Dün Kadıköy’deki mitinge giderken gördüğüm manzaradan çok daha küçük şeylerle karşılaşacağımı umuyordum. Eninde sonunda bir taraftar organizasyonuydu ve sosyal paylaşım ağlarından duyuruluyordu. Sanki bir anda ortaya çıkmış bir fikir gibiydi ve belli bir taraftar grubunu temsil ediyordu.
Ancak öyle olmadığını alana girdiğim andan itibaren fark ettim; etkilendim.
Fenerbahçe taraftarı bambaşka bir şeye; dipten gelen bir dalga hareketine dönüştü artık.
3 Temmuz gününden sonra Fenerbahçe yönetimindeki kişilerin şaşkınlığını ve ne yapacaklarını bilmez bir şekilde bekleştiklerini yazmıştım. Belki haksız de değillerdi; ne olduğunu bilmedikleri gibi anlamaya çalışıyorlardı.
Oysa Fenerbahçe taraftarı duruma anında tepki verdi.
Önce futbolcularının Topuk Yaylası’ndaki yalnızlığına ortak olmak için Düzce’ye koştu. Akşam Bağdat Caddesinden Kadıköy’e uzanan bir yürüyüş gerçekleştirdi. Araçlarına bindi, İstanbul trafiğinden başkanına koştu. Avrasya Koşusu’na katıldı.
Kulübe verdiği ekonomik desteğin karşılığı ise çok önemliydi.
Ve dün Kadıköy’de bu ülkede pek alışılmadık bir şekilde tepkisini mitingde ortaya koydu.
Öylesine dengeli bir karşılaşma oynanıyordu ki 1. periyodu Fenerbahçe Ülker, 2. periyodu Cantu 1 sayı ile önde kapattı, devre de berabere sonuçlandı; üçüncü periyoda her iki taraf maçı kopartmak için ilk yarıdakinden çok daha kararlı ve agresif çıktı ancak 24-24 tamamlandı.
Ve ne olduysa o son periyotta yaşandı bitti!
Ölür müsün, öldürür müsün?
Bir tarafta İspanya’da Bilbao, Laboral karşısında büyük farkla maçı önce götürüyordu. Diğer taraftaysa İtalya’da Fenerbahçe Ülker’in yapacağı tek bir hata aylardır süren büyük emeğin heba olması; her şey bir tarafa o gösterişli Ülker Arena’da bu sene Euroleague maçı oynanamaması demekti.
Kim bilir belki de bu maçın sonrasında oluşacak tablo Final Four’a kadar uzanacak sürecin başlangıcı olacaktı?
İşte böylesine hassas dengeler üzerine kurulmuş maçı toplamda oyunda kaldığı 10.26 dakikalık süre içinde iki darbeyle Fenerbahçe’ye çevirdi Engin Atsür. Periyodun ilk hücumunda kendisinin ilk sayılarını atarken tam bir dakika sonra potaya gönderdiği üç sayılık atışla İtalyan Cantu’nun iradesini teslim alıyordu.
Engin Atsür’ün sadece 5 sayı ile ateşlediği fitil, Bogdanoviç ve Oğuz Savaş’ın üst üste basketleriyle Cantu potasını üst
Semih’in kafayla indirdiği topu kaleye göndermek yerine vurmayı bile beceremeden dışarı atan Bienvenu’nun pozisyonu sonrasında futbol kamuoyunun genel düşüncesi Fenerbahçe’nin santrafora ihtiyacı olduğu yönünde olmalıydı.
Bienvenu karşılaşma boyunca Fenerbahçe’nin girebildiği iki pozisyonun birini az farkla dışarı atarken, diğerinde futbol acemisi görüntüsündeydi.
Hiç kuşkusuz bir santrafor oyuncusu için gol atılması gereken bir eylemdir; kaçırdığında bütün dikkatler üzerinde toplanır. Aynen son topu kaptırmaması beklenen defans oyuncusu veya basit bir gol yememesi gereken kaleci gibidir.
Fenerbahçe’nin dün Antalyaspor karşısında sergilediği futbol gol atmaya uzak bir oyundu. Bilgisayardaki basit bir duvar örme veya yıkma oyununa benziyordu. Defanstan çıkan toplar orta sahada dikine paslarla tekrar defansa geri gidiyor; hasbelkader orta sahaya geçen top bu sefer orta saha oyuncuları arasında dikine veya yanlamasına tek paslarla dolaştırılıyor; arada sırada da Semih veya Bienvenu ile aynen duvar tenisindeki gibi çarptırıp geri dönecek şekilde dikine oynanıyordu.
Bu topların hiçbirinde rakip defansı zorlayacak hamleler, başka maçlar gördüğümüz alan boşaltmalar veya
Maçın oynanmasına iki gün kalmışken Trabzonspor yönetiminin Fenerbahçe aleyhine yaptığı açıklamalarla daha da gerginleşmiş ortamı futbolcuların centilmenliklerinin dengelediği bir karşılamanın sonunda gülen taraf ev sahibi oldu.
Trabzonspor çok arzu ettiği Şampiyonlar Ligi macerasından mental ve fiziksel olarak yorularak dönüyor. Bu trafiği takım halinde kaldıramadılar. Bir hafta içinde aldığı üç yenilgi ile de hem şampiyonluk umutlarını azalttı hem de iyice dibe vurmuş oldu.
Fenerbahçe’nin nerelerden geçtiğini bütün Türkiye takip ediyor. Üstelik ne büyük tesadüftür ki Fenerbahçe’nin oynayacağı her karşılaşma öncesinde bir takım yayın organlarında operasyona ait yeni belgeler kamuoyuna servis ediliyor; maçın önüne geçecek tartışmalar yapılıyor.
Haliyle de Fenerbahçe taraftarı her geçen gün biraz daha geriliyor. Dün stadyumda büyük bir gerilim vardı. Ancak taraftar bütün öfkesini Shaktar maçında boşaltmış olacak sahaya en ufak fiziki bir müdahalede bulunmadı.
Fenerbahçe’nin üzerindeki şaibenin ve süren davanın etkisinin ancak ligde başarılı olmasıyla ortadan kalkacağını veya zayıflayacağını daha ligler başlamadan önce yazmış, tartışmıştık.
Fenerbahçeli futbolcular
Fatih Terim bu sezonunun belki de en rahat günlerini yaşıyor; doğru kadroyu buldu ve saha kenarında aynen bizim gibi sadece takımının oyununu izliyor.
Buradaki kritik nokta futbolcularının form düzeyi ile bağlantılıdır. Hiç kuşkusuz takım içindeki yardımlaşmanın etkisi de büyüktür. Yoksa çift forvetli oyun anlayışının ülkemiz futbolundaki riskleri ortadadır.
Elmander-Baros ikilisi ileride ve orta alanda presli oynamasa bu taktik diziliş Galatasaray’ın başını ağrıtabilir.
Baros ülkemize gelmiş en iyi santraforlardan biri ve sakat olmadığı sürece Galatasaray’a en fazla katkı sağlamış futbolcudur. Elimde bunu destekleyecek sayısal veri yok ama bir çalışma yapılsa (belki de vardır) geldiğinden bu yana Galatasaray’a en fazla puan kazandıran oyuncu olduğu ortaya çıkabilir.
Dün Galatasaray’ın attığı golde geçen hafta konuştuğumuz ceza sahası içinde çok adam bulundurmasının büyük önemi vardı. Kalecinin büyük hatasını Baros topa dokunarak puana dönüştürüverdi.
Galatasaray rakip alanda çok çabuk kalabalıklaşıyor. Bir anda dört kişi oluveriyorlar. Bu da dün özellikle Orduspor’un da baskılı oyunu karşısında kendi alanında kabullendiği maçın Galatasaray adına taktiksel kurgusu
Demokrasi sınıflar (güçler, iktidar alternatifleri) arasındaki çatışmanın, mücadelenin, rekabetin konsensüs sağladığı alanları tariflendiren geniş bir protokoldür. Konsensüs dediğimiz uzlaşma süreci çok uzun zaman içinde gelişmiş tartışmaların sonunda oluşan düşünsel faaliyetlerle desteklenir.
Bu nedenle tartışmak, saçma da olsa fikir üretmek, yanlış bile olsa soru sormak insan aklını geliştirir, güçlendirir.
Türkiye demokrasisi en büyük eksikliği fikri üstyapısının kendisini tam olarak şekillendirememiş olmasından çekiyor.
Çatışma, mücadele ve rekabet en üst düzeyde yaşanırken bu maddi ortamın yarattığı nedensellikler ülkemizin düşünce platformunda karşılığını bir türlü üretemiyor.
Oysa felsefeden biliriz ki nesnel dünyanın nedenselliğinden kaynaklanan düşünce, fikir maddi olanın çok ötesine geçebilir.
Buradan ütopyalara ulaşırız ki geleceğimizi şekillendiren bütün projeler, hayaller, istek ve arzular bu dünyanın bir parçası olarak sahne alır.
Birçokları için sıkıcı gibi gözüken hatta belki de okumaktan vazgeçilen bu giriş metnini neden yazma ihtiyacı duydum?
3 Temmuz’dan bu yana güncelimizde bir operasyon ve artık iddianame yoluyla bir dava var. Futbolsuz geçen g
Çarşamba akşamı Aykut Kocaman Arena’da takımın alışıldık tüm yapısal kurgusunu değiştirmişti. Bienvenu sağ kanada çekilmiş, Alex en uçta ve merkezde oyun kurmaktan çok kesmek üzerine görev alan iki oyuncu tercihi kullanmıştı.
Büyük takımlar sahaya futbol oynamak üzere çıkmalıdır. Futbolda orta sahada hangi oyuncu tercihleri yapıyor olduğunuz nasıl oynayacağınızı gösterir.
Stoch, Emre, Selçuk, Özer’den kurulmuş bir orta alan karakteri gereği ayağında daha fazla top tutacaktır. En kötüsü yaratıcılık niteliği daha güçlü olacaktır.
Dün bu diziliş ve kadro üzerine düşen görevi özellikle ilk yarı harfiyen uyguladı.
Alex ve Semih’le yapılan dikine tek paslarla ikili, üçlü oyunlar rakip kaleye doğru boş alanlar yaratan pozisyonlara dönüştü. Görsel olarak da izleyenlere keyif verdi.
Bu tek paslı oyun kurgusu içinde Bursasporlu oyuncuların etkileri çok azaldı.
Stoch’un boş koşularına eşlik edecek başka bir hızlı oyuncu olmaması Fenerbahçe’nin yıllardır yaşadığı kontratağa çıkamama rahatsızlığını net olarak ortaya koydu. Alex’in verdiği müthiş ara paslara koşan Stoch rakip defans oyuncularıyla yalnız mücadele etmek zorunda kaldı. Ancak o pozisyonlarda dahi şut çekebilecek
Maç boyunca Şenol Güneş elinde tuttuğu deftere bir sürü notlar aldı. Bu notları ne şekilde değerlendirdiği konusunda bir fikir edinemiyoruz çünkü Trabzonspor, Beşiktaş karşısında nasıl oynamış ve ne türden çaresizlikler içinde kalmışsa çok daha ağırını Galatasaray maçında yaşadı.
Burak Yılmaz rakip takımın defansı ile orta alana yakın bir yerde ve aynı çizgi üzerinde oynadığında inanılmaz etkili bir oyuncu olduğunu her seferinde gösterdi. Ancak defans kendi kalesine yakın oynayıp Burak’ın topla uzun mesafeli koşuşunsa izin vermediğinde genç oyuncunun bütün etkinliği yok oluyor, sıradanlaşıyor.
Trabzonspor üst üste oynadığı bu iki büyük maçta gösterdi ki başka bir oyun planı da yok.
Şenol Güneş bu maçı kaybedeceğini anlamış olacak oyuna müdahalede bulunmak yerine not tutmayı tercih etti. Böylece her geçen dakika takımının çaresizliğini arttırdı. Trabzonspor da oyunu bıraktı. Özellikle ikinci yarıda sahada mücadele etmeyen bir takım izledik.
Genel istatistiklere baktığımızda Galatasaray’ın Trabzonspor’a karşı iki kat daha fazla pas yapmış olduğunu ve 13 dakika ekstra topla oynadığını görüyoruz. Bu şampiyonluk mücadelesi veren bir takım için oldukça kötü bir veridir;