14.01.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
UYKU, ÖLÜMÜN KARDEŞİ; RÜYA İSE HAYATIN DEVAMI OLARAK GÖRÜLEBİLİR... Fakat şu da var, Dostoyevski'yi, Guy de Maupassant'ı, Kafka'yı, Oğuz Atay'ı okuyup da, şu dört sözcüğe, 'bobok'a, 'horla'ya, 'odradek'e ve 'norgunk ubor metenga'ya kafayı takmamak da açıkçası pek mümkün değil. Aslına bakarsanız, insan bu dört sözcüğün sırrını aydınlatacağını bilse gizli cemiyetlere, en karanlık şebekelere girmeyi bile göze alır, o da ayrı mesele. Her neyse. Bu arada, "Rüya Arızaları"nı "Bobok"la, "Le Horla"yla, "Evin Beyin Tasası"yla ya da "Korkuyla Beklerken"le bağlayan ne diyebilirsiniz. Orada da öyle gizemli, açıklığa kavuşmayı bekleyen anahtar bir sözcük mü var? Hayır, yok. Ama, yakın bir ironi var. Tamam, belki, en azılı kitap kurdu olanımız bile, Borges'in, bütün ömrünü Don Kişot'u paragraf paragraf yeniden kopyalayarak geçiren Pierre Menard'ı gibi zorlu ve sonu olmayan bir göreve talip olmak istemez. O dirayeti kendinde bulamaz. Şöyle ki, hikâyelerin tümü rüya ve uyku zemininde dönüyor. Uykunun ölümün kardeşi, rüyanın da gerçek hayatın (bizim) devamı olduğunu kabul edersek, rahatlıkla H. Ertuğ Uçar'ın hikâyelerinin hayat ve varoluştaki (ve tabii, ölüm ve yok oluştaki) saçma doğallığı, şaşkınlığı, neşeyi ve dehşeti açığa çıkarttığını söyleyebiliriz. Evet, kahve falı, iskambil falı ya da rüya falı gibi bir buluştan, bir icattan söz ediyoruz. Uçar'ın bu buluşu, o buluştaki anlatım biçimi, falnamelerle rüya tabirlerini çağrıştırıyor insana. Böyle bir geçmiş zaman tadı veriyor: "Dolunay olduğu bilinen bir gece tüm gökküre kara bulutlarla kaplı ve sadece Ay'ın etrafı açıksa, gerçeklerin üstüne kapanan kat kat örtülerin açılma zamanı gelmiştir. Uyumaktan sakının." Ya da "Gecenin derinliklerinde Şeytan'ın hafif bir dirsek darbesiyle uyanan kişi, tam karşısındaki pencerede yükselmiş Ay'ı görürse eğer, yeniden daldığı uykuda tek bir baş görür, ne var ki üzerindeki yüz değişip durmaktadır" gibi. Geçmiş zaman tadı Bu arada, her biri yarım sayfayı aşmayan 11 rüya falı birbirini takip eden 11 hikâyeyi bağlıyor. Hikâyeler, uykusuzluk sorunun alt edebilmek için kapı kapı dolaşıp derdine çare arayan müzmin uykusuz Lemi Bey'in hikâyesiyle, "Sıkışma"yla başlıyor, gerçek hayatta son derece silik, hayaletimsi biriyken rüyalarında son derece popüler, astığı astık, kestiği kestik birine dönüşen Bedii ile ("Yansıma') sürüyor. Diğerlerine gelince, onlar ise, önce farkında olmadan, sonra da, zamanla başkalarının rüyalarına girmeyi alışkanlık haline getiren yetenekli Özcan Bey'in ("Hırsız"), arkadaşları tarafından uykusundan uyandırıldığı için rüyasını tamamlayamayan ve o rüyadaki gölgeli yüzü görmek için rüyadan rüyaya dolaşmaya koyulan Mert'in ("Arayış"), toplu olarak istiareye yatan Lund kenti sakinlerinin ("Uykular"), arka arkaya üç gece aynı rüyayı gören ve geçmişteki bir yolculuğu yeniden, bu kez rüyalar âleminde yaşamaya başlayan Ferit'in ("Takılma"), rüyasında gördüğü bir imgeyi, pembe bir tüpü gerçek hayata taşıyarak başını belaya sokan Miyase Hanım'ın ("Kaçak") rüyaları... Rüya mı, gerçek mi?