13.03.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
Nasıl ki bir buzdolabının, çamaşır makinesinin "son kullanma tarihi" varsa, erkeğin de var elbette. Tabii bir farkla; size kur yapan bir erkeğe garanti süresini sorduğunuzda iki yıl değil, dört yıl değil, "ömür boyu mutlu mesut yaşama garantili" olduğunu vaat eder. Ama bir erkeğin son kullanma tarihini öğrenmek istiyorsanız, onun davranışlarını doğru değerlendirmeniz yeterli.
Mesela, ona ihtiyacınız olduğunu söylediğinizde yanınıza koşarak gelmiyorsa ya da sizinle vakit geçirmek yerine "Yorgunum, gidip uyuyacağım" dedikten sonra arkadaşlarıyla o bar senin bu kulüp benim geziyorsa; "Seni seviyorum ama ailem ilişkimizi onaylamıyor" diyorsa; siz mutlu bir ilişkiniz olduğunu düşünürken sağda solda "Asla evlenmeyi düşünmüyorum" türünde cümleler kuruyorsa, böyle davranan bir erkeğin "son kullanma tarihi" çoktan gelmiş demektir. Bu liste uzar gider, siz istediğiniz kadar ekleyin... Ama boş yere "A, daha garanti süresi dolmadı ki! Kesin yanlış kullandım" diye kendinizi kandırmayın!
İşte Bilirkişi olarak yazıyorum:
Bir erkeği rahata alıştırmayın. Unutmayın, işleyen demir ışıldar. Biraz peşinizden koşturun, yorulsun. Ona görevler verin, boş oturmasın, size vaat ettiği şeyleri yapsın yani. Zaten ilk konuşmalarını "garanti belgesi" niyetine bir yere yazın ki, unutursanız, "Ama ben en başından böyle biri olduğumu söylemiştim" diye hafızanızı yanıltmasın. Siz de bozulmuş ürüne "Kalitesi buymuş demek... Bana böylesi layık (param bunu almaya yetiyor)" diye razı olmayın! Hatta üründen memnun kalsanız bile üst modelleriyle kıyaslamaya, AR-GE çalışmalarınıza devam edin. Hem boşuna mı demişler "Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır" diye... Siz bulduğunuza razı olursanız adam da yerinde sayar, başarılı falan olamaz sonra. İyiliğin sınırları yok ki...
Bugünkü yazımın ana fikri şu:
Erkeğin son kullanma tarihini onun "her istediğini yaparak" değil, onu "yorarak" geciktirebilirsiniz. "Kullanım hatası" yapmayın yani!
İyi oyunlar herkese...
Öptüm sizi
Sibel Kekilli en son şaşkınlığımız. Kafalar şaştı hakikaten. Bayhan'dan sonra en enteresan "hikaye" onda zira. Röportaj yapanlar için de, Sibel Kekilli için de bir "başarı hikayesi"! Hayatımız ne derece anlamsız geliyor ki bize, el alemin hayatına bunca röntgen isteği duyuyoruz! Ya da yaptığımız işin hakkını alamadığımıza nasıl inanmışız ki, kişilerin yıldızlığına takılı kalıyoruz! Peki Sibel Kekilli'nin oynadığı filmin adı neydi? Filmin adını bilen herkesi öptüm!
Gülse Birsel'in senaryosunu yazdığı "Avrupa Yakası" benim son takıntım. O nasıl bir light'lık, nasıl bir şekerlik... Geçenlerde Kenan Ençetindedikoducu, nasıl olup da efendim Murat Birsel ciddiyetinde ve statüsünde bir adamın karıcığı böyle dizi dizi oynayabilirmiş diye yazıvermişler de, ağzım açık kaldı abesliğine. Tam tersini söylemek de mümkün tabii... Bu vesileyle onu da öpüvereyim dedim, hayretler içinde okuyorum yazdıklarını. Ama asıl öpücüklerim Gülse Birsel'e...
Hap bilgiler
Kadınlara:
Bir erkeğe ne kadar duygulu görünürseniz,
o da size o kadar duyguyla yaklaşır.
Erkeklere:
Bir kadına ne kadar güçlü görünürseniz sizin duygularınızla
o kadar çok ilgilenecektir.
Kılavuz karga oyunu!
Erkek: Erkekler buzdolabı ya da çamaşır makinesi değildir!
Kadın: Nerden biliyorsun?
Çekinmeyin, Sorun! Daha İyisini Bileniniz Varsa Da Anlatsın!
"Yeni oyunlar buluyorum!"
Merhaba İlhan hanım. Size kendi hayatımda oynadığım bir "oyunu" yazmak istiyorum:
Dört yıllık evli bir kadınım. Bazen halkla ilişkiler alanında çalışsam da genellikle evde olmayı seviyorum. Eşimin kazancı da yerinde. Ama bazen çalıştığı şirkette problem çıkıyor ve maaşının geciktiği zamanlar oluyor. O da işsiz kalıverecek diye korkup bunalmaya başlıyor. Elinden hiç iş gelmeyecek, ortada kalıverecek diye korkuyor. O zaman ben bir işe gireyim diye bana yükleniyor.
Bunalım belirtileri gösterince, hemen bir iş görüşmesine "gitmiş gibi" yapıyor, akşam o gelince ağlaya ağlaya beni işe almadıklarını anlatıyorum. "Artık hiçbir iş bulamayacak mıyım, elimden hiçbir şey gelmiyoorr" türünde aslında onu içten içe kemiren şeyleri ağlayarak sıralıyorum. Üzüntüm de, ağlamam da kolay geçmiyor. Böyle olunca da eşim kendi derdini unutuveriyor. Beni sakinleştirmek için "Merak etme, her şeyin çaresine bakarız, birbirimize destek oluruz, hem bir sürü seçenek daha var önümüzde" derken kendine söylemiş oluveriyor bunları. Tabii depresyonu falan da kalmıyor. Yani ben onun rolünü çalıyorum, evde oturup huzurlu bir aile için yeni oyunlar buluyorum. Buna benzeyen akılları annem de verirdi bana ama "oyun" dendiğini sizden öğrendim, ne güzel bulmuşsunuz lafını... Sevgiler.
Merve S.
* * *
Merve hanım, mektubunuzu çok sevdim. Başka oyunlarınız varsa onları da beklerim...