Ülkemizdeki kıyasıya sınav yarışının en önemli gerekçelerinden birisi de yabancı dil.
Veli ve öğrenciler, ciddi anlamda, yabancı dil öğrenecekleri bir ilkokul, lise ya da üniversite için, hem büyük bir mücadele veriyor hem de dünyanın parasını ödüyor.
Peki gerçekten de yabancı dil öğrenebiliyorlar mı?
Diğer okullar bir yana yabancı dille eğitim yaptıklarını iddia eden öğrenim kurumlarından mezun olanların en az yarısı, Tarzancanın ötesine geçemiyor dersek, hiç abartılı olmaz.
Çünkü yabancı dille eğitim tam bir kandırmaca...
Eskiden Anadolu liseleri ciddi anlamda yabancı dil öğretirdi, şimdi 15, 20’si dışında, hazırlık sınıfı olan, en azından bazı dersleri yabancı dille yapan yok gibi.
Yabancı kolejler dışında, hakkını vererek yabancı dille öğreten üç, beş Türk koleji dışında, bu konuda iddialı olanı ara ki bulasınız!
Peki, yabancı dille eğitim neden önemini kaybetti? Çünkü hemen herkes, giriş sınavlarındaki başarıya odaklandığı için dil konusunu sorgulayan yok gibi!
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2018 Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre hiç diploması olmayanlar, diploması olanlara göre daha mutluymuş.
Şaşırdık mı, kesinlikle hayır!
Neden?
Her çocuğumuz, her diploma için o kadar çok mücadele veriyor ki karşılığını alamadığında da derin bir mutsuzluk hissine kapılıyor.
Araştırma da bu durumu resmiyete dökmüş! Hepsi o!..
Peki, mutsuz oluruz diye okumaktan, yazmaktan vaz mı geçeceğiz?
Asla.
En iyi okul diye bir okul, en iyi meslek diye bir meslek var mı, yok mu bu çok tartışılır. Zevkler ve renkler gibi okul ve meslekler de kişiden kişiye değişir.
Çünkü ilgi, yetenek ve beklentilere göre okullar da, meslekler de herkese göre farklı.
Bundan daha doğal da bir şey olamaz.
Bu noktada yapılan en büyük yanlışlardan biri MEB’in yaptığı gibi okulları “nitelikli”, “niteliksiz” diye ayrıştırmak, bir diğeri de giriş puanları ve sınav kazandırma oranlarına göre okulları iyi/kötü diye sınıflandırmaktır.
Meslekler konusundaki hataların başında ise kazandırdığı para ya da iş bulma olasılığına göre yapılan sıralamalar geliyor.
Bu konuları anlatmaktan dilimizde tüy bitti ama nedense veliler aynı hataları yapmaktan bıkmadılar. Önemli olan, öğrencilerin mutluluğudur.
Çocuklarımızın mutlu olmadıkları bir okulda ya da meslekte başarılı olmaları mümkün değil. Okul arayışının yoğunluk kazandığı şu günlerde, ne olur, başkalarından duyduklarınıza değil, kendi gördüklerinize, duyduklarınıza inanın. Okul okul gezin, öğrenci, mezun ve velilerle konuşun, öğretmenlerle tanışın, diğer okullarla kıyaslayın ve en önemlisi de çocuğunuzun istekleriyle, onların verdiklerini örtüştürün, ondan sonra karar
Yazı işlerinin dün sabahki toplantısında, askerlikle ilgili yeni düzenlemeler konuşulurken, söz bir anda kadın askerlere geldi ve uzun süre kadınlarımızın da askere alınıp alınmamalarını tartıştık.
Ortaya çok enteresan fikirler atıldı.
Örneğin, “Kadın subaylar var da kadın askerler neden yok?”, “Pek çok ülkede herkes için askerlik zorunluyken, bizde neden değil?”, “Mademki her alanda eşitlik isteniyor, bu konuda neden eşit davranılmıyor?” sorularına cevap arandı.
Ortaya atılan sorular ve gelen cevaplar hepimizin bildiklerinden ya da düşündüklerinden farklı değil.
Enteresan olan, askerliğin bireylere kazandırdığı değerlerdi.
Hemen, peki ya kaybettirdikleri diye itiraz edenleriniz mutlaka çıkacaktır ve o da mutlaka tartışılmalıdır ama bizim konuştuğumuz, özellikle kadınlarımıza kazandıracağı sosyal boyutlardı.
Örneğin, okuma yazma bilmeyenler içerisinde en büyük grup kadınlarımız, yine aynı şekilde elinde hiçbir mesleği olmayanların en tepesinde yine kadınlarımız bulunuyor; doğup, büyüyüp, evlenip, çocuk ve torun sahibi olup, resmi kayıtlara geçmeyen kadın sayımız tahminlerin çok üzerinde; doğduğu kentin hatta doğduğu köyün dışına çıkmayan, Türkçe konuşamayan kadınlarımız var...
Oysa bu ülk
Yüzde 98’imiz okuma yazma biliyor.
Peki, aktif okur sayımız ne kadar?
Yüzde 10 bile değil.
Bunu bilmeyenimiz, dile getirmeyenimiz yok.
Peki, okulda, evde, iş yerinde ya da ülke genelinde bu konuda ne gibi önlemler alıyoruz?
Neredeyse hiçbir şey.
Medya olarak ne biz düşen tiraj sayılarımızı yükseltmek için yeni kampanyalar düzenliyoruz ne MEB ya da YÖK öğrencileri okumaya teşvik ediyor ne de anne babalar çocuklarına verebilecekleri en güzel armağanın kitap olduğu noktasına gelebildiler.
Geçtiğimiz bir ay içerisinde güney illerimize çok seyahat yaptım.
Hemen hepsi meyvenin, sebzenin başkenti diyeceğimiz iller.
Yaz kış demeden, sebzenin, meyvenin en tazesini onların sayesinde yiyoruz.
Ama kebap ve yemeklerde dikkat çekici bir şekilde sebze yoktu.
Örneğin patlıcanlı kebap, yanında harika bir domates salatası, yaz aylarında olduğu gibi tabak dolusu biber ve yeşillik ara ki bulasın.
Restoran sahiplerine ya da şeflere şakayla karışık, “Yoksa ben yanlış bir kente mi geldim, hani nerede sebze ve meyveleriniz?” diye takılacak oldum, ağzımın payını aldım.
“Bu mevsimde, domates, biber, patlıcanın tadı mı olur ki yemeğini yapalım?” dediler, şaştım kaldım.
“Peki, o zaman bize niye satıyorsunuz, biz niye onca para verip alıyoruz?” diyecek oldum, “Kış aylarında yaz sebzesi yersiniz, yemezsiniz, o sizin sorununuz, biz her şeyi zamanında yeriz” deyip son noktayı koydular.
Her ne kadar yaz, kış, bahar demeden festival sayılarımızda çeşitlilik ve artış göze çarpsa da, Batılı ülkeler İle bizdekileri kıyaslamak mümkün değil.
Onlarda neredeyse her haftaya bir festival düşerken, biz ayda bire bile razıyız ama o bile yok. Mevsimlik ya da yazlık festivaller içerisinde de yenilikçi olanı bulmak çok zor.
Oysa festival turizmi, en sürdürülebilir ve en kazançlı olanı. Ama biz bunu da devlete ya da belediyelere havale ettiğimiz için çoğu, keyfe keder oluyor.
Sivil toplum örgütlerinin, yaygın bir şekilde bu işe soyunmaları ise görünen o ki çok zaman alacak.
Çinli turistler
Turizm pamuk ipliğine bağlı derler. Çok doğru.
Siyasi, ticari, askeri ilişkilerdeki en ufak bir sorun anında, turizme de yansır.
Geçtiğimiz hafta, Çin’in Sincian bölgesinde yaşayan Uygur Türklerinin halk ozanı Abdurrehim Heyit’in işkence ile öldürüldüğüne ilişkin haberler üzerine Dışişleri Bakanlığımız Çin’i kınayan açıklama yaptı. Çin de kayıtsız kalmadı. Önce haberi yalanladı, sonra da kinayeli açıklamalar yaptı.
İşsizlik rakamları açıklandı.
Can sıkıcı ama çok daha önemlisi, sorunun yeterince ciddiye alınmaması.
Oysa işsizlik yediden yetmişe hepimizi etkiliyor ve bu noktaya gelmesinde de yine yediden yetmişe herkesin payı var.
İşte bu yüzden, deve kuşu gibi kafamızı kuma gömmekten vazgeçip, çözüm yolları aramalıyız.
Aslında çözüm hiç de zor değil.
Eğitim sistemine sihirli dokunuşlar yaparak bu tabloyu rahatlıkla tersine çevirebiliriz...
Genç işsizler
Dün açıklanan işsizlik rakamları fazlasıyla can sıkıcı.