Editörün Seçtikleri İzmir’in kadifesi

İzmir’in kadifesi

23.05.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

İzmir’in kadifesi

İzmir’in kadifesi


İsmail Sivri düzeltmen olarak başladığı gazetecilikten isminin yanına ‘onursal başkan’ sıfatını ekleyerek emekli oldu. Ama yazı yazmayı hiçbir zaman bırakmadı


       İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, son sınıf öğrencisi olan İzmirli genç, iş bulabilmek için Babıali’yi arşınlamaya başlar. Eski yazı da bildiği için Yeni Sabah gazetesinin kapısını çalar. Derdini anlatır; imtihan ettikten sonra işe alırlar. 21 gün müsahhihlik (düzeltmen) yapar ama “para veremeyeceklerini" söyledikleri zaman başından aşağıya kaynar sular dökülür. Bir hışım yazı işleri müdürünün odasına çıkıp, sorununu anlatınca Mahmut Yanardağ genç talebenin haline acır:
       - Madem üniversite talebesisin seni muhabir yapalım, ister misin?
       Gazeteciliğe aday genç çok sevinir ama kendini güvenceye almaktan da kaçınmaz.
       - Hafta sonu maaşımı verecekseniz muhabir olurum.
       Yanardağ biraz şaşırır.
       - Hüviyetini göreyim.
       Delikanlı gururla şebekesini gösterince yazı işleri müdürü de hemen işe başlamasını ister. Ertesi sabah, lacilerini çektiği gibi gazeteye gider. Yazı işleri müdürünün tanıştırdığı İstihbarat Şefi Muzaffer Bey, kurt gazeteci. Öylesine zor bir iş verir ki delikanlıya, işin içinden çıkmasına imkan yok. O gazeteci olacak ya, çalmadık kapı bırakmaz. Haberi biraz toparladıktan sonra yazıp, şefinin önüne koyar.
       Şef haberi okuduktan sonra, yazıyı buruşturup çöp tenekesine atar. Arkasından da “yeniden yaz" diye bağırır. Tam beş kez yazmasına rağmen, haberi beğendiremez. Muhabir arkadaşı Necdet Taknak, ona yardım eder. Haberi yazar, o kopya eder. Yine yazar, sonunda başarır. Haberini tekrar şefe verdiği zaman artık çöp kutusuna gitmez yazdıkları. Kıvrılıp, atılan kağıt ise ona büyük ders olur. Bir hafta sonra gazeteden üç kişi askere gidince işler genç adamın sırtına yüklenir. İstihbarat Şefi’nin beğenmediği delikanlı 15 gün sonra polis hariç hemen hemen tüm sahalardan haber toplamaya başlar.

Kadife bir gazeteci

       Soyadı Sivri ama ne özel, ne de gazetecilik hayatında kimseyi incitmeyen bir “Sivri" o. Bu güzel insan gerçek gazeteci İsmail Sivri. Mesleğimizin duayeni İsmail abimiz 1952’den 60’a kadar Dünya, Son Telgraf, Tercüman, Vatan ve Yeni Sabah gazetelerinde çalışır. 1960 yılının ekim ayında Milliyet gazetesinin İzmir büro şefi olur. Tam 20 yıl Milliyet’le kenetlenir. İzmir’in rotatifleri onun sayesinde hızla döner. Emeklilikten sonra uzun yıllar İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin başkanı olur. Daha sonra da “Onursal Başkan" seçilir. Karşıyaka ve Buca’da iki sokağa adı verilen İsmail abimizin gazetecilik öyküleri, kendi kitapları gibi ciltlere sığmıyor. Benim anlatacaklarım ise bunların sadece bir kaçı...

Askerden sonra iş yok

       İsmail Sivri, Son Telgraf’ta çalışırken 1953’de askere gider ama bir buçuk yıl boyunca yine gazeteciliğin içine düşer. Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı temsil bürolarında çalışmaya başlar. Askerle ilgili bilgileri halka duyurmak konusunda büyük başarı gösterir. Üstelik İzmir temsil bürosunun başına da getirilir. Askerliğin bitmesine yakın Anadolu Ajansı müdürü İzmir’de kalması için iş teklif eder ama onun gözü İstanbul’da olduğu için kabul etmez.
       Aradan 1.5 yıl geçmiş, Babıali’de kimse tanımaz Sivri’yi. Çalmadık kapı bırakmaz ama nafile. Tam umudunu kestiği sırada yakın arkadaşları Hasan Pulur ve İzzet Sedes yetişir imdadına. Sedes, onun Vatan gazetesine girmesine yardımcı olur.

Sağa sola bakmayı unutma

       Vatan’ın İstihbarat Şefi Kemal Aydar bir olay çıkabilir gerekçesiyle, gazetecileri, yazıları bitse bile 21.30’dan önce evlerine gitmesine izin vermez. Bir gün gazetede piyango Hasan Pulur’la İsmail Sivri’ye vurur!
       “Biz iki çömez gazetedeyiz. Hasan arkadaşlarına söz verdiği için hemen mırıldanmaya başlar, `Hadi İsmail izin iste’ diye beni öne sürerdi. Kemal abi bana karşı biraz daha yumuşak ama Hasan’la biraz çekişiyor. Ben `Abi işimiz bitti artık, vakit de doldu gidelim mi’ diye sorduğum zaman, Kemal Abi izin verirdi ama arkamızdan da, `Sağa sola bakmayı unutmayın. Bir yerde haber varsa onun peşinden koşun’ diye bağırırdı."
       Bir gün Hasan Pulur, Sivri ve İstihbarat Şefi Kemal Bey birlikte gazeteden çıkarlar. Şefi Cağaloğlu’nda dolmuşa bindirmek üzere Mollafenari sokaktan geçerken Hasan Pulur sağa sola bakmaya başlayınca Kemal Bey meraklanır:
       - Ne oluyor, bir olay mı var?
       Pulur hiç istifini bozmaz:
       - Ağabey siz demiyor musunuz çıkınca sağa sola bakın diye. Ben de sizin öğütlerinizi dinliyorum.
       İsmail Sivri ve şef kıpkırmızı olurlar. Pulur ise oralı bile değildir.
       Aydar dolmuşa bindikten sonra Sivri, arkadaşına çıkışıp, “yarın görürsün sen" deyince Pulur cevabı hemen yapıştırır:
       - Ben Akşam’a geçtim.

Tercüman’a geçiş

       Gazeteciliğin kalbi Babıali ama o Beşiktaş’taki Tercüman binasında çalışıyor. Maaşı iyi ama Cağaloğlu’nda toplanıp, arkadaşlarıyla yaptıkları haber alışverişleri nerede. Burnunda tüter hep o yokuş. Bir süre sonra bir büyük tartışma çıkar Cihat Baban’la aralarında. 1955’de başlayan Tercüman serüveni bir yıl sonra Sivri’nin istifasıyla noktalanır. Dört ay işsiz kalır, çok sıkıntı çeker. O sıralar henüz yayın hayatına atılmayan ama hamle yapmak için iyi gazetecileri toplayan Bahadır Dülger’in Havadis gazetesi “arkadaşları" sayesinde İsmail Sivri’ye kucak açar. Gazetenin dinamik kadrosunda yakın arkadaşı Hasan Pulur’un dışında, Nezihe Araz, Oğuz Akkan ve Hakkı Devrim de vardır. Ancak “küçük" bir sorun çıkar. O, Cumhuriyet Halk Partisi sempatizanı, gazete ise Menderes iktidarını destekliyor. Bunu bilmelerine rağmen İstihbarat Şefi İzzet Aykor, Sivri’yi işe alır. Gazeteci hem belediyeyi hem de siyasi haberleri kovalar. Ancak “birileri" Bahadır Dülger’in kulağına, “Yahu bu İsmail Sivri’yi aldınız ama bu Halk Partili’dir. O sizin gazeteyle nasıl olur" diye fısıldarlar. Dülger her akşam istihbarat için gazeteye gelen Sivri’yi yanına çağırıp, onun yazılarını görmek istediğini söyler. 15 gün sonra gazeteciyi yanına çağıran Dülger, “Bana bir daha yazını getirme, ne istersen yaz sana güveniyorum" deyince haberlerini tarafsızlık ilkesine uyarak yazan Sivri’nin yüreğine su serpilir.

Hasan Pulur nasıl atlattı?

       Ayrıntının haberi güzelleştirdiğini söyleyen İsmail Sivri o günlerle ilgili anılarını anlatırken dudağından eksilmeyen sigarasından derin bir nefes çekiyor:
       “Yeni Sabah’ta çalıştığım, şehir haberlerine baktığım yıllar. Önemli iki yabancı insan Türkiye’ye gelmiş. Yakın dostum Hasan Pulur ve diğer gazeteci arkadaşlarla birlikte Yeşilköy Havaalanı’na gittik. Gerçekten güzel bir röportaj yaptım. Haber gazeteye girdi. İçim rahat bir şekilde evime döndüm ama ertesi sabah Hasan’ın, ‘Gelen konukların bavulundan yarımşar kilo kahve çıktı’ haberini okuyunca şoke oldum. Bende o ayrıntı yok. Hasan polis muhabiri olduğu için emniyetçilerden haberi kapmış. Bize bir şey söylemediği için atladık haberi. Maaşımdan da 20 lira kestiler. Hasan’a gittim, `Bu 20 lirayı bana ödeyeceksin, senin yüzünden oldu’ deyince o da bana köfte ısmarladı, barıştık."
       Sivri, atlatma haber eline geçtiği zaman, sevdiği arkadaşlarına hep fısıldar. Bu davranışından ötürü de meslek hayatı boyunca pek haber atlamaz. Çünkü o fısıldar, başkaları da ona fısıldar. Onun bu tavrı haber kaynakları için de bir güven yaratır. Genellikle çoğu kişi önemli haberleri onun kulağına fısıldarlar. Ama bir gün çok ilginç bir olay gelir başına...

Bu sefer o ’atlattı’

       1959 yılının, hüzünlü bir sonbahar günü... Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere tüm kabine üyeleri İstanbul’a gelirler. Florya’dan motora binip, Bebek’e gelen erkanı iskelede şoförlü araçları karşılar. Herkes Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın peşinden koşarken bazı bakanlar ortada kalırlar. İsmail Sivri bir ara Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun telaşla makam otomobilini aradığını görünce, elinden tuttuğu gibi onu, aracının yanına kadar götürür. Bakan gazetecinin yanağını okşar, “İsmail ben de sana özel bir haber vereyim. Bağdat Paktı önümüzdeki 15 gün içinde İstanbul’da, hem de devlet başkanları seviyesinde toplanacak."
       Bağdat Paktı denince içinde İngiltere de var. Demek ki Kraliçe Elizabeth, İstanbul’a gelecek. Uçarcasına Yeni Sabah gazetesine gider. Keyifle haberini yazar. Yazı İşleri Müdürü bile zor inanır ama bomba haber manşetten girince ertesi gün yer yerinden oynar. Anlaşılan atlatma haberi bu kez kendine ayırır Sivri. Kimbilir, belki onu atlatan meslektaşlarından hıncını da almış olur.

Menderes yemek yemedi

       Başbakan Adnan Menderes, 1959’un soğuk bir kış günü Trakya’ya geziye çıkar. Her gazeteden bir basın mensubu, Yeni Sabah adına da İsmail Sivri katılır geziye. Kırklareli’ye çok geç ulaşırlar, hava buz gibi. Başbakan gecenin ilerleyen saatine rağmen dağılmayan halkı görünce kürsüye çıkıp, konuşmak zorunda kalır. Not tutan gazetecilerin elleri donmaya başlar. Gazetecilerin sıkıntıda olduğunu sezen Menderes, “Üşüdünüz mü çocuklar" diye sorunca hepsi “hayır" cevabını verirler. Konuşma biter, basın mensupları da haberini yazdırmak için postaneye koşarlar. Kimsenin elinde tam metin yok. Gazeteciler aldıkları ilk cümleleri Sivri’ye söyledikten sonra o da yazmaya başlar. Hangisi doğru ve düzgünse alt alta eklenir, tam metin ortaya çıkar. Bütün işin yükünü alan Sivri, “Şimdi atlatmak matlatmak yok. Benim verdiğim kağıtları herkes gazetesine okuyacak. İlk hangi gazete bağlanırsa o okusun. Birbirimize girmeyelim" diye arkadaşlarına fırça çeker. Şans bu ya, İsmail Sivri en sona kalır. Haberi veren gazeteciler ise sırayla Başbakan’ın yemek davetine katılırlar. Sivri haberi telefonda gazetesine okurken, iki polis gelip, Başbakan’ın onu yemeğe beklediğini söylerler. Haberini aceleyle okuyup, yemeğe gider. Mahcup ve başı eğik bir halde salona giren Sivri’yi arkadaşları, “Adnan Bey şerefine kadeh kaldırıyor" diye dürterler. O şaşırır, kadehini kaldırır esas yemek de ondan sonra başlar.
       Yemekten çıkarlar, partililer Sivri’yi omuzlar üstüne alırlar. Partililere göre, Menderes’in onu bekledikten sonra yemeğe başlaması, bir iltifat. Belki de bu adam Demokrat Parti’nin en önemli kişilerinden biri. Sivri omuzlardan iner. Bu kez kendini bir Cadillac’ta bulunca iyice dehşete düşer. Ancak İstanbul yoluna çıktıkları zaman partililer onu Cadillac’tan indirip, geldiği cipin içine atıverirler.

Milliyet’in ’turizm’ ilaveleri

       Babıali’de her yeniliğe ilk imzayı atan Milliyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi yine bir “ilköin peşine takıldığı için düşünmeye başlar:
       - Milliyet bir turizm ilavesi hazırlasa nasıl karşılanır acaba?
       Gazetede bir atılım yapılacağı zaman “herkesin" fikrini alan İpekçi, bu heyecanla büro şeflerini İstanbul’a çağırır. Turizm ilavesi konusunda onların fikirlerini sorar. Büro şefleri kendilerinin de büyük katkıları olacağı işe dört elle sarılırlar. Ancak 1961 yılında Akdeniz, Ege ve Karadeniz’e uzanacak yollar o kadar belalı ki. Ayrıca ne doğru dürüst otel, ne de lokanta vardır. Ama bu zorluk onları korkutmaz, İpekçi’nin başkanlığındaki ekibin hazırladığı 20 soruyu ceplerine koydukları gibi yollara düşerler. Bunlardan biri de Ege temsilcisi İsmail Sivri’dir tabii. Foto muhabiri Orhan Şahin’le birlikte bir otobüsten inip, öbürüne binerek Alanya’dan Çanakkale’ye kadar bütün turistik beldeleri aylarca dolaşırlar. Yazılar postayla yollanır İpekçi’ye. Bir ara İstanbul’a gelen gazeteci, her haberin “mükemmelini" istediği için “hiçbir şeyi beğenmeyen" Abdi İpekçi’nin odasına girer. Sivri’yi gören Genel Yayın Yönetmeni’nin yüzü aydınlanır:
       - Ya İsmail sen kitap yazmışsın.
       Beğenildiğini İpekçi’nin ağzından duyan Sivri çok keyiflenir:
       - Abdi Bey sorularınızın cevabıydı o sanırım.
       Tarihi yerler, yol uzaklıkları, konaklanacak oteller, lokantalar, yöre yemeklerinin özellikleri dahil birçok sorunun yanıtını usta gazetecinin kaleminden güzel bir lezzetle tadan İpekçi, Sivri’ye bakıp, gülümser.
       O yıl Akdeniz ve Ege turizm ekleri çıkar. Yazılar büyük beğeni kazandığı gibi turizm patlaması yaşanır bu bölgelerde. Gazetenin tirajı ise alır başını gider!..

Tren kaçırmak istemedi

       Gazetecilik, habercilik, ama yöneticiliğe geçilince diğer işlerin yanı sıra baskı, dizgi, ilan yükü de toplanır büro şefinin üzerinde. Soyadıyla ters imajlı olan İsmail abimiz ise kırmak istemez kimseyi. Sonunda dayanamaz ve 52 yaşında emekli olur. ‘Çok erken emekli oluyorsun’ diye isyan edenlere de hep şunu söyler: “Yaşam boyu tren kaçıracakmış gibi yaşamaktan usandım. Artık trenlere giderken bakmak istiyorum. Güneşin doğuşunu görmek istiyorum. Bir yere üzüntüsüz yetişmek istiyorum."
       “İzmir’in Dükası", gönlümüzün baş tacı, ilkeli abimiz güneşin doğuşunu zamanla kavga etmeden seyreder artık. Ama ne gazeteye yazı yazmaktan vazgeçer, ne de küçüklere öğütler veren güzel kitapları armağan etmekten.

Cilt cilt kitap

       İsmail Sivri, büyüklere yazacak kadar kendini “yürekli" görmez. Çünkü o, karıncayı incitmekten bile sakındığı için saklar bütün yaşadıklarını içinde. Oysa yazacak olsa “Yokuşun Adamları" koyacak kitabın adını. Bu kez çocuklara öğüt verecek öyküler yazmaya karar verir. Gençlik yıllarında “Karınca Dostlarıönı yazdığı zaman Abdi İpekçi, “Çocuklar için yazmış ama ben bile okuyorum" deyince güç gelir Sivri’ye. Bir şevkle altı ciltlik Nasreddin Hoca, 12 ciltlik de Atatürk tarihi yazar. İnternete de girer öyküleri.

Yazarlar