Zafer Bayramı’nı dün hak ettiği ölçüde kutlayabildik mi?
Evet demek çok zor!
Dün keşke ulusumuzun yeniden varoluş destanının yazıldığı “30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı, eğer hüsranla sonuçlansaydı, ne olurdu?” sorusunu birazcık da olsa düşünebilseydik ya da hatırlatanlar çıksaydı, ne iyi olurdu.
Hangi koşullarda, nasıl kazanıldığı elbette çok önemli ama çok daha önemlisi “Ya kazanılmasaydı?” sorusunun cevabı!
Ankara’nın hemen yakınındaki Haymana’da, Ankara Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsü’nün öncülüğünde, her 12 Eylül’de müthiş sempozyumlar gerçekleşiyor.
Önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da eminim ki yine yakın tarihimize, özellikle de Milli Mücadele’ye ve Büyük Taarruz’a yönelik çok önemli oturumlar olacak.
Neden Haymana?
Üniversiteyi kazananlar bugün yarın belli olur.
Görünen o ki kazananları da açıkta kalanları da ciddi sorunlar bekliyor.
Kazananlar kazanma sevincini daha tam olarak yaşamadan yurt, harç, kitap, dil barajı, burs arayışına girecek, hiçbir yere yerleşmeyenlerin umudu ise ek yerleştirme ve yurt dışı olacak...
Birinci yerleştirmede hiçbir yere giremeyenlere ikinci yerleştirmede şans doğar mı?
Tercihler konusunda daha esnek davranmazlarsa işleri zor!
Çıtayı biraz düşürür ya da tercih yelpazesini genişletirlerse, şansları olabilir.
Yok eğer ille de şurası ve şu bölümler olacak kararlılığını sürdürürlerse, gelecek yılı beklemek zorunda kalabilirler!
İşte bu noktada, yurt dışı eğitim seçenekleri gündeme geliyor!
Türk eğitim sistemi huni gibi!
Tüm öğrencileri bir huninin içine doldurup, çok azına, şans tanıyoruz.
Daha da önemlisi, huni sisteminde ne ilgi ve yetenekler dikkate alınıyor ne de vizyon.
Sıradan bir akademik sınav, hepsi o kadar!..
Böyle bir sistemi eğitimle uzaktan yakından ilgisi olmayan bakanlar bugüne kadar sürdürmüş olabilirler.
Ama bundan sonrası çok önemli! Çünkü artık eğitimin ne olduğunu, çok daha önemlisi, ne olmadığını bilen bir Bakanımız var!
Ziya Hoca, ileride, “Daha fazlasını yapmama siyaset
Eğitimde ciddi sıkıntılarımızın olduğunu dillendirmeyen yok.
Eğitim bizde sancılı da diğer ülkelerde farklı mı? Hayır.
Bilim ve teknoloji aldı başını gitti, sosyoekonomik olaylar çığırından çıktı ama biz yetişkinler bugünün gençliğine hâlâ yüzlerce yıl önce şekillenmiş eğitim sistemlerini dayatıyoruz.
Onlar da ya velilerin etkisiyle bu sistemin kölesi haline geliyor ya da direniyor ve bugünün demode eğitim sistemlerini reddedip kendilerine farklı yollar arıyor.
Aynı durum medya için de söz konusu. Okurlarımız onlarca yıl önce şekillenmiş ve kendisini bir türlü yenilemeyen, klasik medyadan kaçıyor. Yeni medya ise tuzaklarla dolu!..
Çözüm mü?
İşte bunu hep birlikte bulacağız.
Sorun nerede?
Orada bir köy var, gitmesek de, görmesek de, o köy bizim köyümüz, bizim kentimiz, bizim kültürümüz, bizim insanımız dediğimiz pek çok kentimiz var.
Çok gezen birisi olarak, yeni rotalara yelken açmak için “Sizi en fazla etkileyen kentler hangileri?” diye hep sorarım. Hemen ardından, “Neye göre?” sorusu gelir.
Neye göre diye baktığınızda da işin şekli bir anda değişebiliyor.
Çünkü genelini beğenmediğiniz bir kentte, karşınıza öyle güzellikler ve öyle tatlar çıkıyor ki bir anda o tüm olumsuzluklar gölgede kalabiliyor.
Bugün olaya farklı bir pencereden bakacağım.
Seyahate gitmeden önce dersimizi çalıştığımız için yani gidilen yerle ilgili, o güne kadar yazılıp, çizilenleri okuduğumuz için derin bir hayal kırıklığı yaşamıyoruz. Şaşırdığımız da çok nadir oluyor.
Son bir yıla baktığımızda, başkalarını bilmem ama beni en çok şaşırtan iki kentimiz, Bergama ve Bitlis oldu!
Her ikisi de tarihiyle, kültürüyle, mutfağıyla, duruşuyla, fark yaratan ama bir o kadar da içine kapanık kentler.
Son görevi Avrupa Hukuk Fakülteleri Birliği’nin (ELFA) Yönetim Kurulu Başkanlığı’ydı.
Birkaç toplantıda şahit oldum.
Dünyanın en iyi hukuk fakültelerinin dünyaca ünlü Avrupalı, Amerikalı, Çinli akademisyenleri arasındaki saygınlığı, inanılmazdı.
Ülkemizde de Hocaların Hocası olarak itibarı tavan yapan ender hocalarımızdan biri. Özellikle AB ilişkileri konusunda, neredeyse tüm uzmanlar ve kalburüstü hukukçular onun öğrencisi.
Bu yönlerini zaten biliyordum ama Demirel’in hafızasını hatırlatan derinliğini, kıvrak kalemini ve olaylara bakış açısındaki farkındalığını son kitabında keşfettik.
Lise yıllarından itibaren öylesine çok ülke gezmiş ve öylesine çok uluslararası görevler üstlenmiş ki anıları, 610 sayfalık, büyük boy tek cilde sığmamış! Şu sıralar “Uzunca Bir Özgeçmiş”in ikinci cildini yazıyor...
Haluk Kabaalioğlu Hoca’nın uzunca özgeçmişinde, sadece kendi yaşadıklarını değil, yakın tarihimizi ve gittiği ülkelerin derin analizlerini de görebiliyorsunuz.
Çocukluğunun geçtiği İzmir’i ve dünyaya ilk açıldığı ülkelerden biri olan İsveç’i öyle bir anlatıyor ki gidip, karış karış gezesiniz, o insanları, tek tek tanıyasınız geliyor.
Bayram kutlaması için dün bir tweet attım.
Gelen cevaplar ilginçti.
İstanbul’da kalanlar, gidenlere, ‘Aman gittiğiniz yerde kalın’ gidilen yerdekiler de, özellikle sahil
bölgele- rindekiler, ‘Aman ne olur tatil biter bitmez gidin’ diyordu.
Şaka yollu da olsa, görünen o ki, sadece İstanbul değil, İstanbullular da herkesi, bıktırmış durumda.
İşte size birkaç çarpıcı tweet:
n Sözüm İstanbul’dan gidenlere. Keşke gittikleri yerlerde kalsalar. Bizi, bize bıraksalar. Korna sesi kesildi. Trafik keşmekeşi bitti. Çocukluğumun şehri oldu...
Gezmeyi seviyoruz. 30 milyonumuz yollarda.
Bayram bahane, 9 günlük tatil şahane.
İyi bayramlar, mutlu tatiller, keyifli bir dönüş diliyoruz.
Bayramda konuşacak çok konu var ama bir tane daha olması elinizi güçlendirir.
En azından kafanız dağılır.
Hani zaman zaman tepemiz atıyor, kendimizi atacak yer arıyoruz, işte öylesi günler için, mini bir araştırma yaptım.
Nereye gideriz, nerede yaşarız, neleri ararız diye.
Gelin isterseniz aşama aşama gidelim, önce ülkeler, sonra kentler ve en son da tatil yöreleri ve damak tatları arayışına girelim.