Yunanistan’ın Kandil’i olarak bilinen terör kampı Lavrion’un kapatılması önemli ama söz konusu kirli ilişkilerden sabıkalı bir komşu olduğunda kuşkulanmamak elde değil. Çünkü Türkiye, bu kampın terör yuvası olduğunu söylüyor yıllardır, bunu Türk istihbaratı da belgeleriyle defalarca ortaya koydu. Hatta, Türkiye’de yakalanan birçok terörist, Lavrion Kampı’nda bölücü terör örgütüne katıldığını, orada silah, bomba eğitimi aldıklarını itiraf etti. Mesela daha geçen yıl, 2022’de bu kampta eğitilip İstanbul’a eylem yapmak üzere gelen PKK bölücü terör örgütü üyesi bir terörist yakalandı. Yine geçen yıl, Kasım 2022’de Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde 6 kişinin hayatını kaybettiği, 81 kişinin de yaralandığı bombalı terör saldırısını gerçekleştiren Suriye uyruklu kadın terörist ile beraberindeki diğer PKK/YPG’liye Yunanistan’a kaçma talimatı verildiği ortaya çıktı. Yakalanmasalardı o alçaklar da soluğu yıllardır terör
CHP’de “değişim” ya da yenilenme demeyen hiç kimse yok. Bu anlamda CHP tek ses ama değişimden, yenilenmeden beklenti nedir denildiğinde her kafadan farklı bir ses çıkıyor ve manzara tam anlamıyla curcuna. Kılıçdaroğlu kendisi hariç her şey değişebilir havasında. O’nun değişmesini isteyenler ise yekten çıkıp varım demiyor. Kılıçdaroğlu’nu kendiliğinden koltuğundan kalkmaya zorluyor ya da umuyorlar. Ama olmazsa da ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını ortaya koymuyorlar, koyamıyorlar. Niyesi Kılıçdaroğlu’nun CHP delegeleri üzerindeki ağırlığı ya da hâkimiyeti. Yani Kılıçdaroğlu istemediği sürece mevcut delege yapısıyla koltuktan indirmek zor. İstediği sürece oturabilir. Dolayısıyla, hafta başında başlayan mahalle delege seçimleri bu değişim tartışmalarında en kritik süreç aslında. Çünkü CHP’de İlçe kongrelerinde oy kullanacak olan delegeler, tüm üyelerin katıldığı ve oy kullandığı mahalle kongrelerinde seçiliyor. Bu İlçe delegeleri, İlçe kongresinde İlçe Başkanı’nı, İlçe
Bayram tatili süresince CHP’deki kronik kurultay ve koltuk tartışmaları hariç iç siyaset rölanti durumundaydı… Dış politika ise NATO üyeliği konusunda Türkiye’nin onayına ihtiyacı olan İsveç’teki yeni bir Kur’an-ı Kerim yakma alçaklığı nedeniyle daha Kurban Bayramı’nın ilk gününden itibaren oldukça gerilimli ve hareketliydi. Hala da öyle… Zira İsveç tam bir kepazelik örneği vererek inatla “Bizde ifade özgürlüğü oldukça geniştir ve bu tür gösterilerin yapılabiliyor olması da demokrasimizin bir parçasıdır” noktasında... Dahası hiç utanmadan ABD’de bu aşağılık duruma “Bunu kınıyoruz ancak ABD aynı zamanda ifade özgürlüğünü ve barışçıl toplanma hakkını demokrasinin unsurları olarak görüyor” diyerek göz yumar bir pozisyon aldı. Bozacının şahidi şıracı durumu yani. Dolayısıyla İsveç’te daha önce Türk Büyükelçiliği şimdi de camii önünde peş peşe gelen, Türk kamuoyunu rahatsız eden kuts
CHP’deki değişim tartışmalarında Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu arasında ilginç bir dolaylı polemik yaşanıyor... Her ikisi de doğrudan kendi ağızlarından yıpratıcı çıkışlar yerine imalar, ya da ikinci, üçüncü kişiler veya gitsin-kalsıncı taraftarlar üzerinden birbirlerini topa tutuyor. “Kalsıncılar” yerel seçime Kılıçdaroğlu başkanlığında gidilmeli aksi taktirde CHP ve Millet İttifakı parçalanabilir ve sandıkta hezimet yaşanabilir görüşünde. “Gitsinciler” ise “kurultay seçimden önce yapılmalı, genel başkan, yönetim değişmeli, buna bağlı olarak da partiye heyecan ve moral gelmeli yoksa sandıkta hezimet yaşanabilir” diyor. Yani CHP’nin tepe koltuğuna odaklı bir proksi/ vekalet savaşları ya da kavgaları! var aslında. Taraflar yekten birbirlerinin karşısına çıkmadan, yüz yüze gelmeden, göz göze herhangi bir mücadeleye girmeksizin partili bazı isimler, gruplar, teşkilat, bazı medya unsurları, hatta kamuoyu yönlendirilip kullanılıyor. Dahası her iki taraf açısından da en popüler argüman yine
Rusya’daki Wagner kalkışmasında öngörüler daha çok Putin’in sırtından hançerlendiği şeklinde. Putin bile böyle yorumladı, hatta devlet kahramanlık madalyasıyla onurlandırdığı Wagner’in patronu en yakın arkadaşı Prigojin’i hain ilan etti. Bu bağlamda da ne denildi hep? Putin’i en çok öfkelendiren nokta istihbarat anlamında duvara toslamak olmalı. Çünkü Sovyet gizli servisi KGB’nin eski bir ajanı olan Putin’in şimdilerde emrindeki Rus istihbarat birimleri süreci yönetemedi. Daha doğrusu, ABD gizli servisi CIA ve İngiliz gizli servisi MI6 karşısında çuvalladı. Çünkü Amerikan medyasında CIA’nın Wagner’in kalkışma hazırlığını haziran başında öğrendiği ve Beyaz Saray’ı derhal bilgilendirdiği iddiaları yer aldı. Ama aynı haberin detayında şu da vardı:
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de Prigojin’in kendisine karşı hamle yapma hazırlığında olduğunu en az 24 saat öncesinden biliyordu. Putin’in bunu neden engellemediği ya da önlem almadığıysa gizemini koruyor. Dolayısıyla, geldiğimiz noktada Putin kalkışmayı
Demokrasilerde muhalefet, özellikle ana muhalefet iktidarın alternatifidir. Kendini, ilkelerini, topluma sunar ve vatandaşı, seçmenleri ikna etmeye çalışır. Dolayısıyla iktidar olmak isteyen bir siyasi parti ya da partiler öncelikle bir hedef koymak ve bunu çok net bir şekilde halka anlatmak zorunda. Neyi nasıl yapacağı konusunda farkını fark ettirmek ve toplumun güvenini kazanmak durumunda. Peki ülkede uzunca bir süredir “muhalefet” denilince akla gelen ne? İktidarın yaptığı doğru- yanlış her şeye muhalif olmak, günlük popülist söylemlerle vatandaşın gazını almak ya da aldığını sanmak. Ve bunu da kendilerince iktidar yürüyüşünün tek formülü görmek! Böyle olunca da sandıkta başarı gelmiyor elbet. Ama hatalarını da kabullenmek istemiyorlar. Bunun son örneği de daha yeni yaşandı. Masada yenildi, içildi, arada bir yaşanan bazı huzursuzluklar dışında genelde muhabbet de hoştu, “mutlak kazanma” noktasında muhalefet seçmen kitleleri de inandırıldı ancak sandık gerçeği ortaya çıkınca da muhalefet cephesinde “ça
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake’in, ülkesinin DAEŞ’le mücadele adı altında PKK/YPG/PYD ile yapılan ortaklık yerine Türkiye ile ortaklık düşünüp düşünmediği sorulduğunda verdiği yanıt insan zekâsıyla dalga geçecek cinsten:
“Buradaki ortaklıklar ve çabaların her zaman için taktiksel, durumsal ve geçici değerlendirildiğini her zaman söyledim. Bizim oradaki hedefimiz DAEŞ’ten kurtulmak. Türkiye zaten DAEŞ karşıtı kampanyanın ortağı, hep iletişim halindeyiz. Bazı farklılıklar olsa da bunları çözmeye çalışıyoruz. Eğer DAEŞ’ten kurtulmak için misyonumuzu yerine getirmek için farklı yöntemler varsa bunları da dikkate alırız.”
Yani ABD’nin tek derdi, mücadelesi dünyayı terör örgütü DAEŞ belasından kurtarmak. Terör örgütü PKK/YPG/PYD ile olan hemhal durumu da bu misyon gereği bir zorunlu taktiksel birliktelik!.. Eğer DAEŞ’ten kurtulmak için daha başka çözüm formülü söz konusuysa, ona da varız!
CHP’de en tepe “koltuk kavgasında” kısır döngüye devam. Biri “Kalk, o koltuk benim hakkım” diyor, diğeri “Olmaz, önümüzde bir seçim daha var”, “Değişimse gerekeni yaptım” bahanesiyle direniyor. Her ikisi de “Omuz omuza verelim, biz nerede hata yaptık, halktan nasıl koptuk?” deyip ortak çözüm üretmek yerine, bildik “Sen git, ben geleyim” mantığıyla koltuk sırası kolluyor. Üstelik bunu Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun çevresindekiler de “kendi koltuklarını korumak” hesabıyla körüklüyor. Yani zincirleme bir koltuk kavgası var aslında. Çünkü partide söz sahibi olan ya da olmak isteyen belli bir kesim, isimler tüm koltukları kendileri için hakkı müktesep (kazanılmış hak) olarak görüyor, öyle düşünüyor ve asla vazgeçmek istemiyor. Dolayısıyla, onca seçim kaybına ve kamuoyu baskılarına rağmen koltuğundan ayrılmak istememe durumu sadece Kılıçdaroğlu değil, Genel Merkez üst yönetim koltuklarını hakkı müktesep