TELEFONLARIMIZ dün hiç susmadı. Arayanların çoğu Açıköğretim Fakültesi öğrencileriydi. Bir yandan sorunlarını dile getirdiğimiz için bize teşekkürlerini dile getiriyorlar, bir yandan da TRT'ye veryansın ediyorlardı.
Liderlerle de konuştuk. Başbakan Yardımıcısı Bülent Ecevit, konunun önceki aylarda rektör tarafından kendisine de iletildiğini ve Maliye Bakanı Temizel'i yardımcı olması için görevlendirdiğini söyledi. CHP lideri Baykal ise eğitimin, at yarışlarına kesinlikle tercih edilemeyeceğinin altını çizdi. Milli Eğitim Bakanlığı da yaptığı açıklamada konunun çözümü için çaba sarfedeceğini duyurdu. ANAP MKYK üyesi ve açıköğretimlilerin hamilerinden Yaşar Dedelek ise konuyu TRT genel müdürüyle konuştuğunu, gelişmeleri Başbakana ileteceğini bildirdi...
Siyasilerin ortak tavrı: eğitimin hafife alınamayacak kadar ciddi bir konu olduğu ve TRT'nin "ben yaptım oldu" dayatması içerisine giremeyeceği şeklindeydi. Umarız gelişmelerde bu yönde olur...
Tek kabahatlerinin okumak olduğunu dile getiren açıköğretimliler ise gün boyu susmayan
AÇIK Öğretim Fakültesi'nde 600 bin öğrenci öğrenim görüyor. Açık ilköğretim ve açık liseyi de bu kapsama alırsak, toplam öğrenci sayısı bir milyona yaklaşıyor.
Açık Öğretim'de kimler okuyor? Çeşitli nedenlerle zamanında okula gidemeyenlerden tutun, ekonomik gerekçelerle çalışmak zorunda olanlara kadar geniş bir yelpazeye hitap ediyor. Her yaş grubundan öğrenci var.
Girmesi kolay, mezun olunması en güç okulların başında geliyor. Türkiye'nin yanı sıra başta Almanya olmak üzere pek çok ülkede Açık Öğretim büroları ve çanak antenler sayesinde faaliyetini sürdürüyor. Bu yıl içerisinde yapılan ikili anlaşmalar çerçevesinde TC vatandaşlarının yanı sıra Bulgaristan ve Azerbaycan vatandaşları da Açık Öğretim programlarına devam edip diploma alabilecekler.
Denklik açısından bakıldığında da, diğer fakültelerin diplomalarından hiçbir farkı yok. Mezun olan mastıra, doktoraya devam edebiliyor. Askerliklerini de diğer üniversite mezunları gibi yedeksubay olarak yapabiliyorlar.
Başarısız öğrencilerin devam
TÜRKİYE pek çoğumuz için her konuda cennet bir ülke. Örneğin kara paracılar için. Örneğin, hukuka aykırı her türlü iş yapanlar için...
Türkiye gibi vergi kaçırılan ikinci bir ülke bulmak, gerçekten çok zor. Yine Türkiye gibi kasten adam öldürenlerin, hırsızlık yapanların, devleti dolandıranların, devleti yıkmak için örgüt kuranların, hiçbir cezai müeyyideye tabi tutulmadan elleri kolları serbest dolaştıkları başka bir ülke bulmak kolay değil.
Ne hukuk devletinin gereklerini yerine getirebiliyoruz, ne de demokrasinin. Bütün bunların sorumlusu ise eğitim. Daha doğrusu yanlış eğitim.
Tüm çağdaş ülkelerin eğitimdeki temel hedeflerinden biri de kendi çizdikleri çerçevede ülkesini, kendisini, demokrasiyi, çevreyi, insanları seven iyi bir vatandaş yetiştirmek. Genelde de başarılılar.
Oysa bizim eğitim sistemimiz iyi bir vatandaş yetiştirme konusunda tam bir fiyasko içerisinde. Ülkeyi seven, demokrasi kurallarına uyan, hukuk devletinin gereklerini yerine getiren, vergisini kuruşuna kadar ödeyen,
SON 30 yıldır Milliyet'te çalışıp da Eren Ağabey'yi tanımayan yoktur. Dahası medya dünyasında, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunları ve sendikacılar arasında da onu sevgi ve saygıyla anmayanı bulmak çok zordur.
Yüzü hep güler. Müthiş bir hoşgörü yelpazesi var. Kavgayı, kini, arkadan konuşmayı, adam kazıklamayı hiç ama hiç sevmez. Gazetenin ağabeyi, öğrencilerin en sevdiği hocası Eren Ağabey'in son bir yılda yaşadıklarını Allah kimseye yaşatmasın. 9 ayda babası, oğlu ve eşini yitirdi...
Mutluydu, coşkuluydu, huzurluydu. Ta ki o kahredici trafik kazasına kadar. Oysa 1988'e çok büyük umutlarla girmişti. Ama 8 Mart'ta 23 yaşındaki mühendis oğlu Onur'un dikkatsiz bir şoförün kurbanı olması. Yaşamını altüst eden kabuslar zincirinin bir başlangıcıydı. Ailece yıkıldılar. Ama o her şeye rağmen içi kan ağlasa da dimdik ayaktaydı.
Sevgili eşi Zehra Abla, karşısında mum gibi eriyor, aile büyükleri dayanılmaz acılar içindeydi.
Birbirlerini teselli ediyorları, ama Onur'un acısı dinecek gibi
TÜRKİYE'de yaşayanların en büyük hayallerinden biri de kendileri ya da çocuklarının yabancı dil öğrenmesidir. Çocuklara çocukluklarını, gençlere gençliklerini unutturan sınavlar hep bu yüzdendir.
Üniversitelerin Türkçeyi bırakıp İngilizce eğitime yönelmeleri, Anadolu liseleri ve kolejlerden sonra süper liselerin açılması, neredeyse her köşe başında bir yabancı dil kursunun öğrenime başlaması, Filipinli dadılar, ilköğretim okulu birinci sınıfa kadar inen yabancı dil dersleri, gazetelerin traj sorunu yaşadıkça verdikleri yabancı dil setleri, hep yabancı dil açlığını tatmine yönelik.
Pasta büyük olunca kavgası da büyük oluyor. Son yıllarda bu konudaki en büyük pazar kavgası üniversitelerle yabancı dil kursları arasında geçiyor. YÖK ve Maliye Bakanlığı her ne kadar, devletin binasını, ışığını, hocasını kullanıp özel kurs açmanın yasak olduğunu ısrarla duyursa da, üniversiteler bildiklerinden şaşmıyor. Bugüne kadar, onlar yabancı dil kursu açıyor, dershaneler mahkemeye veriyordu. Şimdi devreye Milli Eğitim Bakanlığı da girdi. Bakanlık yayımladığı genelgelerle,
KADİRŞİNASLIK en kutsal duygulardan biri. Ama nedense pek hatırlanmaz. Hele hele hayattayken birilerini, yaptıkları için takdir etmek alışılagelmiş bir durum değil. Genelde yazmaktan, okumaktan çok konuşmayı seven, eleştiren bir toplumuz...
İşte böyle düşüncelerle gittiğim Düzce'de olağanüstü sıcak bir ortamla karşılaştım. Henüz birinci yaşını kutlayan aylık haber dergisi Flaş, 1995'te habere giderken elim bir trafik kazasında yaşamını yitiren yerel televizyon muhabiri Ruhiye Üner'in anısına bir yarışma açmış, ayrıca bir de panel düzenlemişti. Ruhiye'yi sevenler hep oradaydı. Bakanlar, milletvekilleri, öğrenciler, yerel yöneticiler, öğretmenler, esnaf ve sendikacılar, bir sevgi ve hoşgörü sembolü haline gelen Ruhiye'yi konuşuyorlardı.
"Televizyon ve gençlik" konulu yarışma ve panel onun adına düzenlenmişti. Ayrıca bir de yerel bazda araştırma yapılmış. Her şey öylesine dolu dolu ve samimiydi ki, büyük kentlerde yitirilen duyguları, çok geçmişte kalmışçasına yeniden hatırlatıyordu.
Konuklara sunulan tüm yiyecekler, Ruhiye'yi
MİLLİYET bütün yazı Güneydoğu'da geçirdi. Terörün gölgesinde yasak kentler haline gelen Şırnak, Batman, Diyarbakır, Siirt, Şanlıurfa, Van ve Hakkari'de bölgenin sorunlarını yerinde tespit edip gazete manşetlerine taşıdı.
Milliyet'in attığı bu cesur adım, 20 yıla yakındır silahların susmadığı Güneydoğu için yeni bir başlangıç oldu. "Haydi Güneydoğu'ya" kampanyası, politikacıların yaptığı gibi bir şov harekatı değildi. Kamuoyu da tüm kişi, kurum ve kuruluşlarıyla tıpkı Milliyet gibi Güneydoğu'yu bağrına bastı. Milliyet'in ardından Güneydoğu'ya birbiri sıra heyetler gitti. Kimler yoktu ki: Sanatçılar, işadamları, sanayi ve ticaret odaları, bankalar, öğrenciler, diplomatlar...
Hemen herkes Güneydoğu için bir şeyler yapma yarışı içindeydi. O dönemde telefonlarımız, fakslarımız hiç susmadı. Yurt içinden, yurt dışından hemen herkes gönlünden koptuğunca bir şeyler yaptı. Kimi sadece sıcak duygularını dile getirdi, kimi de kitap, giyecek, okul malzemeleri, para bağışında bulundu.
Milliyet öncülüğünde gerçekleştirilen "Şark'ı Söylüyoruz" kons
İSTANBUL Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin oylarıyla belirlenen "Yılın İletişimcisi" ödülleri dün sahiplerini buldu. Bu onurlu ödülü kazanan tüm kişi ve kurumları canı gönülden kutluyoruz.
Hemen hemen hepsi alanlarında tartışmasız en iyi isimlerdi. Aralarında kimler yoktu ki...
Yazılı basın dalında:
Güneri Civaoğulu, Abbas Güçlü, Osman Ulugay, Muammer Elveren, Hıncal Uluç, Vedat Okyar, Coşkun Aral, Doğan Hızlan.
Televizyon dalında:
Uğur Dündar, Ali Kırca, Gülgün Feyman, Hulki Cevizoğlu, Şansal Büyüka, Barbaros Yüksel, Bilal Özcan, Tayfun Talipoğlu, Mehmet Ali Erbil, Beyaz, Serdar Erener, Süheyl - Behzat Uygur
Halkla İlişkiler dalında: