Hani adı konmamış bazı kurallar vardır. Yazılı değildir ama onu herkes öyle bilir. Yüzlerce örneği vardır. Doğru olanın, tam aksi olduğunu söyleseniz de, “Hiçbir başarı cezasız kalmaz“ sözünün altına imza atmayanı zor bulursunuz...
Peki bu niye böyle?
Gerçekten de her başarı, kolayca harcanıyor, kolayca cezalandırılıyor mu?
Ya da başka bir ifade ile ödüllendirilmek için başarının çok ötesinde farklı kıstaslar mı gerekiyor?
Neresinden bakarsanız bakın fazlasıyla tartışmalı bir konu.
Peki bu konuya neden girme gereği hissettik? İşte nedeni:
Aynı unvana, farklı maaş
“Üniversitelerde bilimin gelişmesinin önündeki engellerden sadece birini sizinle paylaşmak ve bunu kendi hayatımdan örneklemek istiyorum.
Üniversiteye asistan olarak girdikten sonra, 11 yıl içerisinde yüksek lisans, doktora ve doçentliğimi aldım. 30’dan fazla yayın yaptım ve pek çok projede çalıştım.
Bu maili de şu an visiting profesör olarak bulunduğum ABD’den yazıyorum.
Bütün bunları şunun için anlattım:
Ben, meslek hayatımın 11. yılında, bir arkadaşım da 27. yılında doçent olarak atandı.
Biliyorsunuz ki derece diye bir kriter var ve maaş hesaplanırken unvana göre değil, yalnızca yıla bakılıyor. Bu yüzden de o arkadaş 1. dereceden maaş alırken, ben erken doçent olduğum için cezalandırılarak 2. dereceye atandım.
Çünkü 15 yılı doldurmadığım için 1. dereceyi hak etmemişim. Kanun böyle söylüyor.
Bu nedenle aramızdaki maaş farkı 750 lirayı buluyor.
Aslında para konuşmak istemiyorum, fakat bu durum benim bilimsel bir şeyler üretme isteğimi son derece azalttı.
Şunu sordum kendime:
“Neden bu kadar çok çalıştım ki, keşke ben de yıllara yaysaydım, nasıl olsa oluyor...”
Siz de gayet iyi biliyorsunuz ki, bilim, teşvik edildiği-ödüllendiği yerde yeşerir.
Fakat şu an kendimi cezalandırılmış gibi hissediyorum ve üretkenliğim azalıyor!
Bu durumda bulunan pek çok akademisyen tanıyorum...”
Doğru olan ne?
Ülkemizdeki çalışma hayatında, hele bir de devlette görev yapıyorsanız, çok ya da az çalışıyor olmanızın hiçbir anlamı yok. En azından bu böyle bilinir. Terfi ve maaşlar, adeta otomatiğe bağlanmış durumda. Sırtüstü yatıp, ağzınızı da hiç açmazsanız, rahatlıkla terfi alıp, emekliliğe kadar durumu idare ederseniz.
Yok eğer biraz çaba gösterip, sesinizi de yükselttiğiniz anda ya sürgüne gidersiniz ya da terfiniz engellenir.
Özel sektörde de durum farklı değil. Çok çalıştığınız ve kazandırdığınız sürece sizden iyisi yoktur ama biraz nefes alayım dediğinizde, kırk yıllık hizmetleriniz hiç göze görünemez...
Hiçbir başarı cezasız kalmaz sözü, belki de bu yüzden bu kadar taraftar buluyor...
Eğer gerçekse vah halimize!
Hafta sonunda, Liselere Giriş Sınavı’na, giremeyenler için mazeret sınavı vardı.
46 bin aday girecekti. Ama sınıflar bomboştu,
İstanbul’da 6 bin 598 8’inci sınıf öğrencisinin katılması beklenen mazeret sınavlarına yaklaşık yüzde 10’luk bir katılım oldu.
Ortaya çıkan bu garip tablo, herkesi şaşırttı.
Çünkü, hem böylesine hayati bir sınava girmeyen sayısı çok fazlaydı hem de mazeret bildirip de katılmayanların oranı mantık kurallarıyla uyuşmuyordu...
Bu acayip duruma cevap ararken, bir velimizden gelen mail, sanki her şeyi anlatıyor.
İsterseniz gelin önce ona bir göz atalım ve sonra da bu konuda MEB’den ayrıntılı bir açıklama bekleyelim:
Mazeret Sınavı’nda kaos!
“MEB’in yaptığı ortak sınavlarda, şöyle bir hata ve gereksiz sınav yerleri oluşturulduğunu gözlemledim.
MEB, maalesef, eylül sonu itibari bilgilere göre sınav yerleri tespit etti.
Ancak sınav kasım sonunda yapıldı.
Bu süreçte, benim gibi binlerce veli, eylül ayından sonra çocuklarının okulunu değiştirmiş olabilir.
(Teknoloji ile her zaman güncel okul bilgileri alınmıyor demek ki!)
Sınav yeri olarak ne yazık ki, eski okulu gözüktü. Ancak MEB, bir bilgilendirme notu ile, nakil oldukları okulda tutanak ile sınava girebileceklerini belirtti.
Çocuğum da sınava, nakil olduğu okulda, tutanak tutularak girdi.
Fakat bir baktık ki, mazeret sınavı için de çocuğuma sınav yeri belirlenmiş. Yani tutanak ile sınava giren çocukların
çoğu sisteme işlenmemiş ve sınava girmedi zannedilmiş.
Sınav kağıdında bir sıkıntı oldu mu diye düşünüyoruz.
Sınava giremeyiz, girersek suç işlemiş oluruz, girmesek de sınava girmedi diyorlar!..
İnşallah başımız ağrımaz.
Kafamız allak bullak oldu...”
Özetin özeti: Ne olur biri bu konuda bir açıklama yapsın...
Özay Şendir
‘Diyalektik bir şey’ olarak Lozan tartışması...
16 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Sosyolojik hatalar!
16 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Sanatçılar ‘Terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?
16 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Krizler, görüşmeler ve sonuçları
16 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
İttifak’ta görüş ayrılığı çıkmadı
16 Mayıs 2025