Aslı Perker

Aslı Perker

asli.perker@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Solastalji diye bir kavram var. İnsanın yaşamakta olduğu yere duyduğu özlem. Yani doğduğunuz, büyüdüğünüz memlekette yaşıyorsunuz, fakat buna rağmen kalbinizde dinmek bilmeyen bir hasret var. Türkçesini ben böyle uygun gördüm, İngilizcesi solastalgia. Henüz diğer dillere çevrilmiş bir kavram değil, zira ilk kez Avustralyalı filozof Glenn Albrecht tarafından 2003 yılında ortaya atıldı ve üzerine ilk makale 2005 yılında yazıldı.
Solastaljinin sebebi yaşadığımız yerin sürekli değişime uğraması ve gitgide bizim alıştığımız özelliklerini kaybediyor olması. Bu sendrom için bir isme gerek var mıydı bilmiyorum, biz ona nostalji deyip geçiyorduk. Meğer değilmiş. Ama hepimizin sürekli yaşadığı bir his. Bırakın yüzyılları, bundan üç yıl öncesine bile hasret olduğumuz bir dönemde yaşıyoruz, çünkü her şey o kadar hızlı değişiyor. Ben on yıl önce yaşadığım muhiti şu an tanıyamıyorum. Yeni halinden memnun olmakla birlikte sürekli o günleri yâd ediyorum.

‘İyi’ bile ‘eski’den kötüdür
Mehveş Evin üç gün önce sürekli takip ettiği Haydarpaşa Garı ile ilgili yeni havadisleri yazdığında bu konuyu düşünmeden edemedim. Garı otel ve alışveriş merkezine dönüştürecek proje imzalanmış. Böyle bir değişimin bizde yarattığı ilk his üzüntü, hatta belki panik, zira hayatımızdaki bir şey daha değişmiş oluyor. Geçen yıl, üç saatimi Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinin yeniden yapılmasını seyrederek geçirmiştim. İki işçi başlarında bir mimar olmaksızın, görünene göre belli bir planları da olmadan yeni mermerleri neredeyse gelişigüzel kesiyor ve yerine oturtuyordu. O kadar ki kendi aralarında “Yok yok bu oturmadı, kenardan biraz daha keselim” diyorlardı. Bir ölçüm biçim yapılmamıştı anlaşılan. Üzeri kapatılan 70’lerin tarzını anımsatan, gri mermerleri hiç beğenmeme ve yenilerinin çok daha şık olduğunu düşünmeme rağmen o an içim burkulmuştu. Yine solastalji.
Haydarpaşa Garı müstekreh bir ambar. Mı?
Peki hiç 1884-1958 yılları arasında yaşamış ve hayatı İstanbul’un eski hallerini özleyerek geçmiş olan Yahya Kemal’in Haydarpaşa Garı ie ilgili söylediklerini okumuş muydunuz? Burada ufacık not düşsem? Yahya Kemal bir ecnebi mimarla Haydarpaşa vapurunda gitmektedir, açıldıktan sonra Anadolu sahili görünür görünmez bu mimar şöyle der, “Ne güzel mimari!” Yahya Kemal, mimar Haydarpaşa Garı’ndan bahsediyor zanneder ve “Son senelerde yeni yapıldı” der. Mimar, “Hayır o müstekreh (iğrenç) ambarı kastetmiyorum. Şu dört köşe kuleli bina güzel” der ve Selimiye Kışlası’nı gösterir. Yahya Kemal’in bununla ilgili sonradan yazdığı yorum şöyledir: “Bütün Türkler bu şehirde herhangi bir binayı bu kışladan fazla beğenir, çünkü beyinleri ‘yeni’ dedikleri mikropla aşılanmış bir neslin çocuklarıdır. Bu illet, bu ‘yeni’ sarasıyla son asır Türkleri kör kazmayı kaptılar, yıkılmadık ne resmi daire kaldı ne konak...”

‘Yeni’ duygusal çöküntü sebebi
Buyurun buradan yakın! Biz burada feryat figan ederken Yahya Kemal o zamanın yenisi Haydarpaşa Garı’na burun büküyor. O dönem her duruma bir isim verme, hissedilenleri derhal bir sendroma dönüştürme takıntısı yok tabii, ama yaşadığı pek ala solastalji. ‘Yeni’ sadece o zaman insanının değil, bizim de mukavemet gösterdiğimiz bir vaka. Belki bazen neden karşı olduğumuzu açıklamak bile mümkün değil. Nasıl ki nostalji kavramı ilk kullanıldığında bir hastalık olarak algılanmıştı, hatta ‘hastalar’da yüksek ateş, hazımsızlık, mide ağrısı ve bazen ölüm gözlemlenmişti solastalji de şimdi zihinsel bir hastalık olarak görülüyor. “Yer” ile aramızdaki duygusal ilişkinin değişiminden ve bunun üzerinde hiçbir etkimizin olmadığını bildiğimizden kaynaklanan psikolojik bir rahatsızlık. Ardı ardına dikilen binalar belki de bir numaralı sebebi. İnşaat sektörünün her zamankinden daha hızlı binalar yükseltebildiği bir çağda bu sendromdan bir hayli muzdarip olacağa benzeriz.