Uzatmalı tatilleri, çok severiz. Herkesin işine gelir. Özellikle de tatilcilerin.
Öğretmenlere 9 günlük idari tatil verildi. Diğer memurlara da gelirse, hiç şaşırtıcı olmaz. Peki ya diğer çalışanlar?
Onlar da unutulmamalı...
Böylesi bir tatil, turizmciler için de can simidi olacak...
İlle de tanıtım!
Yurt dışı tanıtımlarımız çok zayıf.
Öyle bir algı var ki, sanki terör bataklığındayız.
Oysa herhangi bir Batılı ülke ne kadar terör riski altındaysa, bizde de o kadar. Ama bunun iyi anlatılması gerek.
Hemen her konuda sahipsiziz.
Örneğin, gençlerin, eğitimin, çocukların bir sahibi var mı?
Evet demek çok zor.
Peki ya tarımın, hayvancılığın, toprağın bir sahibi var mı?
Evet demek mümkün değil.
Eskiden Hayrettin Karaca vardı.
O da artık görünmüyor...
Kolejlerin taban puan ve ücretleri açıklandı. Hani tam da dudak uçuklatan cinsten.
Velileri adeta kalpten götürecekler.
Hem müthiş başarılı olacaksınız hem de kıyıda köşede milyonlarınız olacak. Yoksa kolejli olmak, hayalin ötesine geçemez!
Peki, dünyayla kıyaslandığında ya da Türkiye ölçeğinde bakıldığında, istenen bu ücret ve puanlar makul gözüküyor mu?
Evet demek mümkün değil.
Ne istenen o puanları kazanmak ne de benim diyen bir genel müdürün bile zor ödeyeceği o ücretleri ödemek, her babayiğidin harcı değil...
Puanlar da, ücretler de uçtu gitti.
Aziz Hoca, Nobel ödülü almanın onuru ve gururuyla konuştukça konuşuyor.
Konuşmayacak mı, elbette konuşacak.
Ama bazen öyle laflar ediyor ki şimdi yeri miydi demeden edemiyorsunuz. Ya da ilim bilim önemli de ekonomi, siyaset, hukuk önemsiz mi noktasına geliyorsunuz.
Bir de nereye gitse farklı bir söylemle karşımıza çıkıyor.
Politikayı sevmese de politikacılar gibi nabza göre şerbet vermeyi, onlara hoşlarına gidecek şeyler söylemeyi seviyor...
Önceki gün Azerbaycan’da öyle sözler söylemiş ki kabul etmek mümkün değil.
Gençlere seslenirken, “Politikayla uğraşmayın, ilim yapın ve çok çalışın. Biz temel bilim yapmalıyız, teknoloji değil. İcat yapmamız lazım” demiş.
Doğan Abi’yi ebediyete uğurladık.
Allah ailesine sabır versin...
Cenazesi çok kalabalıktı ve medya dünyasının pek çok ismi oradaydı.
O, vitrindeki çok ünlüler yoktu, daha çok, medyanın asıl yükünü çeken, kendisi gibi hamallar vardı.
Gelenlerin pek çoğu eski Milliyet çalışanları, diğerleri de farklı gazete ve televizyonlardandı.
Cenazeler de olmasa, değil birbirimizi görmek, isimlerimizi ve suratlarımızı dahi unutacağız.
Peki, niye sadece cenazelerde buluşuyoruz?
Birbirimizin kıymetini neden sağlığımızda da yeterince bilmiyoruz?
Hatırlanacağı gibi TEOG’da 17 bin şampiyon çıkmıştı. Peki, LYS’de de benzer bir durum yaşanır mı? Bu ihtimal, şimdilik çok zor gözüküyor.
ÖSYM, çok güvenilir bir sınav yapamasa da, soruda seçicilik konusunda, MEB’e göre çok daha profesyonel. Ama üzerindeki sınav yükü, öylesine fazla ki bazen üstesinden gelemiyor. Örneğin sık sık yanlış sorular soruyor, eski soruları bir daha servise koyuyor, bazen de dünkü Matematik Sınavı’nda olduğu gibi müfredat dışında olduğu iddia edilen sorularla karşımıza çıkıyor.
Böylesi durumlarda, inat etmek yerine, yapılması gerekenleri, anında yapsa, ortalık hiç karışmayacak. Örneğin bu sorular, müfredatta varsa bunun belgelerini ortaya koymalı, eğer yoksa da bir an önce iptal yoluna gitmelidir.
Hatadan dönmek bir erdemdir ama nedense, ÖSYM bunu hiç anlayamadı! Peki, puanlar, gelecek yıla göre, bu yıl biraz daha yükselir mi? İlk gelen izlenimler, sanki biraz yükseleceği yönünde...
35 yıl önce, Milliyet’e ilk adımımı attığımda, ilk tanıdığım birkaç isimden birisi de oydu. O gün bugündür, en yakın olduğum isimlerden birisi yine o, oldu.
O, bizim için bazen en yetkili yönetici, bazen de kızaktaki yayın yönetmeni olsa da, hep bir abiydi.
Kızdığına, sesini yükselttiğine, çok az şahit olduk.
Tek derdi haberdi, Hürriyet’e, Sabah’a nal toplatmaktı.
Her ne kadar ondan sonra gelen yayın yönetmenleri, çok kolay oturdukları koltuklarda, bunun bir türlü farkına varamasalar da, Milliyet, onun için hiç tartışmasız Türkiye’nin en iyi gazetesiydi.
O hancıydı, diğerleri yolcu.
Kimler geldi, gitti ama o, son nefesine kadar, hastane odasında bile hep Milliyet’le birlikteydi.
Milliyet için kafa yordu, Milliyet için hep en iyisini istedi.
TEOG ve LYS gibi liselere ve üniversiteye giriş sınavlarının adil, seçici ve bir o kadar da güvenilir olması gerekir.
MEB, YÖK ve ÖSYM bunun için var.
Devlet adına güya onlar bu işi yapıyorlar. Ama her defasında ellerine yüzlerine bulaştırmanın ötesine geçemiyor.
Adil, seçici ve güvenilir bir sınavdan söz etmek mümkün değil.
İnsan gücü planlaması akıllarının ucuna bile gelmiyor.
Kişiye, devlete, millete yararı yok gibi.
Peki, o zaman bu kurumlar niye var, bu sınavlar niye yapılıyor?