1981’de YÖK kurulduğunda Türkiye’deki üniversite sayısı 19’du. Şu anda ise 94’ü devlet, 45’i vakıf olmak üzere 139 üniversitemiz var. Birkaçı kâğıt üzerinde henüz faaliyete geçmedi ama yakında 150 olur. Ancak görünen o ki, YÖK Başkanı Özcan’a göre bu sayı da yeterli değil. O 200’e çıksın istiyor. Peki bu doğru mu?..
YÖK ile birlikte dünden bugüne üniversite sayısı hem çok arttı hem de Türkiye geneline yayıldı. Kurucusu Başkan Doğramacı’nın, YÖK denildiğinde en fazla övündüğü konulardan biri bu, diğeri de öğrenci ve öğretim üyesindeki artış oldu. Tabii buna paralel olarak üretilen bilimsel makale sayısı da...
Türkiye’nin genç bir nüfusa sahip olduğunu bilmeyen yok. Genç nüfus için en büyük yatırımın eğitim olduğunu söylemeyeni bulmak da zor. O halde Prof. Özcan’ın daha çok üniversite öngörüsü, düz mantıkla bakıldığında hiç de şaşırtıcı olmamalı.
Olaya başka açılardan bakıldığında da Prof. Doğramacı’dan Prof. Özcan’a tüm YÖK başkanlarını haklı görmek mümkün. Çünkü hepsi de üniversite sayısının artırılmasını istiyordu. Niye’si de çok açık:
ABD, Avrupa başta olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki yükseköğrenimdeki okullaşma oranları ile bizimki arasında neredeyse iki üç katına varan farklılıklar var. Açıköğretim ve giderek yaygınlaşan uzaktan öğretim öğrencilerini çıkardığımızda, örgün öğretimdeki öğrenci oranı yüzde 20’lerde. Oysa yüzde 50’nin üzerine çıkarılması gerekiyor. Bunun için de daha çok üniversite açılması gerekiyor.
Özel üniversiteler
Bu görüşü savunanların tek hedefi var, daha kalkınmış bir ülke ve daha iyi bir yaşam kalitesi için yükseköğrenim görenlerin sayısını olabildiğince artırmak. İstihdam onların umurunda değil. Onlara göre üniversite bir iş kapısı değil.
YÖK’ün kuruluşundan bu yana tartışılan önemli konulardan biri de özel ve özgün üniversiteler. Özel üniversiteler bildiğimiz paralı üniversiteler. Yani şu andaki vakıf üniversitelerinin adı değişmiş hali.
Türkiye bu tecrübeyi 60’lı yıllarda yaşadı. Sonunda parayı bastıranın diplomayı aldığı kurumlar haline gelince de kaldırıldı. Şimdi daha bir disipline edilerek yeniden açılmak isteniyor. Ancak anayasa değişikliği gerekiyor. Ama şimdi 60’lı yıllardan farklı olarak, YÖK ve iktidar üzerinde farklı bir baskı var. O da yabancı üniversiteler. Tıpkı ticari tekeller gibi bu konuda da uluslararası yükseköğrenim zincirleri var. Pek çok ülke gibi, çok iyi bir pazar olan Türkiye’ye de girmek istiyorlar. Ayrıca Arap sermayesiyle gelmek isteyenler de varmış. Hem de fazlaca. Özelleştirmeyle her sektöre giriyorlar da üniversite niye açamasınlar diyenlerin önündeki en büyük engel de YÖK Başkanı Özcan’ın dikkat çektiği gibi yine Anayasamız. Bu konuda da anayasa değişikliği gerekiyor. Çünkü yabancıların üniversite kurması ya da ortak olması bu Anayasa’ya göre mümkün değil.
Bütün bunlar aşılamaz mı? Elbette aşılır. Tabii eğer gerekliliğine inanılır ve zamanlaması iyi yapılırsa. Ama bugünkü Türkiye gündeminde böyle bir anayasal değişikliğin TBMM gündemine gelmesi ve kabul edilmesi mümkün gözükmüyor...
Özgün üniversiteler
Gelişmiş ülkelerde bilim üreten üniversiteler ile eğitim-öğretim yapan üniversiteler genelde birbirinden ayrılır. Bilim için yola çıkanlara öyle tıka basa öğrenci doldurulmaz. Alınsa da daha çok yüksek lisans ve doktora ağırlıklı olur. Özal döneminde özgün üniversite modeli bu amaçla ortaya atıldı. ODTÜ; Boğaziçi, İTÜ, İstanbul, Hacettepe gibi bazı üniversiteler ve yeni kurulan yüksek teknoloji enstitüleri bu amaçla dizayn edilmek istendi. Ama daha sonra milletvekilleri aracılığıyla bu kervana katılmak isteyen o kadar çok üniversite oldu ki, sonunda vazgeçildi.
Peki, böyle bir model gerekli miydi? Kesinlikle gerekliydi.
Tekrar bugüne döndüğümüzde, YÖK Başkanı Özcan’ın 200 üniversite öngörüsüyle birlikte özel üniversiteleri de uzun uzadıya her yönüyle tartışmak gerekir.
Oldubittiye getirilerek alınacak bir karar kadar, hiç tartışmadan reddetmek de hiç akılcı olmaz.
Nedenlerini de bir sonraki yazımızda ele alacağız.
Özetin özeti: Dünyada artık en büyük zenginlik eğitilmiş insan gücü. Ama en iyi şekilde yetiştirilmiş olan. Yoksa diploması olanlar değil!..