Aslı Perker

Aslı Perker

asli.perker@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçtiğimiz salı günü deprem olduğu anda ben 1461 yılında inşa edilmiş Kapalı Çarşı’da oturur vaziyetteydim ve hiçbir şey hissetmemiş olmamı buna bağlıyorum. Daha sonra gelen telefonlarla depremi öğrendiğimde yanımdaki iki Amerikalıya “Bakın” dedim, “gördünüz mü, bu binalar boşuna yüzyıllardır ayakta değil.” Biraz bozuldular, “Türkiye’de ilk günümüzde deprem oluyor, biz hissetmiyoruz, ne biçim iş” dediler.

Eski - yeni yapı
Bugün bu eski yapılardan ne kadar eminsek kendi oturduğumuz binalardan o kadar şüpheliyiz. İşte bu yüzden hemen hemen her yerde eski apartmanlar yıkılıyor, yerlerine yenileri dikiliyor. Dikiliyor da bakalım bu yeni apartmanların eski sakinleri orada oturmaya devam edebiliyorlar mı?

Geniş ev tutkusu
Türk insanı geniş apartman katlarında yaşamaya alışkındır. Öyle yetmiş seksen metrekarelere kolay kolay sığamayız biz. Sığmayalım da zaten. Hala yakın aile ve dostluk bağlarının sürdürüldüğü bir toplumuz. Ancak öyle görünüyor ki ister istemez ya alışkanlıklarımızı, yaşam şeklimizi değiştirmek zorunda kalacağız ya da muhitimizi.
Zira deprem tehlikesi olan şehirlerde evler gitgide küçülüyor. Depreme dayanıklıdır raporu tutulmuş olsa bile otuz kırk yıllık binalara kimsenin güveni yok (ya da raporu tutanlara güvenleri yok), bu yüzden de bilhassa İstanbul’un pek çok eski, yerleşik semtinde her taraf inşaat alanı. Ancak yeni yapıların hiçbiri eskilerinin yerini tutacak gibi değil. 130 metrekare ev 80 metrekareye düşüyor. Tam kadro bir ailenin bu eve sığabilmesi mümkün değil. Aynı apartmandaki dubleksin fiyatına bakıyor, ulaşamayacağı kadar yüksek. Bu durumda yapacak fazla bir şey yok. Otuz kırk yıldır oturduğu, hatta belki de doğduğu muhitten taşınacak.

Sadece yoksula mı?
Kentsel dönüşümü genelde sadece yoksulun mağduriyeti olarak görüyoruz. Örneğin Tarlabaşı’nın boşaltılması, sakinlerinin nereye gittiğinin umursanmaması hepimizin vicdanını az çok sızlatıyor. Fakat aslında ekonomik durumu fena olmayan, belki zamanında birikim yapıp evini almış, belki ailesinden miras kalmış birtakım ev sahipleri için de bir kentsel dönüşüm söz konusu. Birden bire aynı standarda sahip değil, aynı evde oturmaya devam edemiyor. Belki iki çocukla, ya da üç, küçülen eve sığışamıyor. Onlara da yol görünüyor. Nereye? Kim bilir? Belki de yeni ama küçük evini satıyor, parasıyla hani o ardı ardına reklamı yapılan sitelerden ev alıyor.

Seçip beğenip alsınlar
Seçip, beğenip alsınlar. Öyle çok araştırmalarına da gerek yok. İstanbul’da nerelerde, hangi siteler var öğrenmek için sinemaya gitmek yeter. Filmden önce, hatta film arasında sayılamayacak kadar çok konut reklamı var. Kah Venedik’i ayağımıza getiriyorlar kah adaları (Adaların ayağına bir beton yığını getirdiklerinin bilmem farkındalar mı?) Kar fırtınasına rağmen istersek sakız ağaçlarıyla Alaçatı’da oturabiliyoruz, istersek fok heykeliyle Foça’da. Cunda da olur. Doluya tutulmazsak mis gibi lavantaların arasından geçerek evimize giriyormuşuz.

Fırın alır gibi ev almak
Fiyatlar da uygun. Hatta kimi zaman bir ev alana biri bedava! Bugün telefonuma bir mesaj geldi. Bir beyaz eşya markasının 31 Ocak tarihine kadar kampanyası varmış, çok uygun fiyata fırın alabiliyormuşum. Hiç abartmıyorum, aynı anda televizyonda bir reklam vardı. Bir konut reklamında 31 Ocak’a kadar indirim deniyordu. Biz hangi arada fırın alır gibi ev alan bir millet olduk. Ama bir gün ev alırken kredi kartına taksit yapsınlar, tükürdüğümü yalarım.
En çok merak ettiğim ise muhitlerini terk etmek zorunda kalan ve kalacak o insanların yerine kimlerin geleceği. Her türlü teşvike rağmen çocuksuzluğu seçen çiftler mi? Misal Bağdat Caddesi pusetten kurtulacak mı? Bazı mimarlar “Araplar” diyor. Çocuklarına İstanbul’da ev alıyorlarmış. Ben o kadarını bilemem ama görünen o ki muhitlerin çehresi gün geçtikçe değişiyor.