Akademisyenliğin ve üniversitelerin, yeniden tarifinin yapılması gerekir mi, gerekmez mi? Ya da bugünün koşullarında yeni misyonlar yüklenmeli veya tek tip bakış açısı yerine, farklı bakış açıları getirilmeli mi?..
Örneğin, ülkemizde yapılan bilimsel araştırmaların, daha doğrusu, akademik yükseltmelerin olmazsa olmazı haline gelen tezlerin kime ne yararı var?
Kaç, ülkemize katma değer yarattı, hangi sorunumuzu çözdü, hangi ödülü aldı?
Ya da kişiye ve üniversiteye katkısı ne oldu?
Uluslararası yayın ve refere şartı arandığı için tüm araştırmalar, yurtdışında kabul görecek çalışmalara yöneldi. Yani ülkemizin temel sorunları kimsenin umurunda olmadı...
Yabancı dil konusu da bunlardan biri, ne kadar donanımlı olursanız olun, eğer yabancı dil barajını aşamıyorsanız, kariyer yapmanız mümkün değil!
Peki, dil bilmeden de bilim üretilebilir mi ya da unvan verilmeli mi?
Düşünülmeli!
YÖK Başkanı Yekta Saraç yükseköğretim konusunda deneyimli ve bir o kadar da donanımlı bir isim.
Yıllarca YÖK üyeliği yaptı, yükseköğretime ve sorunlara vakıf olduktan sonra bu makama geldi.
Üniversitelerin ve yükseköğretimin genel sorunlarını çok yakından biliyor.
Daha da önemlisi, bu sorunların çözümü ve dibe vuran kalitenin yükseltilmesi için samimi bir çaba içerisinde.
Bu çerçevede bir dizi kararlar alıyor.
Yeni projelerini alkışlayanlar da var, temkinli karşılayanlar da...
Çok sayıda, dünyada örneği olan kurullar oluşturdu.
Yandaki fotoğraflara bakarak bir tahminde bulunun.
Bu kentimiz hangisi?
Daha önce defalarca gittiğim ama yeterince gezmeye fırsat bulamadığım bu kenti önceki gün hızla da olsa biraz gezince, şaşırmadım desem yalan olur.
Ve asıl şaşırtıcı olan, kentin güzelliği ile imajının taban tabana zıt olması!
İsterseniz gelin önce fotoğraflar üzerinden tahmin yürütelim.
Deniz mi, göl mü, yoksa kanal mı, ne olduğu tam belli olmayan bir suda gondol sefası yapıyoruz.
Eğitim sistemleri sadece bizde değil, bütün dünyada tıkandı.
Çünkü bilim ve teknolojinin çok gerisinde kaldılar.
Normal eğitim süreleri bugünün öğrencilerine çok uzun geliyor. Çok daha önemlisi, zorunlu temel eğitimden doktoraya kadar, kazandırdıkları dünün çok gerisinde ve hiç tatmin edici değil.
Eskiden okul ve öğretmene dayalı bir öğretim sistemi vardı.
Oysa şimdi bilgi bombardımanı altındayız.
Ansiklopediye en son ne zaman göz attınız ya da yarını heyecanla bekleyip, gidip öğretmeninize ne sordunuz?
Dijital ortamda ne ararsanız, ne sorarsanız, neyi merak ederseniz fazlasıyla var.
Gençliği keşfet- mekte çok geç kaldık.
Hem de çok geç!
Ama “Zararın neresinden dönülürse kârdır” demiş atalarımız.
Bugünden tezi yok, onları anlamaya ve onlar için bir şeyler yapmaya çalışırsak, belki kendimizi affettiririz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan gençliğe ilk kez bu kadar net mesajlar verdi:
“Bize sorgusuz, sualsiz biat eden cahil bir gençlik değil, neye inandığını, neyi savunduğunu, neyin mücadelesini verdiğini bilen, bunun için gereken her türlü donanıma sahip bir gençlik lazım. Ben yeni nesilden umutluyum. Bize her türlü donanıma sahip bir gençlik lazım.”
Erdoğan, hafta sonu düzenlenen münazara yarışmasında, bir anlamda, herkesin gönlünden geçenleri söyledi.
Bırakın vatandaşı, millet- vekillerinin itibarı bile domatesin itibarı kadar konuşulmadı.
O anlı şanlı milletvekilleri, gelecekleri liderlerinin iki dudağı arasında olduğu için ne ülkenin gidişatını etkileyebiliyorlar ne de enflasyonu.
Domates, biber, patlıcan öyle mi!
Heyyyttt diye bir efelendi, önce enflasyon, ardından dolar yükselişe geçti.
Çok tanrılı dönemlerde yaşıyor olsaydık, emin olun, domatese tapanlar da çıkardı...
Sorun domateste mi yoksa üreten insan yetiştirmekten ve üretimden vazgeçen bizlerde mi?
Sanki asıl tartışmamız gereken konu bu!
Ekonomi Bakanı açıkladı, domatesin itibarı tavan yapmış!
Hani şu, toplamak daha pahalıya geldiği için tarlada çürümeye terk ettiğimiz ya da hayvanlara yem olarak verdiğimiz domatesten söz ediyoruz.
Fiyatı 10 liraya çıkınca fiyakasından geçilmiyormuş.
Tıpkı, sonradan zenginler, çakma sarışınlar ve içi boş entel, danteller gibi.
Nasıl ki ağızlarını açıp bir çift laf ettiklerinde karizma yerle bir oluyorsa, vitrin süsü haline gelen domatesleri de kesip tadına baktığınızda aynı duyguya kapılıyorsunuz.
Görüntü mükemmel, fiyat şişik ama lezzet sıfır...
Kuru fasulye ve biberden sonra, şimdi de domates, nasıl oldu da böylesine itibarlı hale geldi?
Deliye krallık vermişler, önce babasını kesmiş!
ÖSYM’nin de onlardan farkı yok!
Öğrencilere hizmet etsin diye kuruldu ama o, öğrencilerin canına okuyor!
Cumhurbaşkanı, yüksek mahkeme, TBMM de dahil, hiçbir kurumun onun kadar yetkisi yok.
İşin garibi de bu kuruma dur diyen yok!
Üstelik toplumu doğru bilgilendirmiyor.
Şifre skandalında, çalınan soruları, çalınan hayalleri bir bir yazdığımızda, Başbakan’ı, Cumhurbaşkanı’nı yanlış bilgilendiren, yok böyle bir şey, bize çamur atıyorlar diyen, yanlışsız tek sınav yapamayan, yeni soru hazırlamaya zamanımız yoktu diye bir önceki sınavın sorularını soran, on binlerce adayın puanını yanlış hesapladığı için, tüm puanları yeniden hesaplamak zorunda kalan kurum sanki kendileri değil de başkasıymış gibi, millete ve devletin en yüce kurumlarına, hak hukuk, adalet dersi veriyor.