Ülkemizin hemen her açıdan bir turizm cenneti olduğunu bilmeyen, söylemeyen yok.
Dört mevsimiyle, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle, deniz, kum ve güneşin yanı sıra kayak ve termal olanaklarıyla, dini turizmin en önemli duraklarından biri olmasıyla ve sahip olduğumuz daha onlarca zenginlikle, yıl boyu turizm yapmak ve gelen turist sayısını 100 milyona çıkarmak, işten bile değil.
Ve 100 milyon turist demek, sadece büyük ekonomiye sahip olmak değil, zenginlik ve refah demek!
Ama bunun ne kadar farkındayız, işte o belli değil.
Farkındaysak neden gereğini yerine getirmiyoruz?
Değilsek neden farkına varmıyoruz, önünü açmıyoruz, milli bir mesele haline getirmiyoruz?..
Turizme evet mi, yoksa hayır mı?
Sürdürülebilirlik konusunda her alanda ciddi sıkıntılarımız var.
Bugün doğru olan, yarın yanlış olabiliyor.
Dün alınan kararlar, bugün geçersiz sayılabiliyor.
Dünyanın hızlı değiştiği bir ortamda yasalar, yönetmelikler, kurallar değişmez mi?
Elbette değişir.
Ama sürdürülebilirlik ve devlette devamlılık esastır.
Yoksa, hiç kimse geleceğe güvenle bakamaz, herhangi bir konuda adım atamaz.
Güven duygusu çok önemli.
Kimilerine göre ortalık yangın yeri.
Kimilerine göre ise her şey güllük gülistanlık.
O onların görüşü, asıl önemli olan, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, ne görüyorsunuz, ne bekliyorsunuz?
Dünden bugüne kriz söylentileri hep vardı.
Olmaya da devam edecek.
Yine aynı şeklide, uçtuk, uçuyoruz vaatleri de hiç eksik olmadı.
Olmayacak da.
Peki, o zaman sorun ne?
Özel okulların ve vakıf üniversitelerinin sayısı son yıllarda üçe beşe katlandı.
Velilerin çoğu, başka çare olmadığı için zorunlu olarak bu kurumlara yöneldi.
Ücret artışları alıp başını gidince de altından kalkamaz hale geldiler.
Bu yüzden kimi kaydını yenileyemiyor, kimi diplomasını alamıyor, kimi de sessiz sedasız okulunu bırakmak zorunda kalıyor!
Ve bu böyle gitmemeli!..
Batık bankalara ve şirketlere milyarlar akıtılırken, hemen her sektöre teşvik sağlanırken, eğitimin üvey evlat muamelesi görmesi düşünülemez, düşünülmemeli de!
Çünkü ortada, daha iyi bir gelecek için çırpınan anne babalar ve gençler var.
Onları kösteklemek değil, desteklemek gerekir.
Mersin, kilometrelerce uzunluğundaki sahil şeridiyle Fransız Rivierası Côte d’Azur’ü (Mavi kıyı) ve sıcağı, denizi ve kozmopolit yapısıyla da Miami’yi andırıyor. Ama onlarda sahil boyunca sıcak, soğuk demeden her yerde denize girilirken, bizim Mersin’de sahil boyunca, girecek bir deniz, yemek yiyecek bir restoran ya da duş alacak bir plaj bulmakta zorlanabilirsiniz...
Birkaç yıla kalmaz onlar da olacak deniliyor.
Kimilerine inandırıcı gelmese de ben canı gönülden olabilir diyorum, çünkü Mersin eski Mersin değil.
Bugünkü bu büyük değişim nasıl sağlandıysa, arkası da kesinlikle gelebilir...
Mersin’de o kadar çok, çok katlı apartman var ki şaşıp kalıyorsunuz.
Sahil boyunca yüzlerce, hatta binlerce gökdelen adeta yerden fışkırıyor ama hiçbir hareketlilik yok!
Neden boş deyince, can alıcı cevap geliyor.
Onların hemen hepsi yazlık!
Eğitimde sular durulmuyor.
Liselere Giriş Sistemi (LGS) yine değişiyormuş!
Daha doğrusu, revize ediliyormuş!
Hani en iyi sistem buydu?
Bu sistemi dayatanlar yüksek makamlara atanarak ödüllendirilmedi mi?
Ne yaparsanız yapın, yamalı bohça dikiş tutmaz!
En doğrusu, bu sistemin tümden değiştirilmesi ve kalıcı bir sistemin getirilmesi.
Yoksa gelecek yıl yine yeni revizyonlar gerekir.
Karnelerde, şişirilmiş notlar, takdir, teşekkür, ne ararsanız var. Dün bir arkadaşımız geldi.
“Çocuğum birinci yarıyılda 8 kitap okumuş, öğretmeni de onu tebrik etmiş, karnede bunu görünce, gururlandım” dedi.
Onunla yetinmeyip, şu kitapları getir ben de okuyayım, sonra da üzerinde konuşalım deyince film kopmuş.
“Tamam, bir ikisini bulurum ama diğerleri şimdi nerede bilmiyorum, bulursam getiririm” demiş. Konu öyle kapanmış.
Benzer hikâyeyi daha önce pek çok veliden duyduğum için hemen git o kitapları al oku ve tatil boyunca, her kitap üzerine ayrı ayrı sohbet edin önerisinde bulundum.
Niye mi?
Çünkü öğrencilerin pek çoğu, okuduk dedikleri kitapların özetlerini, internetten indirip, o kadarıyla yetiniyor, öğretmenlerine de onu götürüyorlar.
Ve kendilerini de o kitabı okumuş sayıyorlar.
Her şey gibi karneler de eski karne değil!
Eskiden karne denildi mi, yüreğimiz hop hop ederdi.
Öğrenciler, bütünleme ya da yıl tekrarından korkar, veliler de inşallah sınıfta kalmaz diye dua ederdi.
Tek dersten bile sınıfta kalınırdı. Şimdi 8-10 zayıfı olan bile sınıf geçiyor!
Zorunlu temel eğitim süresi uzadıkça, sınıfta kalan sayısı azaldı. Çünkü hem sınıflar zaten çok kalabalıktı hem de yeni dersliklere ihtiyaç vardı.
Bu yüzden de sınıf tekrarı tarih oldu.
Peki, iyi mi oldu?
Evet demek mümkün değil!