Mancini, Kupa maçı sonrasında ne demişti; “3 öğün savunma çalışmalıyız.” Bunun karşılığının iki yerine üç stoperli oyun olacağını dün gördük. Çok uzun zaman sonra üst düzey takımlarımızdan biri 3-5-2’yi andıran bir taktikle sahaya çıktı.
Galatasaray Sneijder ve Drogba’nın takıma girmesiyle birlikte Fatih Terim yönetiminde Melo’nun iki stoperlerin önünde orta sahada diamond denilen şekilde diziliyor, kenar oyuncularının sarkık oynaması nedeniyle de (özellikle savunmada üç futbolcu ile kalarak) 3-5-2’ye benzer bir anlayışı sahaya yansıtıyordu.
Galatasaray'ın Beşiktaş karşısındaki oyun yapısı
Ancak bu klasik bir dizilişten çok oyunun genel karakteri gereği ortaya çıkan bir sonuç oluyordu.
Dün Elazığspor karşısında Gökhan ile Chedjou’nun arasına Ceyhun’u alarak başlayan Mancini ülkemize geldiği günden bu yana yaptığı arayışını sürdürmüş oldu.
Bu üçlünün hemen önlerinde Yekta pozisyon almış, Melo orta sahada biraz daha hücuma katkı verecek şekilde Selçuk’la tandem oluşturmuştu.
Melo’nun orta sahadaki duruşu Galatasaray’a ilk geldiği sezondakini hatırlatan bir oyunla desteklenince etkili oldu. Özellikle geriden Drogba ve Burak’ın önlerine attığı toplar Elazığspor kalesi
Hiçbir takım, oyuncu sahaya kaybeymek için çıkmaz, en azından futbol oynama isteği vardır ve ortada bir mücadele varsa orada galibiyet aranır.
Fenerbahçeli oyuncular da bunu istediler; ancak olmadı. Çünkü Fethiyesporlular Fenerbahçelilerden çok daha fazla istiyorlardı bu maçı kazanmayı; mesele kupayı, maçı kazanmak değil, iş Fenerbahçe’ye karşı sahadan başı dik ayrılabilmek.
Burada profesyonel/amatör ruh farkı devreye giriyor.
Aslında profesyonel olan bu işi mesleği gereği yaptığı için sahaya çıktığında kimseden bir şey beklemeksizin futbolunu ortaya koyabilmelidir. Çünkü o sahada bulunmasının karşılığında bir para alıyorlar.
Ancak ülkemizde bu işler böyle işlemiyor.
Mesela taraftar; kaç kişi vardi tribünlerde? Bir Süper Lig maçı görüntüsünün çok uzağındaydı taraftar sayısı. Peki nberedeydi bu insanlar?
TT Arena’nın yeri malum insanlar zaten bin bir güçlükle gidiyorlar Kadıköy öyle mi?
Demek ki sadece profesyonel oyuncu değil, taraftar da maç seçiyor.
Pazar akşamı sahaya çıkan diziliş, oyun anlayışı, taktikle dünkü Galatasaray arasında büyük farklar vardı.
Bir takımın genel karakterini kadro ne kadar belirlemelidir?
Takımın teknik patronunun oyuna katkısı nedir?
Bir takımın yedekleri as kadronun sezon boyunca takım içinde ne yapıyor olduğu ile ne kadar ilgili olmalıdır?
Kupa maçları bize bu soruların cevaplarını takımlar ölçeğinde vermiş olacaktır.
Dün bu anlamda Galatasaray hiç de iyi sınav verdiği, geçer not aldığı söylenemez.
Karşılaşmanın 51. Dakikası, Bruma orta sahanın biraz önünde aldığı topla önüne gelen kim varsa çalımlayarak ceza sahasının içine giriyor, kaleciyi de geçiyor, sonra başka birileri geliyor; onları da geçiyor...
Beşiktaş’ın 4-3 kazandığı 2005’teki derbi Fenerbahçe’nin Beşiktaş’a karşı futbol olarak çok üstün olduğu bir maçtı. İlk 30 dakika Anelka’nın sağ kanattan getirdiği toplar siyah beyazlı ekibin savunmasını çaresiz duruma düşürmüş ancak top bir türlü kaleden içeri girmemişti. Üstüne de Beşiktaş her atak girişiminden golle dönmüştü.
İstatistiksel olarak bakıldığında Fenerbahçe-Beşiktaş eşleşmelerinde böylesi derbi karakteri taşıyan çok maç var.
Cumartesi günü oynanan karşılaşmada da benzer şeyler izledik, gördük.
Beşiktaş Olcay’ın attığı gole kadar bölümde Fenerbahçe’nin bildik, alışıldık hücum düzenini tamamen bozdu. Burada Olcay’ın karşısında oynayan Gökhan Gönül’ün maça çok da iyi başlayamamasının önemli bir etkisi oldu.
Gol öncesinde Olcay’ın önünde kayarak yaptığı savunmayla oyundan düşmesi zaten golü hazırlayan şey oldu. Doğru kademe yapabilse, en azından rakibinin önünde kalabilse belki bu gol olmayacak Beşiktaş’a hücum momentumu veren enerji ortaya çıkmamış olacaktı.
Bu gol Beşiktaş’a şunu gösterdi; “sezon başından beri uyguladığım hızlı hücumlardan Fenerbahçe’ye karşı da başarılı olabilirim!”
Sonradan Almeida’nın atacağı iki golde de gördük ki Beşiktaş bu oyunu
Ligin zirvesini ilgilendiren 13. Hafta karşılaşmalarında 8 gol vardı ve takımlar dört puanı kendi aralarında pay ettiler.
Kasımpaşa-Galatasaray mücadelesi öncesinde fazlasıyla beraberlik emareleri taşısa da dün bir kere daha gördük ki Galatasaray zorlanıyor.
Kasımpaşa’nın ileride oynattığı Drogba’nın karşılığı olan Babel atamadıkları kadar vermediği paslarıyla sonuca etki eden oyuncu oldu.
Bu iki oyuncunun formalarını değiştirseniz sarı kırmızılı olan takım sahadan büyük bir hezimetle çıkabilirdi.
Galatasaray’da savunma çok sorunlu
Galatasaray’ın savunma örgüsünün yaşadığı sorunları Şampiyonlar Ligi’nde Real Madrid karşısında izledik, Türkiye’de bu olmuyorsa rakip oyuncuların beceriksizliğinden son vuruş eksiğinden ya da kapasite ölçüsünden kaynaklanıyor.
Chedjou ile olmuyor. Onun yanında Semih iyice çaylak pozisyonuna düştü. Galatasaray’ın yediği gol üst düzey takımının savunmasının yapacağı bir hata değildi.
Top oradan nasıl geçti anlamak mümkün olamadı.
Dünkü maç önü yazımda Fenerbahçe-Beşiktaş rekabetinin özellik ve detaylarına yönelik imalarda bulunmuştum; sanırım tam da üzerine basmışım. Karakter olarak adına uygun bir karşılaşma izledik.
Sezon boyunca takımlar birbirlerini yenecek, berabere kalacaklar sonuçta da ortalama başarıyı yakalayan takım şampiyon olacak.
Bu maçın sonunda kimin ne türden dersler çıkarması gerektiğine dair önemli ipuçları var.
Önce deplasman takımından başlayalım.
Beşiktaş'ın etkili olduğu çok önemli özellik ; hızlı hücumlarla rakibini eksik yakalayarak sonuca gitmek. Yapabildi mi? Bir değil, iki değil, üç kere bunu başardı ve Fenerbahçe'yi bu sezon Arsenal'den sonra en çok zorlayan takım oldu.
Maç öncesinde Beşiktaş'ın bu maçı kazanabilmesi için en az üç gol atması gerektiğini söylemiştik; bu da gerçekleşti ancak sonuç galibiyete dönüşemedi.
Neden?
Beşiktaş devamlılığı olan bir takım görüntüsü vermiyor. Ligin ilk dört haftası ile sonraki sekiz haftasının özetini doksan dakikada izledik. İlk yarı bambaşka bir Beşiktaş varken, ikinci yarı on kişi kalmış bir takım karşısında tamamen teslim olmuş bir takım görüntüsüne bürünüverdi.
Fenerbahçe’nin kadro ve form durumunun en üst düzeyde olduğu dönemlerde Beşiktaş’ın bir şekilde gelip yendiği bir rekabetin tarihidir bu derbi.
Özellikle 2005’te oynan Rıza Çalımbay’ın teknik direktör olduğu maç hafızalardan silinecek gibi değil.
2012 Süper Final’de İnönü’de Beşiktaş’ın 1-0 kazandığı karşılaşma ile geçen sezon Olcay’ın son dakikada attığı golle 3-2 biten maçlar neredeyse ligin kaderini belirledi diyebiliriz.
Geçmişteki anlamıyla geleneğin devam ettiği bir rekabet olarak sivriliyor Fenerbahçe-Beşiktaş eşleşmesi...
Ancak futbolu tılsımlarıyla değil, sahadaki şekliyle yorumlamamız gerekiyor.
Beşiktaş’ı son yıllarda takım içinde lider oyuncusu olamayan tarzı ve yapısıyla tanımlıyoruz. Fernandes ısrarla o görevden uzak duruyor. Ne zaman bir oyuncu ön plana çıksa kısa süre içinde başka bir şeye dönüşüveriyor.
“Sosyalist takımın” sonu
Bu durumu Biliç “sosyalist takım” olarak adlandırlımaya başlasa da kapitalizmin yüksek değerleri bu anlayışı pek sevmedi. Kısa süre sonra da bir daha kimse ağzına bu deyimi almaz oldu; özellikle Galatasaray derbisinden sonra.
Fenerbahçe’nin kadro ve form durumunun en üst düzeyde olduğu dönemlerde Beşiktaş’ın bir şekilde gelip yendiği bir rekabetin tarihidir bu derbi.
Özellikle 2005’te oynan Rıza Çalımbay’ın teknik direktör olduğu maç hafızalardan silinecek gibi değil.
2012 Süper Final’de İnönü’de Beşiktaş’ın 1-0 kazandığı karşılaşma ile geçen sezon Olcay’ın son dakikada attığı golle 3-2 biten maçlar neredeyse ligin kaderini belirledi diyebiliriz.
Geçmişteki anlamıyla geleneğin devam ettiği bir rekabet olarak sivriliyor Fenerbahçe-Beşiktaş eşleşmesi...
Ancak futbolu tılsımlarıyla değil, sahadaki şekliyle yorumlamamız gerekiyor.
Beşiktaş’ı son yıllarda takım içinde lider oyuncusu olamayan tarzı ve yapısıyla tanımlıyoruz. Fernandes ısrarla o görevden uzak duruyor. Ne zaman bir oyuncu ön plana çıksa kısa süre içinde başka bir şeye dönüşüveriyor.
“Sosyalist takımın” sonu
Bu durumu Biliç “sosyalist takım” olarak adlandırlımaya başlasa da kapitalizmin yüksek değerleri bu anlayışı pek sevmedi. Kısa süre sonra da bir daha kimse ağzına bu deyimi almaz oldu; özellikle Galatasaray derbisinden sonra.