Ankara'yı anlamak mümkün değil. Yüz binlerce, hatta milyonlarca insanı ilgilendiren konularda kılını kıpırdatmaz ama, tarikatlar söz konusu olunca 24 saatte iş bitirir...
Türkiye'de 15 milyon öğrenci, 20 milyon veli ve yarım milyonu aşkın öğretim elemanı var. Sayısal olarak en büyük güç, eğitim ordusunda. Ama iş yaptırım gücüne gelince, belki de en etkisiz kesim yine onlar. Oysa bir ayağa kalksalar Türkiye'de yer yerinden oynar...
Ankara'nın anladığı tek dil oy hesabı. Arkanda kaç oy varsa, o kadar ciddiye alınıyorsun. Eğitime gönül verenler de, tarikatlara gönül verenler gibi ah keşke bir araya gelebilseler! İşte o zaman Ankara'da baş tacı edilirler.
Ama eğitim dernekleri, vakıfları, sendikaları bir araya gelip güç birliği yapacaklarına, birbirlerinin altını oymakla meşguller. Öğretmen, öğretim üyeleri, veli dernekleri farklı mı? Alın birini vurun diğerine. Ya özel öğretim kurumları? Onların durumu daha da vahim. Pastayı büyüteceklerine, daha da küçülmesi için el birliği ile yarış halindeler...
Acı ama gerçek! Eğitim, sahipsiz hem de çok sahipsiz. Bu yüzden de öğretmenlerin, öğrencilerin, velilerin, öğretim üyelerinin, eğitim yatırımcılarının sorunlarına hiç ama hiç kimse sahip çıkmıyor.
Öğretmen örgütlerinin, öğrenci derneklerinin, veli platformlarının gücü olsa, bakanlık böylesine keyfi davranabilir mi? Başbakan ve ortakları işin ucunda yüz binlerce oy olduğunu görse öğretmenleri, öğretmen olacakları, gençleri böylesine ihmal eder mi?..
Vatandaşın sorunlarına sahip çıktığını ve hiçbir ayrım yapılmadığını söyleyen iktidar partileri, bakalım Şule öğretmenin sorununa da 24 saate çözüm üretebilecek mi? İşte mektubu:
"Biz, birbirimizden 958 km. uzakta öğretmenlik yapmaya çalışan bir çiftiz. MEB siyasi baskıyla özrü olmayanların tayinini yaparken, bizim karşımıza norm kadro gibi bir saçmalık çıkartıyor. Aradan bir dönem geçti hala eşimin bulunduğu ilin norm kadro sayısının doluluğundan bahsediliyor. Ama bulunduğu ilin, ilçe ve köylerinde birçok okulda vekil öğretmen çalıştırılıyor...
Bu bakanlık, birbirinden yüzlerce kilometre uzaktaki eşlerin öğretmenlik gibi hassas ve psikolojik rahatlık gerektiren bir meslekte yararlı olabileceğini hala nasıl düşünebiliyor?
Biz hiç yoktan öğretmenlik istemiyoruz. Sadece akşam eve geldiğimizde beraber yemek yemek, yeni kurduğumuz evimizde birlikte yaşayıp, eşyalarımızı ortak kullanmak istiyoruz. Bu bir lüks mü? İlla il merkezi olsun demiyoruz. Okul tercihimiz de yok. Sadece ve sadece beraber olmak istiyoruz...
Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimde kaliteyi bizim gibi psikolojik bunalımda olan öğretmenlerle mi sağlayacak? En azından bir açıklama bekliyoruz. Hep, sudan mazeretler öne sürüyorlar. Bu, kişisel bir konu değil, on binlerce öğretmenin sorunudur..."
Özetin özeti: Öğretmen olan da, olamayan da bin pişman. Öğrenci ve velilerin çilesi ise hiç bitmiyor. İşin garibi, Ankara onları anlamıyor, onlar da Ankara'nın anladığı dilden konuşamıyor!..