güneydoğu’da savaşıyor. Birileri bugün çıkıp onu küçümsüyor ama o savaşlar, o mücadeleler olmasaydı bugün Türkiye’nin bu coğrafyada bütünlük arz ettiğini kimse iddia edemezdi. Dolayısıyla, bu ruhu iyi bilmek lazım. Tabii bir de bunun maddi boyutu var. Hava kuvveti var, topçusu var. Yani bir paramiliter güç böylesine düzenli bir ordu karşısında savaşamaz. Bu çok açık.”
Mehmetçik’e direne-meyeceğini anlayınca Afrin’deki PKK’lıların tüymesi ilk değil. Hatta geçmişte fazlasıyla da yaşanan bir gerçeklik. Örneğin, tarih 22 Mart 1995... Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik, 21 Mart’ta 35 bin askerle o güne kadarki en kapsamlı Çelik Harekâtı’nı başlatan TSK havadan terör kamplarını vuruyor. Karadan da Irak’ta 40 kilometre derinliğe ulaşan “komandolar” 3 bin teröristi çembere alıyor. Ve yaşanan ilk sıcak temasta 200 terörist etkisiz hale getiriliyor. Hemen ardından da ABD başta olmak üzere Batı dünyasından “Siviller hedef alınıyor” gibisinden uydurma algı operasyonları başlıyor ve bir an önce bölgeden çıkın baskıları geliyor. Her zamanki kararlılığını gösteren TSK’nın buna yanıtı da “Görev bitince çekileceğiz” oluyor. Sonrası ise malum. Masum öğretmenleri, sivilleri, çocukları katleden teröristler bölgeden kaçıyor. Yani 23 yıl önce gizliden silahlandırılan, desteklenenlerle, bugün ABD tarafından alenen korunan, kollanan PKK’lılar arasında yürek olarak pek fark yok. Dün bu durumu 23 yıl önce o harekâtı yöneten dönemin Jandarma Asayiş Bölge Komutanı emekli Korgeneral Hasan Kundakçı’ya sordum. Yanıtı şuydu:
“Bunlar sıkıya geldi mi kaçarlar. Çünkü
Mehmetçik Afrin’deki YPG/PKK’lı tüm teröristleri tek tek temizledi ve 18 Mart gibi çok anlamlı bir günde kente ayyıldızlı bayrağı dikti. Hem de ABD, İsrail başta olmak üzere birçok ülkenin teröristlerle birlikte saf tutmasına rağmen. Yani görüntü bölge halkına işkence yapan onları kalkan olarak kullanan teröristlere karşı yürütülen bir mücadele olsa da aslında bu yedi düvele karşı verilen bir savaş. Tıpkı 103 yıl önce Çanakkale’de olduğu gibi. Şöyle ki;
Türkiye ile sözde müttefik olan ülkelerin terör örgütü YPG/PKK’ya desteği silah, mühimmat ve parayla kalmadı, o ülkelerin bazı vatandaşları da bizzat teröristlerle birlikte Mehmetçik’e namlu doğrulttu. Dahası hem ABD hem de İsrail’in istihbarat desteği verdiği teröristlere sürekli takviye gönderildi. Bu arada da uluslarası kamuoyuna dönük siviller hedef alınıyor gibisinden alçakça bir algı oprasyonu yürütüldü. Çünkü Türkiye’nin orayı ele geçirmesini istemiyorlar, harekatı yarıda kesmesini ya da zor duruma düşmesini bekliyorlardı. Ama bu kirli oyun tutmadı ve ABD’nin 5 bin TIR silah ve mühimmat gönderdiği terör örgütü, Türkiye’nin geliştirdiği milli silahlar karşısında çaresiz kaldı. Darmadağın olan teröristler kaçacak delik aradı.
Trump’ın son değişiklik-leriyle ABD’de kim ne derse desin, sonunda Pentagon ve CIA’nın dediği olur gerçekliği ete kemiğe büründü. Yani, devletin tepesindeki tüm koltuklar generaller ve CIA elemanlarına teslim. Hem de en şahinlerine. Dolayısıyla da bu tablodan çıkarılan ilk sonuç, bundan sonra dünyanın işinin çok daha zor olacağı yönünde. Türkiye-ABD ilişkileri açısından bakıldığında ise daha kötüsü olmaz ama daha iyiye de gider mi gibi soru işaretleriyle dolu flu bir görüntü var. Dahası, bugün Ortadoğu’da dün de dünyanın dört bir köşesindeki tüm karışıklıklarda, kirli tezgâhlarda doğrudan parmağı olan CIA’nın başına getirilen Gina Haspel’in bu işlerin erbabı olması da endişeleri hepten artıran bir durum. Çünkü yeni manipülasyonlar, tetiklemeler söz konusu olabilir. Nitekim dün konuştuğum Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı emekli Korg. İsmail Hakkı Pekin’in öngörüleri de bu yöndeydi:
“CIA Başkanlığı’na getirilen Gina Haspel örtülü harekât dairesinin başkan yardımcısıydı. Bunun anlamı şu biz dahil bir çok ülkede ABD’nin örtülü faaliyetleri olacaktır, oluyordu ama çok daha fazla olacaktır...”
Neler olabilir mesela?
Devlet adamlarına suikastlar olabilir. Bazı yerlerde
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “ABD Öcalan’ı verip PKK’yı kontrol etti” sözleriyle yine bildik soruya odaklandık:
ABD, 1999’da Abdullah Öcalan’ı neden Türkiye’ye teslim etti?
Çünkü yanıt doğrudan dün Irak’ta, bugün de Suriye’de yaşananlarla bağlantılı bir durum. Özellikle de resmi terör örgütü listesinde olmasına rağmen ABD’nin PKK’yla olan iş birliği ve bir terör devleti kurdurma sevdası gibi her türlü kirli tezgâhı içeren bir filmin başlangıcı olması açısından. Dolayısıyla da Öcalan paketlendiğinde dönemin başbakanı merhum Ecevit’in “Neden teslim etti bunlar, ben pek anlayamadım” sorusunun yanıtı artık daha net. Niyesini o günlerdeki gelişmelerin yakın tanıklarından MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş anlatıyor:
“Öcalan bize teslim edilirken esasında Irak’ın işgali, yeni Irak Anayasası’nda Kürtlere federal bir statü yaratılması ABD politikasının hedeflerinden biriydi. Yani Öcalan’ın teslim edilmesi yaratılmak istenen bir Kürt statüsüne ulaşmak için ortaya konan araçlardandı. Ve bu hedef gerçekleştirilince burada silahlı mücadele içinde olan ve bir terör örgütü olarak ABD tarafından da kabul edilen PKK’nın aynı isim altında yaşam şansı mümkün değildi.”
Yani?
ABD’nin
Suriye’de bulunma gerekçesini DAEŞ’le mücadele diye yutturmaya çalışan ABD’nin kirli tezgâhındaki taktik neydi? Terör örgütü DAEŞ’i gösterip bir başka terör örgütü YPG/PKK’ya alan açmak. Ki bu alçak tezgâhla Fırat’ın doğusu veya Suriye topraklarının yüzde 30’u ve enerji kaynaklarının yüzde 50’si YPG/PKK’ya teslim edilmiş durumda... Aslında aynı taktik Fırat’ın batısı için de geçerliydi ama Türkiye önce Fırat Kalkanı, şimdi de Zeytin Dalı harekatlarıyla bu planı bozdu. Ve Fırat’ın doğusundaki teröristleri de temizlemek kararlılığını çok net ortaya koydu. O nedenle de ABD bir yandan TSK’nın Afrin operasyonunu geciktirmek için kirli yöntemlere başvururken diğer yandan da savaşı körüklemek adına kimyasal silahlar ve diğer gerekçelerle Suriye’yi vurmak için fırsat kolluyor. Hem de bugüne kadar pek fazla ortalıkta görünmeyen Ortadoğu’daki jandarması İsraille birlikte. Geçenlerde yapılan Trump-Netenyahu görüşmesi de bu sinsi planın işaret fişeği. Yani ABD bölgede çözüm değil kaos istiyor. Neler olabileceğini emekli Tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“ABD,İngiltere ve Fransa, Suriye’ye bir operasyon planı yapıyorlar. Hedefleri de ülkeyi iç savaşın en ateşli olduğu 2015’lerdeki
Türkiye-ABD ilişkilerinin bozulmasındaki başat neden ABD’nin terör örgütü PYD/YPG veya PKK sevdası. Yani teröristleri silahlandırması, koruyup kollaması ve bir terör devletinin yolunu açması. Hem de PKK’nın ABD’nin resmi terör listesinde olmasına, CIA’nın da PYD’yi PKK’nın Suriye kolu olarak açıklamasına rağmen. Dolayısıyla da ikiyüzlü bir ABD söz konusu. Peki, bu yeni bir durum mu ya da sürpriz mi? Değil. ABD’nin ta 1990’lı yıllarda başlayan Ortadoğu’daki stratejik yönelimi istikametinde gelişen bir süreç. Tek fark, daha önceleri gizli yapılmaya çalışılan desteğin bugün aleniyete, hatta resmiyete dönüşmesi. O nedenle de ABD’nin geçmişteki PKK’ya kol kanat germe olayları ve bir Kürt devleti kurdurma çabalarını irdelemekte yarar var. Örneğin;
Cudi Dağı’nda TSK tarafından kıstırılan bölücü terör örgütü elemanlarına Diyarbakır’dan kalkan ABD helikopterlerinin malzeme attığı tespit edildi. Bir askeri tim olay yerine PKK’lı teröristlerden önce ulaşarak 27 çuval malzemeyi ele geçirdi. Çuvallardan yiyecek giyecek, sıhhi malzeme çıktı. ABD’liler olayı doğruladı, ancak malzemenin yanlışlıkla atıldığını söylediler. (14 Ocak 1992)
ABD’nin Kuzey Irak’ta oluşturmaya çalıştığı Kürt devletinin
ABD’nin PYD/YPG ve Suriye politikası tam anlamıyla yalandan burnu uzayan Pinokyo serisi gibi. Özellikle de Türkiye-ABD ilişkilerinin normalleşmesine dönük çözüm görüşmelerinin öncelikli gündemi Menbiç açısından. Çünkü ABD defalarca terör örgütü YPG/PKK’nın Fırat Nehri’nin batısına geçmeyeceği sözünü verdi. Ancak sözünde durmayıp YPG’li teröristleri, 2016 yazında nehrin batısına ilerletti. Sonrasında da ABD’nin ikinci yalanı geldi ve DAEŞ’in Menbiç’ten çıkartılmasıyla YPG/PKK’nın buradan çekileceği şeklinde Türkiye’ye yeni bir güvence verdi. Tabii bu güvencesi de boşa çıktı. Dahası, ABD, Fırat Kalkanı Harekâtı’nın dayandığı Menbiç sınırlarında terör örgütünü korumak adına kendi askerlerini konuşlandırdı, bayrağını sallandırdı. An itibarıyla da durum öyle... Yani ABD hâlâ teröristlere hamilik yapıyor. Bu arada da Afrin’den sonra hedef Menbiç diye kararlılığını çok net ortaya koyan Türkiye’yi engellemek adına yalanlarına devam ediyor. Örneğin, ABD Menbiç’ten vazgeçebilir iması ya da Tillerson’ın yaptığı YPG’yi Menbiç’ten çıkaralım, kentin yarısında güvenliği ABD, yarısında da Türkiye sağlasın teklifi gibi. Yani tamamen zaman kazanmaya odaklı kirli bir tezgâh daha söz konusu. Şöyle ki;