Mağdur delikanlı edebiyatı

18 Aralık 2017

Enteresan ülkeyiz gerçekten. Mağdur rolü kapanın elinde kalıyor. Bir müzisyen çıkıp “Bu yeni çıkan parça benim 2005 senesinde yaptığım besteye çok benziyor” diye meslek birliğine başvuruda bulunuyor. Görevi müzik eseri sahiplerinin haklarını korumak olan MSG’nin konuyla ilgili Teknik Bilim Kurulu besteleri inceliyor ve “Tempoları farklı olmakla birlikte ara nağmelerinin
aynı olduğu tespit edilmiştir” diye rapor yazıyor.

Şimdi burada kim mağdur? Normalde 2005’teki bestenin sahibi, değil mi? Hayır, bizde yeni çıkan şarkının bestecisi mağdur. Hemen bir “Meyve veren ağaç taşlanıyormuş meğer” edebiyatı, bir “Şöhetin bedeli buysa ününüz sizin olsun” hali. E aynı meyveyi daha önce başkası da vermiş onun hakları ne olacak?

Manuş Baba ile Atilla Yılmaz arasındaki “çalıntı beste” davası, “Manuş Baba’nın şarkısı çok tuttu, halbuki ötekini kim duymuştu ki?” noktasında bağlanacak neredeyse. Anlaşılan bir şeyin halk tarafından çok sevilmesi onu bütün şaibelerden
azade kılıyor.

Ben iki şarkı arasında
ciddi benzerlik bulanlardanım. Uzman değilim, ancak uzman kulaklar da aynı kanaatte. Ama buradan birinin diğerinden çaldığı sonucunu çıkarmıyorum. Tesadüf

Yazının Devamı

BAHAR COŞKUSU VEREN GÜZ ŞARKILARI

15 Aralık 2017

İlk Şarkılar’, ‘Yeni Şarkılar’ derken, bir de ‘Güz Şarkıları’ geldi Fazıl Say’dan. Ünlü şairlerimizin bildik şiirlerinden bestelediği sekiz şarkı... Hani dinlerken şiiri ezbere okuyasınız geliyor, o derece tanıdık, ama benim gibi şiirin hakkının verilerek bestelenmesinin neredeyse imkansız olduğuna inananları da utandıracak kadar yeni ve özgün... “Bu şiir bu melodiyle de doğmuş olabilir” diye düşündüklerim oldu, öyle özetleyeyim.

Mesela Ece Ayhan’ın ‘Zambaklı Padişah’ından seçmelerden oluşan şarkı... Ya da Cemal Süreya’nın ‘Şiir’ adlı eserinden bestelenen ‘Usulcana’... Nazım Hikmet’in ‘Güz’ü bugünü beklemiş hep sanki. Behçet Aysan’ın ‘Aşk Prelüdleri’nin “Süngüler aşkı yasaklayamaz” diye haykıran bölümü de. Ahmed Arif’in ‘Vay Kurban’ından ‘Hasreti Uykularda’ şarkısı çıkmış, Attila İlhan’dan ‘Adım Sonbahar’.

Neredeyse hepsini saymış oldum. Daha önce Derya Köroğlu tarafından bestelenip hafızalarımıza kazındığı halde, kendini benimseten Can Yücel’in ‘Yeşilmişik’i ve Nazım Hikmet’in ‘Akrep Gibisin’le başladığı gibi usulca bitiyor albüm.

Hemen de başa dönüyor çünkü tadı damağınızda kalan, sözleri ve müziğiyle anında aklınıza yerleşen şarkılar bunlar.

Gurur duyabiliriz

Fazıl Say kartonet

Yazının Devamı

Kutuplaşmayı aşmak için

14 Aralık 2017

Beşiktaş Belediyesi’nin Noel, Şeb-i Arus ve Hanuka etkinliklerini iptal ettiklerini bildiren açıklamalarını üzülerek okudum. Çok tanıdık ve çok endişe vericiydi her sefer olduğu gibi; “Ülke ve dünya gündemindeki gelişmeler dolayısıyla toplumun çeşitli katmanlarında oluşan hassasiyetleri göz önüne alarak kutuplaştırmayı artıracak faaliyetlerden kaçınmak adına...”

Türkçesi; “Birtakım yayın organları bizi hedef gösterdi, sosyal medyadan bazı insanlar olmadık iftiralarla üzerimize saldırdı, endişelendik”.

Beşiktaş’ta üç yıldır sorunsuz devam eden etkinlikler bunlar ve üç semavi dinden insanın bu şehirde, bu semtte bir arada dostluk ve barış içinde yaşamakta olduğunu simgeliyorlar. Bütün amaçları bu.

Hıristiyanlar Noel kutlarken aynı anda Mevlana’yı sevebiliyorlar çünkü ve onu anarak dinlerini değiştirmiş olmuyorlar. Aynı şekilde bir Müslüman Noel’i kutladı diye dinden imandan çıkmıyor, burası öyle bir şehir, yanı başınızda kilisede Noel ayini yapılabiliyor ve buna saygı duymak, hatta arzu ediyorsanız katılmak inancınıza halel getirmiyor. Ben sırf hoşuna gittiği için ya da bu günü Hıristiyan arkadaşlarıyla paylaşmak amacıyla kiliseye Noel ayinine giden insanlar tanıyorum.

Ya da yine

Yazının Devamı

Farklı bir ‘Martı’

13 Aralık 2017

Serdar Biliş’in sahnelediği ‘Martı’, seyircinin dikkat ve merakını arasız 100 dakika boyunca ayakta tutan, zamanı ve zemini çok da belirgin bir olmayan bir yere taşısa da insan ruhuna dair özünü koruyan bir oyun

Bazı oyunlar var, yazarının ve de tiyatro literatürünün baş yapıtlarından biri olmakla kalmıyor; tiyatro seyircisinin göz bebeği oluyor. Onu pamuklara sarıp sarmalamak, çok farklı yorumlarından da kaçınmak istiyor insan genellikle. “Kuş kondurmaya gerek yok”, öyle değil mi?

Ama bazen de o kuş o metne konunca başka bir şey çıkıyor ortaya ve bu da ona farklı boyutlar katıyor. Yönetmen Serdar Biliş, tam da böyle ‘klasik’ denince akla gelen ilklerden olan metinleri alıp güncel bir yorumla sahnelemeyi seçenlerden. Belki kendisine koyduğu bir çıta var, sürekli aşmaya çalışıyor. Bu yüzden de oyunları seyirciyi ikiye bölüyor çoğunlukla; gözü gönlü klasik sahnelemeleri arayanlarla bu farklı oyunun tadını çıkaranlar olarak. İkisinin de kendince haklı noktaları var. Ben, söz konusu Serdar Biliş gibi dünya kurma becerisi olan bir yönetmen olunca, o klasiğin içinden günümüze dair neler çıkacağını merakla bekleyenlerdenim.

120 yıllık mesafe

Geçen yıl Shakespeare’in ‘Romeo & Juliet’ini bir

Yazının Devamı

Ortaokulda düğün tatbikatı

11 Aralık 2017

Çocuğunuzu okula niçin yollarsınız? Hani bunun “Mecburiyetten” gibi bir cevabı da olabilir de neticede temel amaç okumayı yazmayı söksün, mümkün olduğunca matematik, fizik, tarih, coğrafya, felsefe öğrensin, yaşadığı ülkeyi, dünyayı tanısın ve tabii kendisine uygun bir meslek seçme yolunda ilerlesin.

Okuldan beklentimiz bu.

Çocuğunu “Kızım hayırlı bir kısmet bulsun, iyi bir eş olmanın inceliklerini öğrensin” diye okula yollayan olduğunu sanmıyorum. Ya da “Oğlum küçükten eşini seçsin, aile sorumluluğu bilsin” gibi sebeplerle... “Kız nasıl istenir, kına nasıl yakılır, düğünde ne takılır” gibi bilgiler için de okula hacet yok. Komşu teyzelerimiz, cümle hısım akraba ne güne duruyor?

Hal böyleyken neden İstanbul’umuzun bir ortaokulunda derste çocuklara düğün dernek tatbikatı yaptırılıyor? Haber Cumhuriyet’ten Zehra Özdilek’e ait. Küçükçekmece Atakent mahallesinde bir ortaokulda geçiyor olay. Okula çocuğunu almaya giden bir veli, küçük gelinlerle, damatlarla ve onlara para takan öğretmenlerle karşılaşıp isyan ediyor. Ders Sosyal Bilgiler, konu geleneklerimiz, göreneklerimiz.

Diyebilirsiniz ki bu bir oyun, sahiden evlenmiyorlar ya. Sorun şu ki, bizim ülkemiz küçük yaşta evliliklerden

Yazının Devamı

ZUHAL OLCAY’IN DÖNÜŞÜ

8 Aralık 2017

Türk tiyatrosunda usta oyunculuktan söz edeceksek, yıllardır bunda ‘çıta’yı tepeye koyan isimler vardır. Hani olur ya, artık üzerinde fikir birliğine varılmıştır; bir işte oynadığı zaman onun varlığı ‘artı bir’dir, geri kalanını konuşuruz. Zuhal Olcay gibi mesela... Onu tiyatroda izlemek bütün o ‘Balkon’ları, ‘Histeri’leri, ‘Dolu Düşün Boş Konuş’ları, ‘Nathalie’leri, ‘Şölen’leri düşününce; bambaşka bir deneyimdir.

Gelgelelim on parmağında on marifet var. Müzikte de oyunculukta olduğu kadar başarılı. Aynı sene hem albüm, hem dizi, hem tiyatro yapmayı tercih etmediği için bunları bir sıraya koyduğunu söylemişti yıllar önce bir röportajımızda ama ben gene de tiyatroya sekiz sene gibi bir ara vermesinin hepimiz adına talihsizlik olduğunu düşünüyorum.

O yüzden de ‘Aşk Halleri’ ile nihayet sahneye döndüğünü görmek, büyük bir müjde gibi geldi. Üstelik Işıl Kasapoğlu rejisi, karşısında Burak Sergen gibi bir usta oyuncu daha. Önce İzmir’de perde açan, bu hafta başında İstanbul prömiyerini yapan Elf Yapım prodüksiyonu ‘Aşk Halleri’, Hollandalı yazar Maria Goos’un ‘Doek!’ adlı oyununun Zeynep Avcı tarafından Türkçeleştirilmiş hali. Işık tasarımı Cem Yılmazer’e, müzik Selim Atakan’a, kostüm

Yazının Devamı

Saf ve sebepsiz kötülük

7 Aralık 2017

Toplumdaki hastalık düzeyi günden güne artıyor mu, biz bu her cebe giren kameralar yüzünden daha mı çok görüyoruz bilemiyorum, muhtemelen ikincisi ama her koşulda durum vahim. Birçoğumuz içi el verip de tamamını izleyemese de haftaya Erzincan’dan dehşet verici görüntülerle başladık. Bir askerin kedi yavrusuna ettiği işkence görüntüleriyle.

Bu tabii ne ilk ne son; kafası kesilen deniz kaplumbağalarının, parçalanan flamingoların, kurşunlanan yunusların diyarındayız. Ama bir de gözle görünce iyice söyleyecek söz bulamıyor insan.

Görüntüler sosyal medyaya düşmese zaten hayatına aynen devam edecek olan er, ortalık ayağa kalktığı için savcılığa götürüldü, ifadesi alındı. Bunalımdaymış, nişanlısından ayrılmış, alkollüymüş, gerekçeleri bunlar. Ve adli kontrol şartıyla serbest bırakılmış. Neden? Ortada katledilmiş bir canlı ve kimliği açıkça belli bir katil var.
Neden serbest bırakılıyor?

Bir hayvan yavrusuna, üstelik kedi gibi yanlışlıkla da olsa sana bir zarar verme ihtimali olmayan bir hayvanın yavrusuna işkence edebilen, onu öldürebilen bir insandan daha tehlikeli bir canlı hayal edilebilir mi? Bir çıkarı yoktur ondan, korkmanı gerektirecek bir durum yoktur, ne bileyim, “Vahşi bir

Yazının Devamı

Ya ‘uyarca’sındır ya değil

6 Aralık 2017

FUAYE NOTLARI

‘Uyarca’, Ahmet Mümtaz Taylan’ın rejisiyle DasDas Sahne’de buluşuyor seyirciyle. Yazılışından bu yana geçen 45 yıla meydan okuyan güncelliği, hem kan donduran hem iç burkan tanıdıklığıyla...

'Eskiden depo olarak kullanılan, terk edilmiş bir yapının, yer altına doğru beşinci bodrum katı’ diye başlıyor oyun alanını anlatmaya yazar. Sonradan eklenmiş soğuk hava bölümünü, yeryüzüyle tek bağlantı olan asansörü, fayans kaplı duvarları, lavabodan sarkan hortumu, floresan lambaları detaylarıyla tarif ediyor. Burası bir ‘nekrodiyaliz’ laboratuvarı. Daha anlaşılır olmak gerekirse, “ölü çözeltme” işiyle uğraşılıyor.

“Zaman:” diye not düşüyor sonra; “Günümüz”. İsviçreli yazar Friedrich Dürrenmatt, Türkçede “işbirlikçi” anlamına gelen oyunu ‘Der Mitmacher’e noktayı koyup “Günümüz” derken takvimler 1972’yi gösteriyordu. Biz onu çevirmeni Yücel Erten’in bulduğu son derece parlak ismiyle ‘Uyarca’ olarak izlerken yıl 2017.

Yaşamla ölümün işbirliği

Kahramanımız Doc, esasen yaşamı incelemek üzere biyoloji okumuş, özel sektörde dünyanın parasını kazanıp lüks içinde yaşamış, ekonomik krizle beraber de karısı ve oğlu dahil varını yoğunu kaybetmiş bir bilim adamı.

Taksi şoförlüğü yaparak geçimin

Yazının Devamı