Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Anayasamız ve Temel Eğitim Kanunumuz çocuk ve gençlerimizin ilgi ve yeteneklerinin mümkün olduğunca erken yaşlarda belirlenerek bu yönde eğitim görmelerini emrediyor. Eğitim sisteminin bütünü de bu yönde şekillendirilmiş durumda.
Ama şimdi katsayı düzenlemeleriyle birlikte bu konu yeniden tartışmaya açıldı. Anayasa ve Temel Eğitim Kanunu’ndaki ilgi ve yeteneklerin tespiti ve bu yönde eğitilmeleri yani yönlendirilmeleri tümüyle rafa kaldırılmak isteniyor.
Oysa sadece ülkemizde değil tüm gelişmiş ülkelerde esas olan ilgi ve yetenekler doğrultusunda eğitimdir. Akademik eğitime devam edecek öğrenciler ile mesleki eğitime yönlendirilecek öğrenciler mümkün olduğunca erken yaşlarda belirlenerek, boşuna zaman kaybetmeleri önlenir.
Ara geçişler her zaman mümkündür. Ama mesleki eğitimi bitiren birinin, diğer liseler düzeyine gelmeden, yani onların aldığı dersleri almadan, alanları dışındaki fakültelere devamları çoğu zaman mümkün değildir. Yani bizde olduğu gibi umut tacirliği söz konusu olamaz.
Fazla uzağa gitmeyelim. İlköğretimden itibaren okullarımızda, öğrencilerin hangi alanlara ilgi duyduğu, yeteneğinin mesleki eğitime mi yoksa akademik eğitime mi uygun olduğu bir bir rapor haline getirilir. Aileye tavsiyede bulunulur. Ve önemi anlatılır.
İlköğretim bitip liseye geçildiğinde de, tek tip bir lise yerine fen liseleri, anadolu liseleri, sosyal bilimler liseleri, güzel sanatlar liseleri, spor liseleri ve meslek liseleri diye çok ciddi bir yol ayrımına girilir. Burada da amaç öğrencileri, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda bir üst kuruma yani üniversiteye hazırlamaktır.
Meslek liselerinin kendi içinde olduğu gibi klasik liselerde de çok farklı branşlar vardır. Örneğin meslek liselerinde yüz civarında meslek çeşitliliği, klasik liselerde sözel, sayısal ve yabancı dile yönelik farklı alanlar bulunuyor. Çünkü, hemen her fakülte, farklı bir puan türü istiyor.
Örneğin tıp ve eczacılık gibi, sağlık bilimleri Fen, mühendislikler Matematik, Hukuk, İktisat, İşletme gibi bölümler ise eşit ağırlıklı puanla öğrenci alıyor. Yani bir uzmanlaşma söz konusu.
Olaya gazetecilik açısından bakarsak, herkesin her haberi yapmak yerine uzman muhabirlik ya da uzman gazetecilerin yetişmesi gibi bir şey. Evet, bir gazeteci her türlü haberi yapar. Ama sağlık, eğitim, teknoloji, yargı, savunma, bilişim, ekonomi gibi uzmanlık gerektiren alanlarda eğer bir birikim yoksa, o haberin boyutları çok sınırlı olur.
Ya da spor müsabakalarını göz önüne getirelim. Neden kilolara, sıkletlere göre ya da birinci, ikinci, üçüncü lig gibi farklı kategorilerde yarışıyorlar? 100 kiloluk bir boksör ile 60 kiloluk bir boksöre, herkes eşit koşullarda dövüşecek diye bir kural getirebilir miyiz? Ya da bir otomobil yarışında motor güçlerini bir tarafa itip, yarış herkese açık diyebilir miyiz?
Liseler de tıpkı spordaki kategoriler gibi kendi içinde şekillenmişlerdir. Fen liselerine girmek için çok büyük çabalar gerekir. Klasik liselere ya da meslek liselerine girmek için sadece diploma yeterlidir. Yani biri eğitimin birinci ligindeyse diğeri üçüncü ligindedir. Bu elbette fen liselerine gidenler birincisi sınıf öğrenci, meslek liselerine giden üçüncü sınıf öğrenci anlamına gelmez. Ya da en iyi öğrenciler fen liselerine, en zayıfları da meslek liselerine gitsin de denemez. Çünkü meslek liselerinde çok iyi öğrenciler olabildiği gibi fen ya da anadolu liselerinde de çok sıradan öğrenciler olabiliyor.
Ama bu noktada dikkat edilmesi gereken kendi alanı içinde olanların birbirleriyle yarışmaları. Yoksa bunun adı yarış olmaz. Hele hele adil bir yarış hiç olmaz.
YÖK dün Danıştay’a inat bir açıklama yaptı. İnadım inat diyor. Lisede aldığınız eğitim ve başarı bizim hiç umurumuzda değil. Önemli olan sınav diyor.
Peki yaptıkları doğru mu? Kesinlikle hayır. Bu konuda MEB’i hayretler içerisinde izliyoruz. Madem öyle, SBS’de neden böyle? Dahası, bu kadar lise çeşitliliği ve branş eğitimine ne gerek var?..
Özetin özeti: Akıl, bilim ve uzmanlaşma, belki başka konularda elin tersiyle itilebilir. Ama eğitimde asla!..