Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Televizyon, özellikle de reklamlar, çocukları müthiş etkiliyor. Pedagojik bir denetimden geçiyorlar mı? Hiç sanmıyorum. Nedense denetim sözcüğü bizde alerji yaratıyor. Sansürle eşanlamlı görülüyor. Ama sanki bazen gerekiyor!..
Gülse Birsel çok başarılı bir isim. Yaratıcı, kalemi kıvrak ve bir o kadar da iyi bir oyuncu. Şu sıralar, kendisini Avrupa Yakası’ndan daha çok reklamlarda izliyoruz. Tahta başındaki öğretmen rolünde, ağzını yaya yaya konuşmasıyla internetin yararlarını anlatıyor. “Yapceez, etceezzz” şivesiyle adeta “Türkçeyi katlediyor”. Okullarda çocuklar tıpkı onun gibi konuşmaya başlamış. Öğretmenler eleştiriyor. “Bu nasıl konuşma üslubu!” diyorlar. Haksız da sayılmazlar...

Uyutmuyormuş...
Geçen hafta, Milliyet’in TV dergisinde benimle yapılan röportajın başlığı “Türkiye diziler ile uyutuluyor” şeklindeydi. Bu hafta, yapımcı ve oyunculardan tepki almışlar. Ateş püskürüyorlar. Keşke halka ve sosyologlara da sorulsaydı.
Dozunda yayımlanan dizilere elbette kimse bir şey diyemez. Ama kanallar dizilerden geçilmiyor. Biri bitiyor, diğeri başlıyor. Asılları bitiyor, özetleri ya da eski bölümleri yayımlanıyor. Hangi kanalı tıklasanız dizi var. Yani dizilerden ne kaçmak mümkün ne de pas geçmek. Çünkü sizi yakalayan biri mutlaka çıkıyor.
Bu konudaki en farklı tespiti Evren yapmıştı. Genç Bakış öncesinde televizyonları konuşurken, söz dizilere de gelmiş ve izleyip izlemediğini sormuştuk. “Aman aman, izlemiyorum” tepkisi verdi. Neden demeye kalmadı, gerekçesini anlattı:
“Hepsi de o kadar güzel ki, başladı mı bırakamıyorsunuz. Onun için eskiden beri izlediğim bir iki dizi dışında yenilere bakmıyorum...”
Doğru bir tespit. Gerçekten de bu konuda Brezilya dizilerini solladık. Bizim eleştirimiz de zaten dizilerin içeriğine değil, sabah akşam demeden, başka hiçbir şeye zaman bırakmadan sürekli yayımlanmaları.
Dünyadaki diziler 45-50 dakikaymış. Bizdekiler ise sinema filmi gibi. Uzadıkça uzuyor. O yetmiyor, özetleri yayımlanıyor. Hafta içinde 20.30’da başlayan bir dizi, bittiğinde saat neredeyse 24.00’e geliyordu. O yetmedi, arkasına bir dizi daha...
Bu kadar dizi arasında Türkiye’nin ve dünyanın sorunlarını ne zaman tartışacaksınız? İşte küresel kriz tüm dünya gibi Türkiye’yi de kasıp kavuruyor. Ne olup bittiğini anlayana aşk olsun! Peki bu konuları konuşan, tartışan programlar ne zaman yayımlanıyor? Gece yarısından sonra, sabaha karşı...
Yapımcılardan bazıları bu görüşe “İlkel ve derinliksiz yaklaşım” demiş, bazıları da “Demode bir komplo teorisi”. Helal olsun onlara! Aynen devam etsinler...
İzletirken düşündüren, eğlendirirken bilinçlendiren, ekran başına kilitlerken sorgulatan diziler yok mu? Elbette var. Ama kaç tane?
Türkiye’nin sosyoekonomik sorunları neler? İlk aklımıza gelenleri sayalım: Eğitim, işsizlik, terör, insan hakları, deprem, ardı arkası kesilmeyen ekonomik krizler, trafik, sağlık, kültürel yozlaşma, din istismarı, çeteleşme...
Peki bu temel sorunlardan hangisi dizilerde ele alınıyor? Hangi konuda bilinç oluşturuluyor?
Televizyonlar, öğretmek için değil, eğlendirmek için diyenler elbette çıkacaktır. Ama eğlendirirken bilinçlendirmenin de ne zararı olabilir ki!
Ben o söyleşide, “Bir diziyle meşhur olanlara verilen paralar, gösterilen ilgi ve medyada ayırılan yer, bütün ömrünü bilime, sivil toplum örgütlerine ve kamusal hizmetlere adayanlardan çok daha fazla” diye bir tespit yapmıştım. Belli ki bu da dizicilerin hoşuna gitmemiş. Yarattıkları sanal dünyanın dışına çıkamıyorlar. Bakalım bu saadet zinciri nereye kadar sürecek!..
Yarışmalar, şovlar, diziler, maçlar, kadın programları, filmler, elbette her şey olacak. Ama dozu kaçırılmadan.
Merak ediyorum: Yapımcısından, sanatçısına sektör bu durumdan memnun mu?
Özetin özeti: Televizyon elbette hayatımızın vazgeçilmezi. Ama aşırı doz, bıkkınlık ve küskünlük getirmesin! Çünkü TV başında geçen süre giderek azalıyor!
Peki ya sorunlar? Onlar ne zaman konuşulacak, ne zaman ortak akıl ve ortak çözüm üretilecek? Bu konuda televizyonların hiç mi sorumluluğu yok?..