The Others ÇADIR ELEŞTİRİSİ

ÇADIR ELEŞTİRİSİ

14.11.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

Van ve Erciş’teki deprem sonrası ortaya çıkan çadır sıkıntısına yönelik haberler arasında Japonya’daki prefabrik evlerle ilgili röportaja yer verilmesi üzerine okurlarımız yeni çözümlerin neden gündeme getirilmediğini sorguluyor

ÇADIR ELEŞTİRİSİ

Milliyet, Van’da 7.2 ve 5.6 büyüklüğündeki depremlerden sonra yaşanan trajediyi bölgeye gönderdiği muhabir ve yazarlarının kaleminden okurlarımızla paylaşmaya devam ediyor.
17 Ağustos 1999’da 17 bin yurttaşımızı kaybettiğimiz Marmara depreminin üzerinden geçen onbir yılın acıları belleklerde henüz canlılığını korurken Van ve Erciş’teki kayıplar Türkiye’de üzerinde yaşadığımız topraklarda, ‘deprem riskini hiç akıldan çıkarmamak’ gerçeğini birkez daha hatırlattı. Yoğun haber akışı arasında kimi haberler okurlarımız tarafından daha eleştirel gözle takip ediliyor. 9 Kasım 2011 tarihli “Prefabrikte Japon mucizesi” başlıklı Anadolu Ajansı haberini buna örnek verebiliriz.
Haberde geçtiğimiz Mart ayında Japonya’da gerçekleşen 9 büyüklüğündeki deprem ve tsunami faciası ile Fukuşima Nükleer Santrali’nde oluşan tehdit nedeniyle felaketin mağduru olan afetzedelerin devlet tarafından kurulan “süper lüks” prefabrik evlerde yaşamlarına devam ettiği bilgisi yer alıyor.
Türkiye’de ise Van depreminden sonra evleri yıkılanlar, barınma sorunu yaşayanlar için çadırkentler kurulldu. “Van’da çadıra ihtiyaç var, 20 bin çadır gitti, depolarda bulunan 15 bin çadır daha araçlara yüklendi” gibi haberlerin yanı sıra ‘İstanbul’da bir deprem olsa çadırlar nereye kurulacak?’ sorusu da uzmanlarca tartışılıyor. DHA muhabirleri Sebahattin Yılmaz ve Cem Emir’in de ölümlerine neden olan Van’daki Bayram Oteli faciasından sonra kar ve soğuğa rağmen çadırlar daha güvenli hala geldi.
Ancak bazı okurlarımız 21.yüzyılda teknolojik imkanlara rağmen ‘Niye çadır başka bir yöntem yok mu?” diye soruyor.

JAPONYA’DA PREFABRİK EVLER
Mesut Bircanlı ‘nın eleştirisi şöyle:
“Bir haberinizde ‘Japonya’da deprem ve tsunami sonrası Sendai’de bulunan 200 ailenin kaldığı Asto Nagamaçi prefabrik evlerini ziyaret ettik. Evlerde yok yok.” demişsiniz. İyi güzel de peki biz niye hala bu kadar ilkel bir yöntem olan çadırlarla uğraşıp duruyoruz. Niye çadır? Bu kışta kıyamette bu çadır nedir?
Bir kar yağsa ne olacak? Sendai’ye kadar gitmişken bu prefabrik evlerin maliyeti nedir ne kadar zamanda yapılabiliyormuş biz niye yapmıyoruz, diye niye sormuyorsunuz? Çadırın dışında dünya doğa felaketleri karşısında evlerini barklarını yitirenlere nasıl yardımcı oluyor diye niye sorgulamıyorsunuz? Günlerdir gazete sayfalarını dolduran genç yaşlı insanların enkaz altından çıkartılan cansız bedenlerine bakıp ağlıyoruz. Çadırda doğan bebekleri yazıyoruz. Eğer başınızı o enkazlardan ve çadırlardan çıkartmazsanız belli ki bir sonraki depremde yine aynı şeyleri yazacaksınız?.
Deprem konusunda uzman muhabirimiz Önay Yılmaz’a sorduk. Yılmaz okurumuzun sorusuna şu yanıtı verdi:
“Japonlarla Türkler’in “deprem sınavı”nda aradaki fark şu; Japonlar olası depremde bu çadırlara girmemek için ne yapabiliriz sorusuna yanıt ararken biz olası bir depremde yeterli çadırımız var mı sorusuna yanıt arıyoruz. Dolayısıyla bizim için çadır ilk etapta gereklidir ama hemen sonrasında bu insanların bölgede güvenli yerlere taşınması o çadırlardan mutlaka çıkartılması gerekir.

‘FARK NEREDE’ SORUSUNUN YANITI
Oysa hala depremin ardından zarar gören köylerde kurulacak konteynerler için yer tespiti yapılıyor. Burada sorun şu; bu insanların bir an önce çadırlardan çıkarılabilmeleri için bütün bu çalışmaların depremden önce yapılması gerekirdi. Ama bunun için deprem öncesi bir organizasyon gerekiyor. Van depremi bize bir kez daha gösterdi ki; Türkiye’de deprem bilinci oluşmamış. Çünkü bu iş bir organizasyon işidir, eğitim, bilinç işidir. Deprem bölgesinde yaşıyorsanız bu bilinçle hareket etmek önceden organize olmak gerekir. Deprem olduktan sonra Japonya’da kimse çıkıp da “nerede bu devlet” diye isyan etmiyor çünkü kendisi bir devlet gibi davranıyor, örgütleniyor.
Olası bir deprem bir doğa felaketi karşısında ne yapacağını biliyor. Depreme karşı depremden önce hareket edip, mutlaka bir ön çalışma yapıyor. “Benim bölgem deprem bölgesi. Şunların yapılmasını istiyorum” diyor.
Yani depremle yaşamaya alışırsanız “kaç tane çadırımız kaldı” diye sorarsınız. O çadırlara girmemek istiyorsanız o zaman da depreme karşı önceden ona göre binalar inşa edersiniz, edilmesi için mücadele verirsiniz?



OMBUDSMAN’IN GÖRÜŞÜ


Prefabrik evlerle ilgili haberimiz Anadolu Ajansı’nın. Ancak haberin spotunda “Gittik Nagamaçi prefabrik evlerini ziyaret ettik. Evlerde yok yok” denildiği için okurumuz haberin kaynağının Milliyet olduğunu düşünerek Van’da depremzedelere çadır dışında seçenek sunulmamasını Japonya örneğinden hareketle eleştiriyor. Gazetenin de fazlaca çadır sorununa odaklandığını düşünüyor. Ancak okurumuz da hak verecektir ki; 23 Ekim’den bu yana Van’da yaşanan korku ve panik kentte oturulamaz hale gelen binalardan kaynaklanmaktadır. 600’den fazla yurttaşımız enkaz altında kalarak yaşamını yitirmiştir. İkinci deprem tehlikenin devam ettiğinin kanıtıdır. Medya bu şartlar altında görev yaparken,bir yandan ara kurtarma çalışmalaırını yansıtmakta öte yandan depremzedelerin Van ve Erciş’teki öncelikli sorunlarına eğilmektedir. Deprem riski altındaki bölgelerde prefabrik yapılar oluşturulacaksa Japonya ‘daki gibi kamusal bir bilinç ve hazırlık gerekmektedir. Bu hazırlık da kuşkusuz deprem öncesi yapılmalıdır.Bu olmadığı sürece Kızılay’ın çadırlarını haber yapmaktan başka seçenek kalmıyor.
Usta yazar Yaşar Kemal’in 60 yıl önce Erzurum- Başkale’de yaptığı deprem röportajları okunduğunda orada da ‘çadır yokluğunu’ görülecektir. Okurumuz haklı altmış yılda değişen birşey olmamış! Medyanın görevi bu gerçekleri yansıtmaktır. Konteynir, prefabrik ev ya da kalıcı konutlarla ilgili politikalar belirlemek ülkeyi yönetenlerin işidir.


‘BİLMECE GİBİ BİR HABER’


Sibel Yaka 9 Kasım tarihli Milliyet’te çıkan“Depremde saat ve yüzükle yaralandı” haberini bir kez daha okumamız için geçmiş:
“Van’ın depreminde, Erciş ilçesindeki 4 katlı binanın enkazında 8 saat mahsur kalan ve Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavisine devam edilen 43 yaşındaki Nizamettin Turan, kolundaki saatle parmaklarındaki yüzükler nedeniyle sol kolundan ağır yaralandı Artık saat ve yüzük takmamaya yemin ettiğini söyleyen evli ve 5 çocuk babası Turan nedeni de şöyle anlattı: “Kolon, kolumun üzerine düşerken saatim jilet gibi derimi sıyırıp attı. İki yüzük, parmaklarımın kırılmasına neden oldu. Saat ve yüzüğüm olmasa şu an hastanede değil ailemin yanında olacaktım. Artık hayatımda onlara yer yok.”
Soruyorum şimdi nedir bu allahaşkına? Bu bir bilmece mi? haber mi? “depremde kolundan yaralanmış bir adam niye ailesi için “artık hayatımda onlara yer yok” niye der. Ailesi depremde ölmüş müdür? Yoksa kendisi kolundan yaralandığı için artık ailesini görmek mi istemiyor?”



KOSOVA’LI İZCİLER


Banu Kurtiş adlı okurumuz şöyle diyor:
“Kosova Genç İzciler Birliği Derneği, Türkiye İzcilik Federasyonu Arama Kurtarma Ekibi’ne Van’daki enkaz çalışmalarında bulunmak amacıyla gelmek istediklerini söylemiş, ancak bu talepleri kabul edilmemiş.
Milliyet internet haberi “Yardım Teklifine Şok yanıt” diyerek veriyor. Haberde Kosova Genç İzciler Birliği Derneği Başkanı Kazım Opoyan, Türkiye İzcilik Federasyonu Arama Kurtarma Ekibi’nden gelen yazıya çok üzüldüklerini söylüyor. Ama Türkiye’nin niçin kabul etmediğini açıklamıyor, bilmiyoruz. Biz gelmek istiyoruz yardım için diyen birilerine “hayır yardım istemiyoruz” deniliyorsa bunun da bir gerekçesi olmalı. Bunun gerekçesini niye bilmiyoruz.?”