Türkiye günlerdir poşeti konuşuyor.
Yasaklanması doğru mu oldu, yanlış mı?
Parayla satılması haksızlık mı, değil mi?
Üzerine alınacak reklamlar ne olacak?
Keşke eğitimi de bu kadar konuşuyor olabilseydik...
Poşet deyip geçmeyin, doğanın en büyük düşmanı.
Yasaklanması da bu yüzden.
Vize gibi aşağılayıcı bir duruma katlanmak gerçekten çok zor.
AB çerçevesinde verilen mücadelemiz, biraz da bu yüzden.
Keşke, koşullar çok daha farklı olsa da, bize vize koyan, her ülkeye biz de vize zorunluluğu getirebilsek!..
Aracı şirketlerin devreye girmesi ya da seyahat acentelerinin tur için gerekli vizeleri kendilerinin alıyor olması, seyahatseverleri bir nebze rahatlatıyor olsa da, yine de bir sorun.
Bu arada Çin gibi bazı ülkeler, aracı şirketlerden vazgeçip, vizelerini yine kendi temsilcileri üzerinden verme kararı aldı ki, bunun kolaylık mı yoksa daha zahmetli bir süreç mi olduğunu zamanla anlayacağız…
Günaydınnnn
Turizm sektörü, nihayet, kaliteli elemanın önemine inandı ve bu yönde adımlar atıyor.
Kimyamız bozuldu. Hem de çok fena bir şekilde.
Hata yapmayanımız yok gibi. Hem de en hassas olduğumuz konularda.
Hep başkalarını eleştiriyoruz ama bir kez olsun kendimiz aynaya bakmıyoruz.
Sanki şu atasözü bugünler için söylenmiş:
Tencere dibin kara, seninki benden kara...
Cinayet ve araç sevdası
Hemen her gün kadın cinayetleri işleniyor.
Kabul edilebilir bir yanı yok.
Bir şeyleri yapmış olmak için yapmaya bayılıyoruz.
Örneğin eğitimin onca sorunu varken, onlar değil de MEB’in logosu değişmiş!
Üniver-sitelerde ise yazılan tüm tezler, araştırmalar üretim için değil akademik kariyer için.
Okullara konulmaya çalışılan kodlama dersi ise tam bir komedi.
Bu arada evet üniversite mezunu diplomalı sayımız üçe beşe katlandı ama ne haldeler, gelin onu bir de Ankara’dan değil de, San Diego’dan, yine bizden birinden dinleyelim:
Bu nasıl mühendis?
“Milliyet’te çıkan ‘Teknolojiyi tüketen değil, üreten bir gençlik için (1)’ yazınızı birkaç kere dikkatlice okudum.
Yazınızın sonunda ‘Bu konuda herkesin söyleyecek sözü olmalıdır’ diyorsunuz ya, ben de size başımdan geçen bir olayı anlatayım dedim.
Bilim ve teknoloji her şey mi?
Elbette değil.
Ama bu, dün ve bugün de çok önemliydi, yarın da öyle olacak.
Peki, bu konuda gerekeni mi yapıyoruz yoksa göz mü boyuyoruz?
Mevcut tabloyu daha iyi anlayabilmek için işte sizinle paylaşacağımız yazılardan ilki: “1500’lerde uzak kıtaların keşfi, bol hammadde sağladı. Ardından Batı’da endüstri hareketleri başladı. Hıristiyanlığın bilim üzerindeki baskısı, Protestanlık mezhebinin doğuşuyla zayıflamaya başlayınca bilimsel buluşlar ardı ardına geldi.
Buhar makinesi, matbaa, tekstil cihazları, elektrik enerjisi derken 1900’lere ulaştık.
1901’de elektronun Thomson tarafından keşfedilmesiyle elektronik cihazlar üretim sürecine dahil olmaya başladı. Lambalı devreler, diyot, transistör, entegre, mikroişlemci derken 1980’lerde kişisel bilgisayarlar sistemi kuşatmaya aldı. 2000’lerden sonra kompakt (küçültülmüş) akıllı elektronik kartlar her cihazın içine girdi. ABD, Almanya, Çin, G. Kore, Fransa, İtalya, Finlandiya, vb. ülkeler öğretim örgülerine yazılım ve entegre kodlama derslerini dahil ettiler. Türkiye, bu konuda da kopyalama, gösteriş yapma noktasının ötesine geçemedi.
- Okullardan bilgisayar dersleri yüzde 90 oranında kaldırıldı.
2019 sanki istenmeyen misafir gibi.
Kiminle konuşsanız, hep aynı tavır!
Herkes dudak kıvırıyor.
Umarız, sevgisi, hoşgörüsü, huzuru ve bereketiyle hepimizi şaşırtır.
Şaşırtmalı da şaşırtacak da.
Ha bu arada, 2019, 1919’un 100. yılı!
Ve, 1919’un tarihimizdeki yeri çok müstesna!..
Yeni yılda daha çok demokrasi, daha iyi eğitim, daha çok sevgi, daha çok hoşgörü ve hepsinden önemlisi, daha çok sağlık, huzur ve samimiyet bekliyoruz.
Yeni yıldan beklentilerimizi bir bir sıralayalım, bakalım ortaya nasıl bir tablo çıkacak?
Sizleri bilmem ama benim Ankara’dan beklentilerim arasında ilk sırada liyakat geliyor!
Neden?
Çünkü onun olmadığı yerde gerisi teferruattır!
Ne olur hiç kimse, bu konuda, çok daha önemli başka ayrıntılar var demesin!
Liyakatin içinde sadakat da vardır, ehliyet de, vatanseverlik de...
Ama yandaşlığın, torpilin, kul hakkı yemenin içinde hayal kırıklığından başka bir şey bulamazsınız.
Yılbaşında pek çoğumuz evdeyiz. Üstelik 4 günlük tatile rağmen!
Peki neden? Sorun ekonomik mi yoksa psikolojik mi?
Her ikisi de söz konusu.
Parası olan ve seyahati sevenler bile bu yılbaşında en güzeli ev diyor?
Keyifleri yok.
Eminim ki, pek çoğu, gece 12’yi görmeden yatağında olacak.
Televizyonlar bile, tek kanallı TRT döneminin çok gerisinde.