Rıhtım Caddesi'ndeki Borsa, şimdiki gibi "farklı" ve "çağdaş" değildi. Otomobil parklarından yayaların yürümesine yer kalmayan bir keşmekeşin içine kendisini bırakmış, kaderine razı bir görünüm içindeydi. İşlemler tahtalara kalemlerle yazılarak yapılır, olası anlaşmazlıkları çözmek amacıyla seans sonrasında tahtalar videoya kaydedilirdi. Komisyoncular Borsa'yı kendilere ait bir yer olarak görür, kuralları bile kendi çıkarlarına göre yönlendirmeye çalışırlardı. "Halkın borsasına, halk girer" sloganıyla, büyük spekülatör ve manipülatörler salona girer, emirlerini kendilerine tahsis edilmiş olan temsilcilere bizzat verirlerdi. Borsa çalışanlarının işi gücü "borsa oynamak" olmuştu. Borsa, bu yeni binasına taşınmadan önce Rıhtım Caddesi'nde idi. Şimdi, hemen ilerisine Galataport'un yapılacağı Rıhtım Caddesi. Borsa aracı kurumlarından birisi ve şimdi Ofer'le Galataport'un ortağı olan Global Menkul Kıymetler döndü dolaştı, çok sevmiş olmalı ki, Rıhtım Caddesi'ne geri dönüş yaptı. Borsa çalışanlarından kıdemli olanların binanın alt katında satın aldıkları senetlerini koyacakları kiralık kasaları vardı. Salondaki, aracı kurum ve banka temsilcilerine emirler telsizle iletilir, bu nedenle en kıymetli mal olan "telsizler" ihale edilirdi. Rıhtım Caddesi boyunca "sokak borsası" oluşmuştu. Yol boyunca, hisse senedi alım satımı yapılır, bazı garipler bu satıcıları borsa üyeleri zannederlerdi. Tabii, Borsa üyelerinden bazılarının da, fahiş fiyatlarla sokakta satış yaptıkları söylenirdi. "Sokak Borsası"nın kaldırılması gerektiğini söyleyen Borsa Başkanı aleyhinde sloganlar atılır, "başkan istifa" pankartlarıyla mini mitingler düzenlenirdi. Ara sokaklarda, "tüyocular"ın mekan tuttuğu kahvehaneler vardı. O zamanlar, medya Borsa ile fazla ilgili değildi. Hatta, her gazetede ekonomi sayfası bile yoktu. "Borsa Muhabirliği" doğmamıştı. Sermaye Piyasası Kurulu, işe nereden başlayacağından emin değildi. Borsaya açık şirketler, Borsa'ya bilgi vermekten kaçınırlardı. Hatta, bu konuda direnirler ve Borsa İdaresini şikayet etmeye kalkarlardı. Hisse senetleri bugünkü gibi kaydi biçimde tutulmadığı ve sıradan matbaalarda basıldığı için, "sahte hisse senetleri" piyasayı sarmıştı. Borsa şirketlerinin piyasada ne kadar senedi olduğu kontrol edilemediğinden, şirket sahiplerinin bazıları en büyük spekülatör ve manipülatör idiler. Doğal olarak, bıyıklı yabancılar dışında, yabancı yatırımcı hiç yoktu. Sahte hisse senedi çıkmıştı Ne "Takas Şirketi" ne de "Takasbank" vardı. Yabancılar İstanbul'da borsa olduğunu bilmezlerdi. Zaten, Borsa'nın da hiç bir uluslar arası birliğe üyeliği bulunmuyordu. Borsa yabancılar için, şimdi olduğu gibi "kabul görmüş, güvenilir bir ülke dışı yatırım piyasası" değildi. Bilgisayarlaşma hemen hemen hiç yoktu. Sadece, seans sonrasında büyük uğraşlarla işlemler bilgisayara işlenir ve gün sonuna doğru alacak-borç hesabı çıkarılırdı. Bu nedenle, seans en geç 14'de bitmek zorundaydı. Alınan senedin parası, 5 gün sonra ödeneceği için açığa alım satımlar ve dolayısıyla da "temerrütler" boldu. İşin komiği, 3-5 temerrüt olağan sayılır ve ceza görmezdi. "Tahvil ve Bono Piyasası" da "Repo Piyasası" da yoktu. Borsa aracı kurumları, bu enstrümanların kendilerine rakip olacağını düşünerek, piyasaların kurulmasına karşı çıkmışlardı. Aracı kurumlar, bazen bankaları da yanlarına alıp 80 imzalı dilekçeler toplar, "Borsa İdaresi"nin veya SPK'nın kararlarını değiştirmeye çalışırlardı. Şimdiki gibi "Birlik"leri yoktu ama ne yalan söyleyeyim, daha etkiliydiler.Sadece, 15 yıl önce idi. ytoruner@milliyet.com.tr Takasbank yoktu