Cumartesi “Kalamarı öpmeyeceğim de neyi öpeceğim; sanat eseri gibi!”

“Kalamarı öpmeyeceğim de neyi öpeceğim; sanat eseri gibi!”

11.07.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Müzisyen ve TV programcısı Ayhan Sicimoğlu: “Ekranda ne görüyorsanız öyleyim. Çekimde camiye girince içimden ‘Aman ya Rabbi!’ diye bağırmak geliyorsa bağırırım. Klasik Türk erkeği değilim, içimde maçoluk yok, futbol sevmem.”

“Kalamarı öpmeyeceğim de neyi öpeceğim; sanat eseri gibi”

Müzisyen, radyo ve TV programcısı Ayhan Sicimoğlu grubu Latin All Stars ile birlikte her çarşamba sahneye çıktıkları Suada Club’da buluştuğumuzda İstanbul’da yazın en sıcak günlerinden biri yaşanıyordu. Hareketli ve kendine has konuşma tarzı ile dikkat çeken müzisyen gün boyu programdaki halini aratmadı. Davranışlarının kimileri tarafından yapay bulunması hakkında “Programımın çıkış noktası doğallık. Televizyondayım diye kendimi kısıtlamıyorum. Selimiye Camii’ne girince içimden ‘Aman ya Rabbi’ diye bağırmak geliyorsa, avaz avaz bağırıyorum” diyor.

Sizi müzisyen olarak tanıdık. Sonra radyo ve televizyon programcısı da oldunuz. Bu, on parmağında on marifet denilen durum mu, yoksa maymun iştahlılık mı?
Bana bir hayat yetmiyor. Gerçekleştirmeyi düşündüğüm, yapmak istediğim milyonlarca şey var. Plan ve program yapmadan, tesadüflere güvenerek ve hayatı akışına bırakarak yaşıyorum. Müziğe başlama hikayem de böyle. İtalya’da üniversitede okurken bir arkadaşım “Seni çok ünlü bir davulcunun konserine götüreceğim” dedi. Toni Esposito’nun konserine gittik. Orada jest olsun diye beni de sahneye davet ettiler. Bir çıktım pir çıktım; Toni çok etkilendi. Adam akşamın sonunda bana iş teklif etti. Türkiye’ye dönene kadar da beraber çalıştık.

Bir kez sahneye çıkmanız oradakileri etkilemenize yetmiş. Sizce çok mu iyi bir müzisyensiniz?
Hayır, değilim. Benim için virtüöz diyorlar. Ben buna da katılmıyorum. Mazhar Alanson ile beraber bulduğumuz bir laf var. Benim yaptığım işi anlatıyor: Karmanjör. Ben oyum. Müzikle atmosferi karıştırıyorum. Bir nevi ortam yönetimi, orkestra şefliği gibi. 

Kızınız Ayşe de müzisyen. Nasıl bir ilişkiniz var?
Kızım Ayşe bir uzaylı. Farklı, çok bambaşka bir kız. Aramızda da baba-kız ilişkisinden ziyade arkadaşlık ilişkisi var. Sabahın altısında beni opera dinlemek için uyandırır. Yan yana oturup konuşmadan saatlerce müzik dinleyebiliriz. 

“Sunucudan çok konuşunca bana da program yaptırdılar”

“Family&Friends” albümü için beraber çalışırken stüdyoda anlaşamadığınız için çalışmayı yarıda bırakmıştınız.
Stüdyoda ona babası değil de patronu olduğumu bir türlü anlatamadım. Çıkan albümü de dinlemedi bile. Plaktan çıkan sesini duymaktan hoşlanmıyor çünkü. Stüdyoda da anlaşamayınca Özkan Uğur’dan rica etmiştim, çalışmaları benim yerime o tamamladı. 

Kariyerim tesadüflerle dolu diyorsunuz. Açık Radyo ve TV programınız “Sesler ve Renkler” tesadüf sonucu mu oluştu?
Aynen öyle! İtalya’dan geldiğim dönemde arkadaşım Cemal Mutlu Açık Radyo’da “Satmayan Plaklar” isimli bir program yapıyordu. Beni davet etti. Çenem düşük olduğu için de programda konukken sunucudan daha çok konuştum. Beğendiler, teklif geldi, kabul ettim. Açık Radyo’da “Latin Lover” Radyo Oxi-Gen’de de “Latino Time” diye iki program yaptım. Televizyon programı yapmaya başlama hikayemse Cüneyt Özdemir’in turnemize gelmesiyle başlar. Cüneyt turneyi kameraya çekiyordu. Ben de programımda olduğu gibi geziyor ve anlatıyordum. Gelince izlemiş, “Abi senin TV’de program yapman lazım” dedi. Ben de “Tamam ama bir şartla: Peşime bir kamera takın ve gerisine karışmayın” dedim. “Sesler ve Renkler” böyle doğdu.

Televizyonda sıra dışı anlatım tarzınız ve tavırlarınızla dikkat çekiyorsunuz. Bu durum kimilerine biraz yapay geliyor.
Yapay mı? Benim çıkış noktam tam tersi. Arkamda bir kamera olsun, gerisi günlük hayatımda neyse o olsun istedim. 

Bir programınızda pişireceğiniz kalamarı öptüğünüzü hatırlıyorum. Yemek yaparken kendinizden geçiyorsunuz.
Ne güzel söyledin. Anlatırken de fark ettiysen ağzım sulanıyor. Yemek yapmayı da yemeyi de seviyorum. Doymak için yemek yemem, lezzet avcısıyım. Kalamara gelince. Yahu onu öpmeyeceğim de neyi öpeceğim? Bembeyaz, heykel gibi bir kalamardı. Sanat eseri gibi... 

Televizyon programının size kattığı popülerlikten memnun musunuz?
Şimdilik abartılacak bir durum yok. “Portakal orada kal” durumu yani.  Popüler kültüre ait değilim ki. İkoncan sevgilim yok, kameraların önünde güneşlenmem, cemiyet dergilerine poz vermem.


Bir kız yanıma yaklaştı ve sordu: “Gay misiniz?”
Hal ve tavırlarınız klasik Türk erkeğinden oldukça farklı görünüyor. Özel hayatınızda da böyle misiniz?
Evet, ne görüyorsan o. Klasik erkeklerden farklı olduğum noktalar çok. İçimde maçoluk yok. Mesela futbol sevmem, futbola deli gibi merak sarmanın mantığını anlamıyorum. Bir adam iyi top oynuyor diye ona tonlarca para vermek de saçma. Ne oluyor yani, en nihayetinde top oynanıyor. O paraya okul aç, hastane aç daha iyi.

Yemek pişirmeye meraklısınız. Bu da Türk erkeklerinde yeni moda olan bir şey...
Evet, bizimkiler kim topu attı, kim nereye transfer oldu falan bunları konuşmaktan hoşlanıyor. Oysa benim yemek yapmaya merak sardığım yerde yani İtalya’da erkekler karşılıklı oturduklarında “Geçenlerde yeni bir spagetti sosu denedim. İçine falanca falanca baharatı koydum, müthiş oldu. Sen de denemelisin” gibi şeyler konuşurlar. 

Hayranlarınızdan nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Erkek hayranlarım kadınlardan daha cesaretli. Karşılaşınca “Abi uzun zamandır seninle tanışmak istiyordum” deyip yanıma geliyorlar ya da “Hastasıyım abi” diye bağırıyorlar. Kadınlar daha çekingen. Gerçi yeni jenerasyon girişken, mesela bir kız gelip “Özel bir şey sorabilir miyim?” dedi. “Sor” dedim. Pat diye “Gay misiniz?” dedi. Galiba biraz sarhoştu (Gülüyor). NewYork’ta yaşadığım dönemde bir sürü gay, transseksüel arkadaşım oldu. Onların neler yaşadıklarını, ne gibi trajediler barındırdıklarını bildiğim için gay olmam mümkün değil. Gayet düz bir adamım. Uçuk kaçık gözüksem de belirli bir etik anlayışım var. Tutucu bile sayılabilirim. 

“Kollarım bedenime göre uzun, ceket bulamıyorum” 

Takip ettiğiniz modacılar var mı?
Benim kollarım normalden daha uzundur. Bu nedenle de takım elbise ve ceket bulmakta epey zorlanırım. Ayrıca öyle marka merakım da yoktur. Zaten elbiselere sırf etiketinde bilmem ne yazıyor diye tonlarca para verilmesi de acayip saçma. Anatomik yapımdan ötürü bir tek Paul Smith’in takımlarını giyebiliyorum. Üstüme cuk oturuyor. 

Kendinize has bir giyim tarzınız var.
Bilmem, öyle mi? Güzel giyiniyorum diye bir iddiam yok ama insanların karşılarındakine saygılarından ötürü giyim kuşamlarına dikkat etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Temiz ve hoş giyinmek, bulunduğunuz sosyal ortamın ve toplumun gerektirdiği şekilde giyinmek önemlidir. 

“Kalamarı öpmeyeceğim de neyi öpeceğim; sanat eseri gibi”


Sicimoğlu üzerindeki bluzu Pakistan’dan, boynundaki fuları ise Hindistan’dan almış: “Çok gezdiğim için farklı ülkelerden giyinebiliyorum. Değişik yerlerden parçalar toplayıp bir araya getirmeyi seviyorum böyle.” 


Ayhan Sicimoğlu ve Latin All Stars yaz sezonu boyunca her çarşamba Suada Club’da, her perşembe ise Reina’da saat 17.00-21.00 arasında sahneye çıkıyor. Programlarını her hafta yenilediklerini söyleyen Sicimoğlu: “Bizi üst üste iki çarşamba dinlerseniz şaşırırsınız. Mesela bugün dolunay var çok romantik olacak. Ben de bu durumun şerefine repertuara yeni bir şarkı ekledim. Ayrıca bu sezon eski Türkçe parçaların Latin düzenlemelerini yapıyorum. En son Ajda Pekkan’ın ‘Dile Kolay’ını düzenledim.”