Beykoz Belediyesi geçen hafta, Beykoz Konakları’nın bulunduğu Saip Molla Özel Ormanı’nda bordo berelileri kıskandıracak bir operasyon yaptı. Saat 05.00’de çelik telleri keserek bölgeye sızan öncü timler K9 köpeği dobermanı ilaçla uyutup etkisiz hale getirdi. (görüntüleri ve veteriner raporu var) Çevre güvenliği sağlanınca da lojistik birlikler alana girdi. Site sakinleri dozer homurtularıyla uyandığında artık çok geçti. Yol operasyonunun ilk aşaması bitmiş, ağaçlar kesilmişti. Sitenin spor kompleksi de kullanılamaz hale getirilmişti.
Konuyu duyunca Beykoz Belediyesi’ni aradım.
Gelen bilgi “Acarkent-Beykoz Konakları arasında yol çalışması yapıldığı, vaziyet planında bu yolun yer aldığı, yapımı için sitenin taahhütte bulunduğu, yapmayınca da belediyenin müdahale ettiği, sitenin de şikayetçi olmadığı” yolundaydı
Savaş alanı gibi
Dün olay yerindeydim. Kesilen ağaçları, spor tesisi kalıntılarını gördüm. Tam gaz faaliyetteki dozerleri izledim. Sonra da site yönetimini dinledim. Duyduklarım, belediyenin bilgileriyle taban tabana zıttı. İşte anlatılanlar:
“Belediye, kamulaştırma kararı, Orman Genel Müdürlüğü’nden alınmış izin olmaksızın site arazisine izinsiz girip yol çalışması başlattı. Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğü, belediyeden (06.12.2012 tarih ve 1540 sayılı yazı) izinsiz ve kaçak durumdaki yol inşaatının derhal durdurulmasını istedi.
Beykoz Belediyesi, site arazisinden geçecek olan yolun imar planında işli olduğunu beyan ediyor ama, planı tarafımıza vermiyor.
Kamulaştırma kararı alınmadan, mahkeme kararı olmaksızın başlatılan çalışma haksız müdahale demektir. Bu aynı zamanda özel ormanda ve SİT alanında kaçak inşaat yapmak suçlarına da girer. Konuyla ilgili Beykoz 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne de başvuru yapıldı.”
Özetle, karşılıklı anlaşmanın aksine site yönetiminden belediyeye açık bir tepki vardı. Ancak bu yoldan çok, belediyenin yöntemineydi...
* Kiptaş Kayabaşı Konutları’nda 5 bin civarında insan yaşıyor. Güçlükle bir spor sahası yaptırıldı. Ancak taşeron firma o kadar özensiz çalıştı ki; yağmurdan saha çöktü. Sahanın içindeki beton duvar top oynayanlar için tehlike yaratıyor. Kenarı uçurum. Çevresindeki ip filelerin alt kısımda bulunan çelik tellerle değiştirilmesi gerekiyor. Site dışına bakan kısımda alçak bir tel var. Buradan da yabancılar rahatlıkla atlayıp girebiliyorlar. Sahanın aydınlatma sistemi de yok. Akşamları oynayamayan yetişkinler hafta sonları çocukların maçlarına müdahale ediyor.Site yönetimi tamamlanması gereken bu eksikler için ekstra para talep ettiklerini söylüyor. Herkes taşeron firmanın ve Kiptaş’ın keyfini bekliyor. (Memduh Seyman)
Emlakçı gözüyle Taksim projesi
Bölgenin en eski emlakçısı Ahmet Bircan, şöyle diyor:
“Proje değer artışı değil tam tersine (dolar bazında) yüzde 10 düşüş yarattı. İnsanların nefes alacakları tek yer Gezi Parkı’ydı. Şimdi ağaçlar kesiliyor. Topçu Kışlası diye surlarla çevrilecek.
Gümüşsuyu Caddesi’nin kendine has güzelliği de yok olacak. Burada tünel olursa gürültüden durulmaz. Benim de dairem var ve rahatsızım.
Taksim Dayanışması üyeleri projeye karşı topladıkları 30 bin imzayı yarın Eminönü’ndeki 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na verecek. Semt sakinlerinden Nazlı Eğinlioğlu “Kurulun red kararı, parkın kışlaya çevrilmesi onundeki tek engel. İmzalarla, hem semt sakinlerinin projeye tepkisini göstermek, hem de kuruldaki projeye karsı olan üyelere destek vermek istiyoruz” diye konuşuyor.
Havaalanında güvenlik skandalı
80 yaşındaki Lütfiye Arslan’a Tokat Medical Park Hastanesi’nde beyin embolisi teşhisi konuldu. Yalnız yaşadığı için kendisine bakması zordu. Aile tedavisi için İstanbul’daki kızlarının yanına gitmesine karar verince de yola çıktı. Sonrasını Lütfiye hanımın 4 Aralık 2012 tarihinde Tokat Cumhuriyet Savcılığı’na yaptığı suç duyurusundan okuyalım:
“27 Kasım 2012 tarihinde Borajet Havayolları 11.00 uçağı ile İstanbul’a gitmek üzere Tokat Havaalanı’na küçük kızımla geldim.1 adet valiz, 1 karton kutu ve 2 adet el çantalarımızla X-Ray cihazından geçtik. El çantam iki fermuarlı bölümden oluşuyor. Bir bölümde emekli maaşım diğer bölümde de yıllardır biriktirdiğim küçük bir poşete sarılı 26 çeyrek, 2 yarım altınımın olduğu poşet bulunuyordu.
Kadın görevli biniş kartlarını hazırlarken kızım rahatsızlığımı söyledi. Doktorla konuşurken bagaj sorumlusu el çantalarımızı istedi. İlk kez uçağa bindiğimiz için ‘herhalde usul böyle’ diye verdik.
Doktor ‘uçağa binmesinde sakınca yoktur’ raporunu verdikten sonra bir görevli el çantalarını teslim etti. Uçağa binip İstanbul’a indik. Bir gün sonra kendime geldiğimde çantama baktım. Poşet yerinde duruyordu ama altınlar yoktu.
Torunum DHMİ Güvenlik Müdürü’nü aradı. Müdür, havaalanından sorumlu vali yardımcısının aranılmasını önerdi. Vali yardımcısı ‘Kamera kayıtları için havaalanı amirini arayın. Bunu yapan kayıtları da silebilir’ dedi. İdare amiri ise havaalanında güvenlik kamerası olmadığını söyledi. X-Ray cihazının görüntülerinin kayıtları da tutulmuyormuş!”
Şokakta, evde, okulda, bakkalda var, havaalanında kamera yok. Güvenlikten sorumlu vali yardımcısının da “kamera olmadığından” haberi yok. Allah’tan bu adi bir hırsızlık olayı. Ya terör saldırısı olsaydı...