Viraja girdikçe içine dönenlerden olabilir misiniz?
şöyle bir bakındım, ‘yolda olmak’la ilgili psikolojik bir inceleme bulamadım.
araba kullanmak, trafik, tatil, yeni yerler keşfetmek vs. hepsini incik cıncık etmişler
ama yolda olmayı dert etmemişler. amaç değil araç göründüğünden belki, bilmiyorum.
zaman’ın gittikçe kıymetlendiği günümüzde, sürat her şeyden önemli.
iş, aşk, yemek, yol fark etmiyor, hepsi çabuk tüketiliyor.
mevzu bahis şehir içinde, gündelik ulaşım olduğunda ‘ışınlanma’nın keşfini en ön sırada bekleyenlerden olsam da ‘uzun yol’dan bahsediyorsak eğer hemen renk değiştiriyorum.
gece çıkılan yollar geliyor aklıma…
bir yerden sonra çekmeyen radyo,
kısık gözlerle kesilen km levhaları,
yerel marketlerden alınan ılık meşrubatlar,
son anda verilen ihtiyaç molaları,
varsa –lütfen olsun- dağ çeşmeleri…
viraja girdikçe içine dönenlerden olabilir misiniz?
yola çıktığınız nokta ile varacağınız nokta arasındaki doğruda
kendini dokunulmaz hissedenlerden?
geride bıraktığınız ya da varacağınızdan uzak..
yani gerçek olandan uzak,
masallara yakın,
bir çocuğun bitmek bilmeyen oyunlarını sığdırmaya çalıştığı öğle teneffüsleri kadar
soluksuz bırakıyor mu yollar sizi de?
zaman kaybı değil de zaman kazancı mı?
akla düştüğünde bile mahalle esnafının günü karla kapatan sırıtışı mı?
uzağa gitmekten bahsederken aklınızdaki mesafe ne kadar?
bilmediğiniz bir coğrafya yeterli mi;
yoksa iklim, lisan, zaman bile değişmeli mi?
ve bir yol arkadaşına ihtiyacınız var mı?
gözlerinde kuzey ışıkları
bakışmaktan yorgun düşeceğiniz
sevgili gibi…