İlk yarıda ortalama sekiz dakikada bir golün atıldığı karşılaşmada her türlü atraksiyon vardı! Devreye Trabzonspor’da önce Zubkov, Sikan ve Batagov girdi; aman Allah’ım o ne rüzgar, o ne biçim yağmur diyesi geliyor insanın. Sağda Zubkov esiyor, merkezde Sikan gürlüyor, defansta Batagov eritiyor!
Fırtına, Zubkov’un meşin yuvarlağa çifte kavrulmuş vuruş yaptığı golle başladı maça.
Hele Batagov’un gerilerden, çok uzaklara gez, göz, arpacık yaparak Zubkov’a yolladığı topu, Zubkov’un enfes kontrolü sonrası Sikan’a teslim edip attırdığı gol dakikası, Ukrayna çetesinin iş başında olduğunun en büyük ispatı idi. Banza’ya attırdıkları kafa golü de çabası.
Trabzonspor 2-0 önde iken kaptan Uğurcan’ın yaptığı hata nazar boncuğu olsun, futbolda olabiliyor bu tür iş kazaları, sağlık olsun diyelim.
2-1 sonrası oynama iştahı artan Alanyasporlu oyuncular her ne kadar beraberliğin peşinde koşmuş olsalar da, Fatih Tekke’nin öğrencileri sahanın her metrekaresini kullanmaya, ısrarla kanatları havalandırmaya devam etti; sezonun en
İlk on dakika maça daha iyi başlayan Göztepe, o birkaç dakika içerisinde Trabzonspor kalesini birkaç pozisyonda sağdan, soldan, merkezden ve köşe atışlarıyla zorlamadı değil.
Ne zaman Nwakaeme devreye girdi, Trabzonspor oyunda dengeyi sağladı, pozisyonlara girmeye başladı, her ne kadar orta sahada üstünlüğü İzmir temsilcisine kaptırmış olsalar da. Zira daha önce Trabzonspor’da yılda bir arada bir forma şansı bulan Doğan, bordo-mavili takımın zayıf olan orta sahasında pas bağlantılarını kesen adamdı, top kimin ayağında ise Doğan, oradaydı.
Yapılan kasti taktik faulleri görmezden gelip, onlarca hareketi kartsız geçen Cihan Aydın’ı da unutmamak gerekir.
Nwakaeme, hakikaten inanılmaz bir oyuncu; biz, adam sihirbaz şapkadan tavşan çıkarıyor diyelim, siz adamın elinde sihirli değnek var sanki, karşısına kim gelirse gelsin engel tanımıyor, adamın içinden geçiyor, karşısında duvar olsa ‘açıl susam açıl’ der, yine de geçer diyebilirsiniz!
Anlayacağınız, Trabzonspor camiasında bazılarının ‘bay beyin’, bazılarının ‘ayağının içi
Dün Trabzonspor’un iki beki de arı gibi çalıştı! Biri adeta çam balı, diğeri çiçek balı üretti desek! Anlayacağınız günümüz futbolunda beklerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Bordo-mavililerin bulduğu ilk gol, Draguş, Malheiro ve Zubkov yardımlaşmasının ürünüydü tamam da, çiçeği burnunda Mustafa’nın kendi yarı alanından kanatlanıp, dört Çaykur Rizesporlunun arasından geçerek, rakip ceza sahasına yaptığı hıza, koşusuna ne demeli?
Ben size bir şey diyeyim mi; Trabzonspor’un ele avuca sığmayan sol beki Mustafa, o hızı otobanda yapmış olsaydı, trafik ekipleri tepe lambalarını yakarak, anons patlatarak peşine takılırdı! Yakaladığında ‘Arkadaşım radara girdin, bu ne sürat, canına kastın mı var?’ diye sorardı!
İşin şakası bir yana, Mustafa’nın kendi sahasından topla çıkışı defalarca izlenmeli.
Hazır konu açılmışken, Milli Takım’ın patronu Montella’ya itina ile duyurulur. U 19 Milli Takım’ın hocası, Avrupa’da destan yazan Trabzonspor U 19’un maçını izlemeye
İlk yarı ile ikinci yarı iki takım arasında oyun olarak o kadar fark vardı ki; siyah ile beyaz, gece ile gündüz gibi.!
İlk yarıyı izleyip ikinci yarıyı izlemeyen birine maçı soyunma odasına mağlup giden Fenerbahçe’nin 4-1 kazandığını söylese, inandırabilmesi için maçın özetini izletmesi gerekir.
Maça iyi başlayan bordo-mavililer, yardımlaşmayı, alan kapatmayı kusursuz yaparken, kupada Galatasaray’a kaybeden dahası ligde psikolojik üstünlüğü Galatasaray’a kaptıran Fenerbahçeli oyuncuların, karşılarında böyle bir Trabzonspor bulacaklarını, o kadar kötü oynayacaklarını, pozisyon bulamayacaklarını, ilk yarının son dakikasında mağlup duruma düşeceklerini rüyada görmüş olsalardı hayra yorarlardı!
Evet, Trabzonspor ilk yarı sezonun en iyi deplasman oyununu sahneye sürmüştü. Banza’nın üst direkte patlayan kafa şutu, Zubkov’un sarı-lacivertli ekibin sol tarafını otoban gibi vızır vızır kullanması bordo-mavili takım adına en büyük artılardı.
İlk yarı golsüz biter diye düşünülürken, kaptan
Hafta başı HT Spor’da bir programda çok kısa anlattık, keyif alarak okuyacağınız hikâyeyi. Yayın sonrası izleyenlerden çok mesaj aldık; hikâyenin uzun hali rica edildi. İzleyenin ricasını emir kabul ederek!
Plastik topların futbol oynamak, futbolcu olmak isteyenlerin hayalini süslediği yıllar, Şahin ile Mustafa Çakır kardeşler Trabzonspor’un idmanını izlemeye gider. İdman sahası (1970-1980) “Karayollarının altı” denilen, bugün ‘Ahmet Suat Özyazıcı Tesisleri’nin olduğu yerdi.
Toprak idman sahası denize komşu olduğundan, Trabzonspor’un toplarından biri her daim olduğu gibi soluğu Karadeniz’de alır.
Şahin, Mustafa’dan yaşça büyük olduğu ve yüzmeyi daha iyi bildiği için karadan uzaklaşmakta olan meşin yuvarlağı, o gün azgın dalgalarıyla mesaide olan Karadeniz’in kucağından alarak kimseye bir şey demeden, topu göstermeden alıp eve götürür.
İdman bitimi malzemeci topları saydığında bir eksik olduğunu anlar ama iş işten geçmiştir artık.
Futbol oynama aşkıyla, futbolcu olma hayaliyle yanıp tutuşan kardeşler o topla futbola
Uğurcan Çakır, Piotek’ten gol yememeye yeminliydi adeta! İlk yarının hemen başında Piotek’in deyim yerindeyse boğayı yere serecek, isabet edeni devirecek kafa topuna öyle bir uçuş yaptı ki, izleyenler izlemeyenlere THY’nin en büyük rakibinin Trabzonspor kaptanı Uğurcan Çakır’ın olduğunu söyleyebilirler!
Ya ikinci yarının hemen başında yine Piotek’in ayağından çıkan penaltı vuruşuna yaptığı çifte kavrulmuş kurtarışına ne demeli? Trabzonspor kaptanı önce soluna kedi çevikliğiyle zıpladı, sonra da sekip rakibin önüne düşen topa panter kesildi!
Trabzonspor aleyhine verilen penaltıya bir parantez açmak gerekirse; oyuncuların kramponlarının ucunun birbirine değmesi bir yana, Umut Güneş, Trabzonsporlu oyuncunun rüzgarından etkilenmiş olacak ki yuvarlandıkça yuvarlandı. Trabzonspor maçlarında alışık olduğumuz için penaltı verilmesine çok da şaşırmadık, alıştık artık!
Açıkçası kaptan şampiyon oldukları sezondan kesitler sundu. Ne diyelim Allah nazardan, sakatlıklardan korusun!
Leyla’nın Mecnun’a, Ferhat’ın
Nam-ı diğer kaptan Dozer Cemil, 15 Mart 2003’te ayrıldı aramızdan. Ölüm yıldönümü bugün. “Öldü” denildiğine bakmayın, Trabzonsporluların kalbinde yaşıyor, yaşatılıyor… O başkaları gibi binaya-arsaya-yata-kata değil; adamlığa, Trabzonsporluluğa yatırım yapan örnek bir sporcu, örnek bir spor adamı, örnek bir aile reisi idi. Memur ve işçinin maaş aldığı gün vermişti son nefesini, Trabzonspor’un 1 liraya ihtiyacı olduğu dönem eşinin altınlarını bozdurup Trabzonspor’a veren adam, akşamüstü evine uzanan yolu tek başına adımlarken…
Eski şanı-şöhreti olsaydı sokakta tek başına yürümez, bordo-mavi renkler için atan yorgun kalbi durduğunda yanında mutlaka birileri olurdu! Hey gidi Dozer Cemil… “ Ben Trabzonspor’un kaptanıyım, başka takımın formasını giyip, başka bir kaptanın arkasından sahaya çıkmam” diyerek, resti çekendin! Başkaları Trabzonspor’dan kazandığının fazlasını verirken, teklif edilen paranın miktarına bakmayıp “işinize bakın” diyen yine sendin!
Kutsal forma içinde
Deplasmanlarda yokları oynuyorlar, orayı anladık da evinde bu kadar kötü, vurdumduymaz futbol da ne demek oluyor? Kime karşı; matematiksel olarak şansı olsa bile, ligde kalması mucizelere bağlı Hatayspor’a karşı. Tıpkı 1996 yılının nisan ayında Trabzonspor’un küme düşen Vanspor’a yenilmesi gibi, dün gece de Hatayspor’a mağlup oldular. İki maçın farkı; Vanspor maçında kaçan pozisyonların sayısı belli değildi, Hatayspor karşısında bir, iki pozisyon vardı, başka da hiçbir şey yoktu.
Hafta içi yaptığı basın toplantısında ‘Hüseyin’i devre arası isteyen takım olmadı’ diyen Şenol hoca, maça Hüseyin’i sağ bek oynatarak başladı. Kimsenin istemediği ve de maç eksiği olan Hüseyin ile maça başlamak? Hem de atletik oyunculara sahip rakibe karşı! Adama sorular, Ozan ne güne duruyor?
Mendy ile Okay’ın yan yana oynatılması? Sahanın en iyisi Zubkov’un oyundan alınması gibi.
İlk yarı oynanan oyun, futbolu yazanları mezarında ters döndürmüştür! Ara ki Trabzonsporlu oyuncuları bulasın, tanıyasın? Zubkov ve Batagov’un