GündemYoksulluk yoksulların suçu değil!..

Yoksulluk yoksulların suçu değil!..

11.03.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yoksullukla ilgili mesele, çoğunlukta olmalarına rağmen azınlıktaymış gibi muamele görmeleri, yoksul olmayan azınlık tarafından dışlanmaları... Ama artık onlar da merkezi dışlıyor. Kendi hayatlarını, hukuklarını, sağlık sistemlerini kuruyor. Kendi başlarının çaresine bakmaya çalışıyorlar...

Yoksulluk yoksulların suçu değil..

"Sence onları aramıza almalı mıyız?"Çengelköy varoşlarının tam ortasında, etrafı varoşlarla çevrili bir parkta iki kadın kendini nasıl bir iktidar olarak hissediyor ki, çoğunlukta olan yoksulları aralarına alıp almamaya karar verecek düzeyde görüyorlar kendilerini? Azınlıkta oldukları bir mekânda nasıl oluyor da "ezici çoğunluk" olarak hissedebiliyorlar? Şehre çoğumuz sonradan gelmişken sırf bizden sonra geldiler ve yoksulluklarıyla şehirdeki cilalı yaşamı tehdit ediyorlar diye "Gitsinler" diyebilmenin kolaylığı nereden gelmektedir? Hem nereye gitsinler? Şehirlerin etrafına birikmiş bunca yoksulun gideceği hiçbir yer olmadığı için, dönebileceği yerler olmadığı için buradalar. Neredeler? Bizim için okyanus aşırı ülkelerden bile uzak yerlerdeler. Burnumuzun dibindeki en uzak mahallelerde yaşıyorlar. Çengelköy'ün tepelerinde, gecekondu mahallelerinin ortasına kurulmuş lüks siteden köpekleriyle çıkan orta yaşlı kadınlar, az ileride, sitenin korunaklı alanının dışındaki süklüm püklüm çocuk parkında buluşuyor bir sabah. Şapkalı iki kadın köpekleri birbiriyle didişirken yanlarından geçen başörtülü, şalvarlı, her hallerinden belli ki yoksul olan kadınlara bakıyorlar. Biri şöyle diyor diğerine: Yoksullukla ilgili mesele bugün budur. Onlar çoğunlukta olmasına rağmen azınlıktaymış gibi muamele görmeleri, yoksul olmayan azınlık tarafından dışlanmaları, sanki kayıtsız kalınabilecek kadar küçük bir azınlık gibi gösterilmeleridir. Merkezin bu kadar yakınında olup uzak ülkelerden bile daha uzak bir ülkede yaşıyor gibi bir psikolojik engelle öteye itilmeleridir. Üstelik hakikaten de bilemiyoruz çoğunluktalar mı, azınlıktalar mı? Çünkü yoksulluğun sayıları üzerine de bir oyun oynanmakta. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre (2004) açlık sınırının altında yaşayanlar 909 bin kişi iken, baz alınan kriterlerin insani olmadığını savunan akademisyen Mustafa Sönmez, Türkiye'de açlık sınırı altında yaşayan insanların sayısının 4 milyona yakın olduğunu söylüyor. Aynı şekilde yoksulluk sınırı altında yaşayanlar TÜİK'e göre %26, ama daha insani hesaplara göre %40. Yani devlete göre daha az yoksul var Türkiye'de, insani hesaplara göre daha çok! Devlet demişken, şunu da söylemeden geçmemeli:Bu kadar çok "yetim hakkı" edebiyatı yapan hükümet geçen yıl bütçeden yoksullara ne kadar pay ayırdı biliyor musunuz?Sadece yüzde 1!Rakamları bir kenara bırakalım. Çünkü esas mesele rakamlar da, kimin ne kadar az para kazandığı da değil artık. Mersin Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nden Dr. Bediz Yılmaz'ın yazdığı bir makalede şöyle deniyor: "Artık eski bütünleyici bütüncül yoksulluk yapısından ziyade, yeni ve dışlayıcı bütüncül yoksulluk olarak adlandırılabilecek bir yoksulluk yapısının oluştuğunu öne sürmekteyiz. Bir başka deyişle, Türkiye'deki genel yoksulluk modeli aynı kalsa da—yani ülke çapındaki yaygınlığını sürdürse de— sosyal tabakalaşmanın en alt tabakasındaki bir kısım yoksul, hayat koşullarının kötüleştiğine ve kendisinin de sosyal dışlamaya maruz kaldığına tanık olmaktadır."Bu işin Türkçesi şu:Artık yeni bir yoksulluk var. İçinden asla çıkılamayacak bir yoksulluk. Şehirlerin dışına atılmış, toplumsal, mekânsal olarak dışlanmış, kamu mal ve hizmetlerine, emek piyasasına erişim bakımından dışlanmış, sosyal katılımın dışına bırakılmış. Artık bir sınıfı bile olmayan, sistem artık yoksullara daha az ihtiyaç duyduğu için tamamen vazgeçilmiş insanlar bunlar. Bizim bu yazı dizisiyle söylediğimiz yeni şey ise şu:Artık onlar da merkezi dışlıyor. Eskiden "Vah zavallı Taksim'i bile görmemiş yıllardır İstanbul'da oturup" diyeceğimiz yoksullar yok. Artık "Taksim'e gitmemize gerek yok" diyen, kendi hayatlarını, hukuklarını, sağlık ve eğitim sistemlerini kuran yoksullar var. Bu dönemde ayakta kalmak için "Fethullahçı" olmak gerektiğini, "Fethullahçıların han hamam sahibi" olduklarını söylüyor bu insanlar, erkek berberlerinde bunlar konuşuluyor. Hatta giderek bu duruma tepki duymaya başlıyorlar. Psikolojik engelle öteye itilmek Taksim'i "Tarla" olarak görüyorlar 200 metre ilerideki Tarlabaşı'nda oturup. Merkez, onlar için başka bir şehir ve artık gitmelerine gerek bile olmadığını düşünüyorlar. Kendi başlarının çaresine bakmaya çalışıyorlar. Bazıları şimdi iktidarda olan zihniyetin sokaklarda radikal İslam olarak tezahür eden eteklerine yapışıyor. Bazıları, emek örgütleri kuruyorlar. İstanbul varoşlarında gördüğüm bu tür örgütlenmelerin en etkileyicisi İMECE adlı kadın örgütüydü. Esentepe'de gündelikçi kadınların eski solcu ablalarla beraber kurduğu örgüt bambaşka bir hava estiriyor mahallede. Küçük biri kızı olan tek çocuklu genç ve başörtülü bir kadının "Bu örgütlenmeden ne kazandın?" sorusuna verdiği yanıt bana sorarsanız dışlanmayı en iyi şekilde anlatıyor:"Siz geldiniz, benimle konuşuyorsunuz. Sizin gibi eğitimli bir kadın niye gelip benimle konuşsun ki? Bak bu yüzden sesim titriyor. Ama eskiden hiç konuşamazdım, şimdi konuşuyorum."Benim gibi eğitimli bir kadın?Niye gelip konuşsun?Neleri, neleri, neleri kaçırıyoruz o varoşlarda?Kendimizi, memleketi, şehirlerimizi "atlıyoruz" bir haber olarak? Her gün haber atlatıyor şehir bize. Yoksulluk hepimize haber atlatıyor bambaşka bir hayat kurarak, merkezden hiç görünmeyen bir hayat başlatarak. Çamura girmeye cesaret edemeyen politikacılar, aydın olmayı laf üstüne laf koymak sanan aydınlar, bu insanları sadece dinle desteklenen hurafelerle sindirmeye çalışan liderler, üniversitelerinde "kantin solculuğuyla" yüzlerini karartan gençler, yoksulluğu çok uzaklarda yaşanan bir şey sanan orta sınıf... Hepimiz hep birlikte giderek çoğunluğu ele geçiren bir hayatı, bizim dışlayarak yok saydığımız ama pek yakında yok sayamayacağımız denli büyüyecek bir çoğunluğu "atlıyoruz" hep birlikte. Oysa dünyada siyasi konjonktürü belirlemeye başlayan yoksullar ve yoksulluk pek yakında Türkiye'de de yeni bir siyasi konjonktür yaratabilir. Lübnan'da Hizbullah kimlerin desteğiyle yükseldi?Venezuela'da Chavez kimlerin oylarıyla seçildi?İran'da Ahmedinecad?Yoksulların öfkesini örgütleyenler kazanmaya başladı. O öfkeden korkanlar ise tıpkı bizim gibi kapkaçtan, aşırı milliyetçi yükselmeden, muhafazakârlaşmadan şikâyet edip daha da küçülterek yaşam alanlarını korku içinde sinmeye devam ediyor. Yoksullar ya demokrasiyi var edecek ya da yok edecek bir güç deposu olarak kendi mahallelerinde olacakları bekliyor. Profesörler Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder'in yaptığı araştırmada denildiği gibi:"Zenginlerin 'kapısından beslenen', yakınlarının desteğiyle ve yetkililerin tarafından aşağılanarak aldıkları sadaka kabilinden kamu yardımlarına muhtaç olanların kaybettikleri özerklik hiçbir demokratik toplumun göze alamayacağı bir kayıptır."Mesele, bu kaybı ne kadar göze aldığımız, yoksulluğu ne kadar yok saydığımızdır. Merkez onlar için başka bir şehir Öncelikli çözüm: Boğaziçi Üniversitesi'nden Çağlar Keyder ve Ayşe Buğra'nın yaptığı "Nakit Gelir Desteği" adlı çalışma, yok olma derecesinde yokluk çeken kitlenin insani yaşam koşullarına kavuşması için öncelikle olarak "nakit gelir desteği" sağlamanın zorunluluğundan söz ediyor. Bunun, yoksullukla mücadelenin en insani ve en etkin yöntemi olarak önerilen sınırlı nakit desteğinin bir vatandaşlık hakkı olduğu savunuluyor. Araştırmada hemen akla gelebilecek şüpheler ise şöyle gideriliyor:"Sanıldığının aksine, böyle bir uygulamanın maliyeti çok yüksek değildir. Bu araştırmada, uygulamanın maliyetinin ne olabileceğini hesaplamak üzere, farklı yardım miktarları ve yardım alacak hane sayılarına dayanan 24 senaryo geliştirilmiştir. Bu senaryoların sadece 5 tanesinin yıllık toplam maliyeti GSMH'nin yüzde 1'ini aşmaktadır. Senaryoların 9 tanesinde maliyetler konsolide bütçe giderlerinin yüzde 1'inden, sadece 3 tanesinde bu giderlerin yüzde 2'sinden fazladır. Hemen uygulamaya konulabileceğini düşündüğümüz senaryolardan biri, nüfusun yüzde 14'üne tekabül eden 1.720.208 haneye, ayda 65 dolar, yani asgari ücretin üçte birinden az bir miktarda yardım yapılmasını öngörmektedir. Bu senaryonun yıllık toplam maliyeti, GSMH'nin yüzde 0.56'sına, konsolide bütçe giderlerinin yüzde 0.89'una, faiz dışı bütçe giderlerinin yüzde 1.25'ine eşittir."Türkçesi:Bir şey değil yani! Azıcık bir para ile hayatlar kurtarılacak. Türkiye ekonomisinde hissetmeyeceğiniz bir değişiklikle şehirlerdeki hayat değişecek. Nakit Gelir Desteği TÜİK'in verilerini bile baz alsak şu anda açlık sınırı dört kişilik bir aile için aylık 567.37 YTL, yoksulluk sınırı 1.784.90 YTL. BİTTİ

KEŞFETYENİ
Sevenlerini korkutmuştu! Kaza sonrası yeni paylaşım
Sevenlerini korkutmuştu! Kaza sonrası yeni paylaşım

Cadde | 14.05.2025 - 07:51

Berk Atan, taburcu olduktan sonra sosyal medya hesabından yeni paylaşımlar yapmaya devam ediyor.

Yazarlar