Cumhurbaşkanı adım adım ‘normalleşme’ planını açıkladı. İş yerlerine dönüş, 65 üstü ve 20 yaş altı kişiler için sokağa çıkış günleri, kuaför ve AVM açılışları gibi kademeli bir geçiş olacak. Hepimiz hayata dönüş operasyonu nasıl olacak diye bekliyorduk. Ancak normalleşme süreci çoğumuzu tedirgin de ediyor.
Ebeveyn cephesinden bakacak olursak; uzunca bir süredir evde olan çocuklarımıza, önce Korona virüsü nasıl anlatacağız diye düşündük. Uzman yardımları aldık, önerileri dinledik. Okullar neden kapandı, sevdiklerinden neden uzakta kalmalı, ellerini nasıl yıkamalı, temizliğine neden dikkat etmeli gibi pek çok soruyu cevaplamaya çalıştık. Tam da çocuklarımızın evde, güvenli kanatlarımızın altında olmasına alışmışken, şimdi tekrar bu yeni sürece hazırlamalıyız. Sokağa nasıl çıkacağız? İnsanlar neden maskeli? O neden maske takmalı? Sokakta iken neleri dikkat etmeli? Tüm bunları, çocuklarımızı dış dünyadan, sokaklardan ve insanlardan korkutmadan, yaşamdan soğutmadan açıklamak, yine
Sokağa çıkma yasağı başlamadan önce ve bittikten sonra koşarak market alışverişimizi yapmaya gidiyor, dolaplarımızı tıka basa dolduruyoruz. İstediğimiz meyveyi ya da sebzeyi bulamayınca da burun kıvırıyor, söyleniyoruz. Oysa salgın sonrası tüketicide oluşan gıda arzı nedeniyle, tarla ve seralarda üretim son sürat devam ediyor. Salgına rağmen çiftçiler ve yetiştiriciler toprak üzerinde aralıksız çalışıyorlar. Çünkü evde kalanları besleyecek üretimi birilerinin yapması gerekiyor. Bu açıdan bakınca, soframızdaki her bir lokmanın değerini anlamak ve çocuklara da anlatmak gerekiyor.
Üstelik tam da şu aralar, mevsimlik tarım işçilerinin göç zamanı. Ne yazık ki, sosyal mesafenin ve güvenlik önlemlerinin olmadığı koşullarda, ekmek parası peşinde koşuyorlar. Virüs bile herkes için adil işlemiyor. Onlar canları pahasına Türkiye’nin bir ucundan diğerine gitmeye çalışıyor ki, biz evlerimizde canımızın istediği yemeği pişirebilelim. Haftalardır uygulanan 20 yaş altı gençler için sokağa çıkma yasağı, tarım
Korona virüs salgını, toplumsal yaşama dair pek çok kavramı sorgulamamıza ve yeniden düşünmemize sebep oldu. Aile, sağlık, eğitim, ekonomi, meslekler, güvenlik, tarım, gıda, toplumsal cinsiyet, şiddet, özgürlük, dayanışma, sosyalleşme gibi onlarca kavram yeniden masaya yatırılıyor. Bu da beni sevindiriyor açıkçası. Çünkü yenilenmenin ve değişimin zamanı çoktan gelmişti.
Bu kavramlardan biri de mimari. Dün, salgın hastalıkların mekân algımızı nasıl değiştirdiğine, yaşam alanlarındaki ihtiyaçların nasıl şekilleneceğine dair bir yazı okudum. Amerika’da şu an bu konuda ciddi çalışmalar yapılıyor. Örneğin Google üzerinden bir harita ile yolda yürürken, sosyal mesafeyi koruyabileceğiniz cadde ve sokakları görüp, yürüyüş yolunu buna göre belirleyebiliyorsunuz. Konut, okul, restoran gibi tüm binaların tasarımlarına dair ihtiyaçlar yeniden belirleniyor. Coğrafi ve tarihi açıdan bizim ülkemizde bu yaklaşımları birebir uygulamak zor olsa da, pek çok şey değişmek zorunda. Özellikle İstanbul gibi
Anne-babalar olarak bu süreçte doğal olarak en çok çocuklarımızı düşünüyoruz. Onların psikolojisi, sağlığı bozulmasın diye çabalıyoruz, yatırım yapıyoruz. Küçük yaştaki çocuklarımızın bağımlılıklarını, okul çağındakilerin eğitimini, ergenlerin öfke ve çatışmalarını anlatıp duruyoruz. Peki ya bizim ebeveynlerimiz? 65 üstünde olan ve sürekli riskli gurup olarak tanımlanan, sokağa çıkamayan, belki hiç olmadıkları kadar yalnız kalan, ölüme yakın oldukları gerçeği bir kenara, çocuklarının sağlığı için her an endişelenen ebeveynlerimiz?
Bizler, ebeveynlerimiz evlerinde ve sağlıklı iseler rahat ediyoruz. Ancak onların dünyasında duygular böyle işlemiyor. Yaşamın son dönemi olarak tanımlanan bir süreçte, belki de hiç olmadığı kadar kendileriyle baş başalar. Korktukları hastalanmak ya da ölüm değil. Evlatlarını, sevdiklerini son bir kez görememekten korkuyorlar. Bizler gibi, kendilerini ayakta ve moralli tutacak bir işleri, sürekli uğraşları, bakmak zorunda oldukları çocukları yok.
20 yaş altı gençlere uygu-lanan sokağa çıkma yasağı, ergen çocukları olan aileler için de oldukça zorlayıcı. Normal şartlarda, aile ile çatışmaların olabildiği, sosyalleşmesinin ve arkadaş ilişkilerinin önem kazandığı bu dönemi, salgın ve yasaklarla birlikte evde geçirmek gerilimi artırıyor. Çocuğun mizacı ve ailenin tutumu ile doğru orantılı, bu süreç her evde farklı yaşanıyor. Bazı evlerde çatışmalar şiddetlendi, bazılarında ise çocuklar içe kapandı, tüm gün odalarından çıkmıyor.
Öncelikle çatışmaların, düzen değişikliklerinin, duygu dalgalanmalarının normal olduğunu akıldan çıkarmamak gerekli. Genel olarak bu dönemi daha yumuşak bir geçişle atlatmak için, ergen çocuklarımızı daha çok dinlemeliyiz. Dinlemek, sağlıklı bir iletişimin başlangıcı. Ebeveyn olarak kendi duygularımızın farkında olmak, bunları ergen çocuğumuzla samimiyetle konuşabilmek de kıymetli.
Klinik Psikolog Börte Özdemir’e ergenlerin bu süreci nasıl yaşadığını ve neler yapılabileceğini sordum:
“Ergenler sanılanın
Sessiz matematiğin öğretmeni” olarak tanınan, İstanbul Üniversitesi Matematik mezunu Pelin Baykan, sağırlarla iletişim kurmak istediği için işaret dilini öğrenmiş. Bir gün sağır bir arkadaşına matematik çalıştırınca, onların eğitim hayatında yaşadıkları zorlukları görmüş. Böylelikle Türk İşaret Dili ile matematik anlatmaya başlamış ve gönüllü öğretmenlerle Anlatan Eller sosyal girişimini kurmuş. Türkiye’nin sağırlar için olan ilk dijital okulunda, matematik dersleri veriyor, sınavlara hazırlıyor ve işaret dili sayesinde istihdam yaratıyorlar. Bireysel olarak başladığı gönüllülük hareketi çığ gibi büyüyen ve sağır vatandaşlar için umut olan Pelin Baykan ile konuştum.Sessiz matematiğin öğretmeni” olarak tanınan, İstanbul Üniversitesi Matematik mezunu Pelin Baykan, sağırlarla iletişim kurmak istediği için işaret dilini öğrenmiş. Bir gün sağır bir arkadaşına matematik çalıştırınca, onların eğitim hayatında yaşadıkları zorlukları görmüş. Böylelikle Türk İşaret Dili ile matematik
Fransa Başbakanı geçtiğimiz gün yaptığı açıklamada, ekonomik çöküşten kaçmak için ülkedeki kısıtlamaların hafifletileceğini, vatandaşların virüsle yaşamayı ve kendini korumayı öğrenmesi gerektiğini söyledi. İlk etapta korkutucu gelse de, dünya ekonomisinde beklenen ekonomik daralma nedeniyle pek çok ülke kısıtlamaları kademeli olarak kaldırmaya başladı. Bu tıpkı şuna benziyor: Çocuk doğar, ebeveynlerine bağımlıdır. Büyüdükçe özerklik kazanır ve ayrışmaya başlar. Ebeveynlerinden edindiği birikim ile yalnız başına hayatta kalmayı deneyimler.
Sağlıklı olan da budur. Çünkü ömrümüzün sonuna kadar, çocuklarımızı hayattan koruyamayız. İşte bizler de, yasaklar bitip güvenli evlerimizden çıktığımızda, tehlikelerle (virüslerle) dolu hayatta yaşaya-bilmek için, gerekeni yapmalıyız. Evlerimiz, maskeler ya da yasaklar bizi sonsuza kadar koruyamaz. Dünyanın geldiği noktada, bundan sonrası için de öngörülen virüs ve salgın hastalık tehlikelerini düşünürsek,
Uzaktan eğitim 31 Mayıs’a uzatıldı. LGS’nin akibeti ise hafta başı açıklanacak. Not ortalamasında birinci dönemin geçerli olacağını ve telafi eğitimini ise üç aşamalı olarak planladıklarını söyledi Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk. Böylelikle bir dönemi kapamış olduk diyebiliriz. Ebeveynler evdeki sürecin uzamasından yorulmuş ve bunalmış olsalar da, okullara verilen aranın uzamasından memnunlar. Çünkü kimse virüsün etkisi tamamen geçmeden çocuğunu okula göndermek istemiyor. Çin’deki okullardan gelen, maskeli öğrenci görüntülerini, kendi çocuğunun yaşamasını istemiyor.
Okula dönüşten umudu kesmiş, daha doğrusu süreci kabullenmiş olsak da, ev içinde hayat kolay akmıyor. Her geçen gün yorgunluk artıyor, sinirler daha çok geriliyor, sabırlar tükeniyor. Peki yaza kadar olan bu bir aylık süreçte ebeveyn olarak kendimizi nasıl destekleyebiliriz?
‘Sabretmek’ kelimesini dilimizden çıkarabiliriz. Sabır kimi zaman hoşlanılmayan ya da istenmeyen şeylere