KPSS sonuçları açıklandı. Hem de onca şaibeye rağmen.
LYS sonuçları da çok yakında belli olur.
Üniversiteyi kazananlar, istedikleri bir fakülteye girmenin mutluluğunu yaşarken, beni asıl düşündüren hep kazanamayanlar olmuştur.
Peki, onlar ne yapacak?
Başlıkta da söylediğimiz gibi, pes etmek yok, yola devam. Bu yolculuk, sonuçların açıklandığı günden itibaren gelecek yıla hazırlanmak şeklinde de olabilir, ek yerleştirmeyi bekleyerek de.
Ya da farklı seçenek arayışına girilebilinir.
Bu, tamam artık deyip, üniversite hayaline bir nokta koyarak da olabilir, her koşulda yola devem şeklinde de. Pes etmek en kolayı. Ama üniversiteye girememek, bir ömür boyu içinizde uhde olarak kalacaktır.
Ankara’da garip kararlar alınıyor. Eğitimde her şey bitti, sıra öğretmen evlerine geldi.
O evlerin kurulması için az mı emek verildi, az mı para harcandı?
Daha da önemlisi onlar olmasaydı, sadece öğretmenlerin değil, tüm kamu çalışanlarının, taşrada gidip kalabilecekleri başka konaklama mekânları mı vardı?
İyi işletilemiyormuş!
MEB’in de iyi işletilemediğini inanlar var. Hem de çok fazla.
Peki o zaman MEB’i de mi kapatalım. Eğer zarar ediyorlarsa, kârlı hale getirelim. Amaç dışı kullanılıyorsa da, amacı doğrultusunda çalıştıralım. Ama ne olur en kolayına kaçıp kapılarına kilit vurmayalım.
Yok eğer, 12 Eylül kurumu diye kapatılıyorsa, ondan önce YÖK var.
Eğitimde, son zamanlarda çok önemli projeler gündeme geldi. Ve bırakın hepsini, teki bile hayata geçirilse, hizmetlerin en büyüğü yapılmış olur.
Tek tek hatırlayalım:
- Temel eğitimin 12 yıla çıkartılması,
- FATİH Projesi,
- Sınav sisteminin değiştirilmesi,
- Öğrenim harçlarının kaldırılması,
- Ar-Ge ve teknoparklar.
Eğitim sistemi A’dan Z’ye değişiyormuş. Sınav stresi ortadan kalkacakmış. Hakkâri’deki öğrenci, ODTÜ’nün derslerini izleyecekmiş.
Eğitimdeki fırsat eşitsizliği ortadan kalkacakmış.
Mış, mış, mış...
Onlarca mış var.
Ve eğitim sistemiyle ilgili bu “asrın değişikliğini” kim açıklıyor?
Milli Eğitim Bakanı mı, yoksa YÖK Başkanı mı?
Her ikisi de değil.
Milyonlarca veli, çocuklarının geleceği için şu günlerde, daha iyi eğitim ve daha iyi bir okul arayışı içinde.
Ve bu konuda, başka ülkelerde eşine ender rastlanır bir şekilde, her türlü fedakarlığa katlanıyorlar.
Ama sanki, bu özverili tutumları, fazlasıyla istismar ediliyor.Harcadıkları para ortada. Tam bir servet.
Bu parayla neler yapılmaz ki diyenler de var, okul yerine ileride sermaye olarak saklansın diyenler de... Çocuğunuzu kreş ya da anaokulunda özel kurumlardan birine verdiğinizde, artık geri dönüşü yok.
İlköğretim, lise, üniversite derken zincirleme devam ediyor.
Çünkü o standartta ve rahatlığı alışan, arkadaş çevresi özel okullarda oluşan bir öğrenciyi, devlet okullarına almak o kadar kolay olmuyor.
Olsa da derin izler bırakıyor. Peki onca masrafa değiyor mu? Veli ve öğrenci verdiğinin karşılığını alıyor mu? Bu çok ayrı bir yazı konusu. Ama memnuniyetin yüksek olduğunu söylemek yanıltıcı olur. Zaten bu yüzdendir ki, özel okullardaki öğrenci oranı bir türlü yükselmiyor...
Başlıktaki sözler, Başbakan Erdoğan’a ait. Altına kim imza atmaz ki. Ama bu konuda söylediklerinin tümüne katılmak mümkün değil...
Bu nasıl bir yeniden yapılanma ise 10 yıldır yıkılıp, yıkılıp yeniden yapılıyor. Hani askerde, acemi birliklerinde, boş durma boşa çalış mantığı çerçevesinde, gün boyu duvar ördürülüp, akşam da yıkılır. Ak Parti’nin eğitim politikası da aynen öyle. Bakanlardan biri yapıyor, diğeri yıkıyor ve 10. yılın sonunda hâlâ yeniden yapılanmadan söz ediliyor...
İstemek yetmiyor!
Başbakan Erdoğan, dün Ankara’da, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun 24. Toplantısı’nda konuştu. Başkanı olduğu kurul, yılda iki kez toplanıyor ve Türkiye’nin bilim politikalarına yön veriyor. Önceki Başbakanlar, çok fazla ilgi göstermezdi, hatta yıllarca toplamadıkları olurdu. Ama Erdoğan, hem toplantıların düzenli olmasını sağlıyor hem de her defasında katılıyor, vizyon belirliyor. Ayrıca, her türlü maddi ve manevi desteği sağlıyor.
Peki o, bir başbakan olarak üzerine düşeni yapıyor da, bakanları, bürokratları gereğini yerine getiriyor mu?
Evet demek mümkün değil. O kadarla da kalsalar iyi. Görünen o ki, Başbakana, olup bitenleri tüm çıplaklığı ile anlatmıyorlar. Eğer
Olimpiyat bizim için hayal diyenleri haklı çıkartacak yüzlerce mail geldi. Çünkü buna, önce kendimiz inanmıyoruz. İnansak da gereğini yerine getirmiyoruz. Birkaç bireysel ya da devşirme madalya dışında, genel başarı elde etmemiz de mümkün değil gibi.
Niye diye bir satır başı açsak, sayfalar dolusu gerekçe ortaya konulabilinir. Ama yaşanılmış tecrübelere kulak vermek, sanki en doğru olanı. Niye bilim toplumu olamıyorsak, o yüzden, olimpiyat da düzenleyemiyoruz, madalya da alamıyoruz. İşte size çarpıcı birkaç örnek:
Spor kültürümüz yok!
“Sporcu ve antrenör olarak Türkiye Şampiyonluğu yaşadım. Ve bir spor bilimci olarak çok üzülüyorum.
Ankara’da, 5-15 Temmuz 2012 tarihleri arasında, 20 Yaş Erkekler Avrupa Şampiyonası oynandı.
En önemli müsabakada bile, sadece 500 civarı izleyici vardı.
Herkesin derdi kendine. Üniversite tercihi yapan adaylar ve aileleri için, şu anda, nereyi kazanacağından daha önemli bir şey yok. Tıpkı olimpiyatlara giden sporcular ve yakınları gibi. Geride kalanlar için ne sınavlar ne olimpiyatlar, hiçbir anlam ifade etmiyor. İşte bu yüzden ne eğitimde ne de sporda bir yol kat edebiliyoruz!..
Ne zaman ki, eğitimin, bilimin, spor ve sanatın, kendimizi direk ilgilendirmese de, önemli olduğuna inanırız işte o zaman, bu alanlarda, bireysel ve tesadüfi başarıların ötesine geçebiliriz. Yoksa şimdi olduğu gibi lafın ötesine geçemeyip, patinaj yapıp dururuz...
Sonuçlar ne zaman?
Üniversite tercihleri bildirim süresi, önceki gece sona erdi. Şimdi sancılı bekleyiş dönemi başladı.
Adaylar için artık hemen her gün, sanki bir yıl gibi geçecek ve kaçıncı tercihlerine girdiklerine yönelik yüzlerce rüya görecekler.
Bir sabah ilk tercihlerine girmenin verdiği keyifle uyanacaklar, bir başka sabah da hiçbir yere girememenin yarattığı kâbusla yataktan fırlayacaklar.