26.05.2008 - 22:00 | Son Güncellenme:
UMUT SARP ZEYLAN
En son bu köşede ‘yeni iş stresi’ ve ‘yeni işe adaptasyon süreci’ üzerine bir yazı yazmıştım. Bu yazıya tahminimin üzerinde bir okuyucu ilgisi olduğunu itiraf etmeliyim. Yorumlar çeşitli. Yazıdan çok faydalandığını söyleyenler de olmuş, aradıklarını bulamayan ve benden, kişisel ve uzun bir psikolojik çözümleme gerektiren bir süreci, anında ve küçük ipucu haplarıyla çözmemi bekleyenler de. Ama işin özü şu ki, ‘yeni iş sendromu’ tahmin edilenden de yaygın. Dolayısıyla bu tip okuyucu dalgalanmalarının İK yöneticilerinin yol haritalarında anahtar olması gerektiğini düşünüyorum. Ve de ‘onboarding’ kavramının daha yaygınlaştırılması için gerekli çalışmaların başlatılması gerektiğini.
Madem konu bu kadar ilginç, başka bir yönden de bakalım o zaman. Bir önceki yazımda yeni bir işe başlandığında neye öncelik verildiğini (dostluk kurmaya mı, müdürleri tavlamayı mı yoksa geri planda kalıp gözlem yapmaya mı?) sorgulamıştık ve yeni işe başlayanların en önemli hatalarından birinin ‘az soru sormak’ olduğunu söylemiştik. İşte bu yazımızda da yeni bir işe başlandığında, iyi bir dinleyici olmayı mı yoksa iyi bir sorgulayıcı olmayı mı tercih ettiğimize odaklanarak yeni işe adaptasyon sürecini bir kere daha masaya yatırdık.
Sonuçlara geçmeden önce biraz meseleyi kavramsal çerçevede çözümlemeye çalışalım. Diyelim ki yeni bir işe başladınız. Dedik ya, adı üstünde ‘yeni’, yani bilmediğiniz bir sürü şey var. Belki işyerinizin faaliyet alanı üzerinde ‘mesleki’ eğitiminiz var, ki yapılan araştırmalardan biliyoruz, ‘akademik eğitim/yapılan iş’ örtüşmesi gerçek hayatta oldukça az. Ama zaten iş hayatına girince anlıyorsunuz ki faaliyet alanı veya teknik bilgi bir yanılsama. Hani askerlikte “Aranızda elektrik mühendisi var mı?” diye sormuşlar, ortaya çıkan gence komutanı “İyi, bundan sonra elektrikleri sen açıp kapayacaksın” demiş. Aynen o hesap. Ar-ge departmanında çalışmıyorsanız teknik donanımınız işinize pek yaramayacak. Ama üniversite eğitiminiz süresince edindiğinizi umduğumuz analitik düşünce, problem çözme, eleştirel bakabilme, sorgulayabilme, liderlik, zaman yönetimi gibi ‘soft’ özellikleriniz sizi bir adım öne çıkaracak olanlar. Ve de ‘yenilikleri’ kolay öğrenmenizi ve hazmetmenizi sağlayacak olanlar.
Şimdi anketimizin sonuçlarına bakalım. Yüzde 80 “Yeni bir işe girdiğimde bir süre işlerin nasıl yürüdüğünü izlerim” derken, yaklaşık yüzde 12 “Soru sorarak adapte olmaya çalışırım” demiş. “Tecrübem bana yeter” diyen yüzde 8’lik kitleyi bir kenara bırakalım ve diğer sonuçlara odaklanalım. Başka araştırmalar da gösteriyor ki, genelde işyerinde öğrenme ‘on-the-job training’ dediğimiz ‘işi yaparak öğrenme’ şeklinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla yüzde 80’in bu cevabı vermesine şaşmamalı. Teknik bilgi gerektiren konularda bile, soru sormak yerine gözlemlemeyi tercih edebiliyoruz. Mesela, 2004’te Lambrecht ve arkadaşlarının yayınladıkları bir makalede, günlük zamanlarının yarısından fazlasını bilgisayar başında geçirenlerin bilgisayar yazılımlarını (word gibi) nasıl öğrendiklerini sorguladıkları bir çalışma var. Sonuçlar ‘öğrenme’nin yine ağırlıklı olarak ‘gayrı resmi’ kanallardan olduğunu, yani işi yaparak, gözlemleyerek ve diğerlerine bakıp bir şeyler çıkararak olduğunu gösteriyor. Takiben işyerinde aldıkları resmi eğitim programları, daha önce aldıkları resmi eğitim ve kendi kendine öğrenme geliyor. ‘Diğerlerine soru sorarak’ öğrenme ise sekizinci sırada.
NEDEN AZ SORU SORUYORUZ?
Aslında soru sormak hiç de kolay bir şey değil. Çünkü olumsuz sonuçlar doğurması kuvvetle muhtemel. Geveze, ukala, sıkıcı ve de en kötüsü aptal olarak algılanmak var işin ucunda. Ama görünen o ki, doğru zamanda, doğru yerde, doğru şekilde ve doğru sayıda soru sormak iş hayatında başarıyı getiren faktörlerin başında. İş dünyası gurusu Peter Drucker bu durumu çekinmeden “Danışman olarak en büyük gücüm cahil olmak ve çok soru sorabilmek” şeklinde ifade etmiş. Bizde de ‘Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır’ lafını boşuna ilkokuldan itibaren öğretmiyorlar. Soru sormak her zaman negatif damgalanmanıza neden olmuyor. Mesela, satış işinde çalışanların sürekli soru sormaları bekleniyor çünkü bunun altında ‘satış sürecini kontrol altında tutabilmek’ yatıyor. Yani ilişki kurmak ve karşınızdaki kişinin sunduğunuz ürünle gerçekten ilgilenip ilgilenmeyeceğini belirleyebilmek, buna göre süreci uzatmak veya kesmek. Çünkü satıcı sadece bilgi veriyor ve bilgi toplamıyorsa, yani soru sormuyorsa, satışı gerçekleştirme şansı da çok az oluyor.
İhtiyacınız olan bilgiyi sağlayacak soruları sormak da çok önemli. Mesela, insanların daha fazla konuşmasını istediğinizde açık uçlu sorular sormak, net sonuç almaya çalıştığınızda kapalı uçlu (çoktan seçmeli) sorular sormak gibi. Bir de tabii sorulan sorulara verilen cevapları ‘dinlemek’ çok önemli. Uzmanlar, ikili ilişkilerde ‘dinleme/sorma’ ideal dengesini yüzde 70/30 olarak söylüyor. Sadece soru sormaya odaklanmak ve ilk sorunun cevabını dinlemek yerine o sırada ikinci sorunuzu düşünüyor olmak yapılan en önemli hatalardan biri.
İşyerinde ideal ‘öğrenme’
İnsanların öğrenme sürecinin iki ana boyutu var: Anlamak ve hatırlamak. Her ikisi de tek başına yeterli değil. ‘İyi’ öğrenmek için, bir bilgiyi hem anlamalı hem de hatırlayabilmelisiniz. Kognitif öğrenme, yani bilişsel çaba harcayarak bir konuyu öğrenme için bu konuda tüm işaretler ‘tekrarlamayı’ gösteriyor. Ama iş hayatındaki ‘öğrenme’ bundan biraz farklı; daha çok dolaylı yollardan oluyor, yani tecrübe işi. Fakat insanların farklı kereler sobayı elleyip yanmalarını beklemekle de ömür geçip gidebiliyor. İşte bu noktada ‘beklenti modeliyle öğrenme’ devreye giriyor. Özünde, öğrenmenin beklentilerle ilişkili olduğu varsayımı var. Yani eğer işler beklediğiniz şekilde gelişmiyorsa işte o zaman daha iyi öğreniyorsunuz. “Beni öldürmeyen beni güçlendirir” hesabı. İşte tam da bu yüzden artık yeni personelin eğitiminde karmaşa yaratacak ve beklentileri çürütecek senaryolar kullanılıyor. Eğitim gören kişi ne kadar şaşırır ve işlerin ne kadar beklenenden saptığını görürse o kadar iyi öğreniyor. Çünkü hem anlayış yaratıyor, hem de şaşırtıcılığı ve beklenenden farklılığıyla hatırlama (unutmama). Gerçek hayatta, başarısızlığı tolere edemeyen iş dünyası, simülatif ortamlarda elemanlarını ‘başarısızlığa uğratarak’ aslında başarının ‘unutulmayacak’ bir anahtarını onlara sunabiliyor.
Yeni bir işe başladığınızda nasıl davranırsınız?
Konuma çok hakimim, yeni bir şey yokmuş gibi davranırım% 8,20
İş arkadaşlarıma sürekli soru sorarım % 9,80
Yöneticilere sürekli soru sorarım% 1,99
Bir süre sessizce izleyip işlerin nasıl yürüdüğünü anlamaya çalışırım % 80,01