10.08.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:
Breh breh ne şimşek çaktı öyle... Stephen King’in korkutacağım diye seçtiği eski şatonun etrafında bile böyle şimşekler çakmamıştır. İstanbul’da çarşambayı perşembeye bağlayan gece olan oldu.
Bilinçaltında mutlaka bir numara var tabii ki. Küçükken kulağımın dibinde bir şey patlatmışlardır mutlaka. Oldum olası hep ürktüm şimşek ve ardından gelen gökgürültüsünden. Bugüne kadar bir şekilde geçiştirdim. Ama o gece olan oldu. Bitmedi, çaktıkça çaktı, gürledikçe gürledi. Lamba niyetine kullandık şimşeği o gece. Baktım şimşeğin duracağı yok, içeride büyük minder var, aldım onu bizim küçük tuvalete girdim. Ama bir eksik var; kulaklık ve radyo. Şimşeğin çaktığını görmüyorum ama, gök gürültüsü geliyor. Onu da bertaraf etmek için yüksek tondan müzik lazım. Tuvaletin kapısını araladım, koşar adım odaya gittim. Kaptım geldim, yine tuvalete girdim. İçinde pil yok. "Nerdee bu pilleeer?" diye bağırdım. Yine çıktım, hızla salondaki kumandayı aldım, tekrar tuvalete geldim. Pilleri taktım. Net bir şekilde dinleyebileceğim tek radyo Power FM. Buldum istasyonu. Ohhh bir rahatladım. Rahatladım da bu sefer uyku bastırdı. Kıvrılsam mindere ayağımı uzatmam mümkün değil, çünkü klozet dibimde. Yüksek sesle dinlenen, şu "club" dedikleri müzik bir süre sonra bayıyor. Kafama balyozla vurur gibi.... Arada kapıyı aralıyorum. Disko gibi bizim salon.
İstanbul’un başka bir yeri
İstanbul’un bir başka yerinde şimşek, gökgürültüsü ve yağmur üçlüsü bir başka heyecanlı durumlara sahne oluyor. Sarı kız uyanmış, bahçedeki köpek aklına geliyor. Beyaz terlikleri Mahmutpaşa geceliği ile dışarı çıkıyor. Köpek yok ortada. Apartmandan içeri giriyor ve üst katlara doğru "kızıımmm" diye bağıra bağıra çıkıyor. Ayakta olan sadece kendisi değil. Üst kattaki garip adam da takır tukur dolaşıyor. Yağmur yağmasa da şimşek çakmasa da o saatlerde dolaşır. Yan komşu da atlıyor arabasına basıp gidiyor. Nereye gider o saatte? Garip bir apartman. Ecinli midir nedir? Büyük taarruz sonuç vermeyince pes edip eve giriyor. Bir bakıyor, iki kedi bambunun üstünde pinekliyorlar. O gürültü arasında damı bulamadıklarından olacak, evin en yüksek yerine sıçramışlar, fıldır fıldır bakıyorlar. Şimşek, ortalardan kaybolan köpek, bambunun tepesinde kediler, takır takır yürüyen adam, sessizce arabasına binip giden komşu ile gecenin sabaha ulaşan karanlığında bir İstanbul manzarası...
Gelelim bana... Sesler kesilmiş, oluk gibi yağan yağmur dinmiş, uzaklardan fonda şimşekler çakıyor. Uyuyamayacağım, bizim fakir kayıt aletinin başına geçtim. . Piyano üzerine bas gitar, üzerine davul ve tumba; biraz da ağız armonikası ve dipte sos niyetine kemanlı bir isimsiz şarkı attırdım. Vallahi güzel oldu. Günün ilk ışıkları şimşeği alıp götürmüştü. O saatten sonra ne uyuyacak halim ne de zamanım vardı.
Bu satırların sonu gelirken gözlerimin kaydığını hissettim. Neydi tüm bu olup bitenler? Yaşamın içinden sadece bir an. Anlar anlara eklenerek bizi nereye götürecekti? Şimşeklerin çaktığı yere mi?