Dünyada futbolun bu kadar çok sevildiği, konuşulduğu, ilgi gördüğü başka yer var mıdır?
Varsa; bir ya da ikidir…
Zira…
‘Besmele’ ile kapısı açılan işyerlerinde, her yerde hatta her evde konu dönüp dolaşıp Trabzonspor’a, futbola bağlanır.
Trabzonspor’un her daim lider olduğu mevzuda ekonomi ile sağlık ikincilik için kapışır!
Takımının galibiyetinde bankaya, bakkala olan borcunu dert edinmeyen, mağlubiyette dünya başına yıkılmışçasına üzülen Trabzonsporlular!
**
Futbola yetenekli çocukların dünyaya ‘merhaba’ dediği topraklardır aynı zamanda…
Araçların camına yapıştıran plastik ellerin, araç hareket etmeye başladığında bir sağa bir sola sallandığı…
Bayramlaşmaların çok daha samimi olduğu, komşuluk ilişkilerinin çok daha güzel olduğu…
Her erkek çocuğun para biriktirip plastik top alma ve bilyeli tahta araba yapma hayali kurduğu…
Bir dikiş makinesi hayali olan her genç kızın, çeyiz sandığı büyüklüğündeki ceviz ağacı kaplamalı radyolardan yükselen şarkı ve türkülerden fal tuttuğu…
Kulübelerdeki telefonların jetonla çalıştığı, sinemada rahmetli Cüneyt Arkın’ın, sahalarda Maradona’nın, çizgi fotoromanlarda zagor, tommiks ve teksasın rüzgâr gibi estiği, yutulan her jetonda vatandaşın telefon kulübesini yumrukladığı yılları eskiler çok hatırlar…
Yaşamayanlara da yaşayanlar anlatır…
**
Evlerdeki telefonlar ise yandan çevirmeliydi.
Çocuk her derste talim ettiği şarkıyı böğürür gibi söyledikten sonra hocasına:
- Annem bana her sabah çiğ yumurta içiriyor, ondan sesim güzel…
- İç iç çok iyi” demekle yetinmiş hocası…
- İçtiğim çiğ yumurtalar sayesinde derslere de gerek kalmayacak galiba, sesim güzelleştikçe güzelleşiyor diyerek yine böğüre böğüre şarkı söylemeye kalkınca, hocasının tepesi atar:
- Oğlum, çiğ yumurtada keramet olsaydı, tavuk götü de bülbül gibi ötmeye başlardı demiş!
**
Yavru köpek okuldan eve döndüğünde annesine:
- Anneciğim bil bakalım bugün bize ne öğrettiler?
Bu aylar köyler düşer insanın aklına; yağmurunda ıslanmak, toprağında çalışmak… Yosun tutmuş tahta pencerelerden dağları, ormanları, koyun otlatan çobanları seyretmek…
Buğulanan camları silerken, anacığından “batırdın canım bezimi”, babacığından ‘kestir o saçı, sakalı demedim mi sana!’ cümlelerini duyar gibi olmak. **
Bu aylar arılar bal yapmak için en güzel çiçekleri arar, aldıklarını kovanlara taşırken çıkardıkları vızıltılar keman ve kemençe sesi gibi kulakları okşar!
Dev ciğerli rüzgâr okyanusa dalıyormuşçasına nefesini tutar!
Doğa yeşil elbiselerini giymeye başlar…
Çiçekler rengârenktir, kokuları ömre bedeldir…
Ağaçlar yapraklarıyla haber verir baharın geldiğini…
**
Trabzonspor’a geldiğinde Trabzonsporluların gönlünde taht kuracağını, ligimize damga vuracağını hiç kimse tahmin etmemişti.
Kim bilir, belki o da tahmin etmemişti!
**
Gelişi sessiz oldu ancak oynamaya başlayınca ses getirmeye, adından bahsettirmeyi başardı Nwakaeme…
Hakikaten onu izlemek, anlatmak, yazmak büyük keyifti.
Trabzonsporlular ‘bay beyin… ayağının içi canımın içi’ demekle yetinmedi, heykelini dikti…
Spikerler anlatmaya, yazarlar yazacak kelime bulmakta zorlandı bazen!
Arkasında oynayan beke yardım etmiyordu, topu ayağında çok tutuyordu tamam da sadece karşısında oynayan bekin değil, rakip takım defasının deyim yerindeyse anasını ağlatıyordu, hallaç pamuğu gibi sağa sola savuruyordu!
Evet, transfer ayı…
Aslında transferlerle ilgili bir şeyler yazmamız gerekirdi fakat ‘Babalar Günü’nün gelip çatmasıyla, yıllar evvel oğluna söz veren Trabzonsporlu baba geldi aklımıza…
Bu vesileyle hem tüm babaların gününü kutlayalım hem de Trabzonsporlu o babayı hatırlatalım istedik…
**
İnsanlarda ağlama isteği uyandıran akşam ezanı Üsküdar’daki minarelerden yükselirken, martı sürüleri denize değer gibi uçuyordu.
Yağmur birikintilerine bata-çıka ilerleyen, sicim gibi yağan yağmurdan kaçanların amacı; bir an evvel evlerine varmaktı.
Koşar adım yürüyenlerin pantolonuna yapışan çamur parçacıkları, bir iskelenin ayaklarına tutunan midyeler gibiydi…
**
Eskiden ligler sona erdiğinde, yurdun dört bir yanında ‘Bahar futbol turnuvası’ adı altında turnuvalar düzenlenir, futbolla yatıp kalkanlar bir nevi özlem giderirdi.
Beldelerde, ilçelerde, köylerde esnaf dükkânını, hanımlar evin kapısını-penceresini yarıya açık bırakıp toprak sahalara koşardı.
Ve…
Üstü açık kamyonlarda bayrak sallayarak, tezahürat yaparak yol gidenler…
Martı sürüsü gibi bir arada yürüyenler…!
**
Tribünü olmayan sahaların kenarına serdiği gazetelere, bez örtülere, bulduğu taşa oturanlar, telgraf tellerine konan göçmen kuşlar gibi; yan yana!
Tütünden sakalı, bıyığı sararan dedeler…
Mehmet Dalman, Hüsnü Civelek, Neşet Akyazı, Kürşat Akyazı, İsmail Akyazı, Hasan Sevgi, Ziya Kara, Yusuf Sevgi, Gökmen Karakullukçu, Alaattin Aygün, Kemal Yılmaz, Bülent Dönmez, Faruk Genç, Şerafettin Vanlıoğlu, Hasan Köse, Mümin Aydın, Ali Küçük, Mustafa Çelik, Ahmet Satılmış, Murat Akçelik, Zeynep Mehmetoğlu, Tuğba Akçelik, Mehmet Erdoğan, Eyüp Yusuf’u unutmak, unutturmak mümkün değil, hepsinin hikayesi farklıdır; yürekleri dağlayan, akla gelince dakikalarca ağlatan…
Ruhları şad, mekanları cennet olsun…
Onlar, Trabzonspor’un şampiyonluğunu göremediler ancak yakınları, sevenleri mezarlarına gidip her birinin ruhuna Fatiha okuduktan sonra uğruna can verdikleri takımlarının şampiyon olduğunun müjdesini vermişlerdir…
Ve…
2009 Yılında trafik kazasında aramızdan ayrılan Bünyamin Kahriman, Serhat Kırkayak, Mesut Keleş’e de…
**
Hatırlatalım 2009 yılının aralık ayında milyonlarca Trabzonsporlunun içini yakan o kara geceyi….