Yumurta gözünde unutulmuş çikolata tadında

18 Ocak 2017

Üç duvarı ekranlarla kaplı bir oda, teknolojinin karanlık tarafına odaklanan ‘Black Mirror’ dizisinden çıkmış gibi. Ekranlarda sürekli değişen görüntüler var. Orta yerde bir yatak, bir de genç kadın. Odada yankılanan erkek sesiyle pazarlık ederek kendisine ideal bir partner yaratmaya çalışıyor.

Brad Pitt’e mi benzese? Yok yok, boncuk boncuk bakan kara gözleri olsa. Yaş? 21 çok mu genç? 30 belki daha gerçekçi... Teni? Boyu? Burcu? Kokusu? Baklavaları? Her şey mümkün burada, kontrol sizde. Gizemli erkek sesinin sürekli tekrarladığı gibi “Mutluluğunuz güvenceleri altında.”

Tabii mutluluktan ne anladığınıza da bağlı biraz. Hani bu yarattığınız ‘ilahla’ biraz hoşça vakit geçirdiniz diyelim, sonra size sarılmasını ister misiniz? Sizi sevmediğini bildiğiniz, hiçbir zaman sevmeyeceğinden emin olduğunuz bir çift kol tarafından sarmalanmak yalnızlığınızı giderir mi, yoksa daha da mı artırır? O zaman o ana kadar yaşadığınız şeye de ‘mutluluk’ denebilir mi?

Hayatımızı ele geçiren teknolojinin mutluluk vaatleri üzerine dişe dokunur bir şeyler yeni yeni yazılıp çizilmeye başlandı bizde. Geçen hafta bu köşede anlattığım ‘Popüler Gerçek’ bunlardan biriydi, şimdi de karşımızda T.O.Y. İstanbul

Yazının Devamı

Küçük gelin ne demek?

16 Ocak 2017

Basbayağı dilimize yerleşti artık bu ‘çocuk gelin’, ‘küçük gelin’ tamlamaları. Bunun çocuk istismarına sevimli bir kılıf biçtiğini, sanki çocuktan gelin olurmuş gibi bir algı yarattığını söyleyenler kendileri söyleyip kendileri dinliyor. O sırada bu tabirler ilkokul kitaplarına bile sızıyor, baksanıza.

Evrensel’den Elif Ekin Saltık’ın haberiydi, Mavideniz Yayınları’ndan çıkan ilkokul birinci sınıf yardımcı ders kitabı “Etkinliklerle Okuma Yazma”da örnek cümleler var, yandaki şekillerle eşleştirilecek. Bakıyoruz, “Gökay geyik görmüş”. Konumuz g harfi, “Tolga gölde yüzüyor”. Bir de kız çocuğumuz var, Özge, geometri okuyacak, galip gelecek ya da gezgin olacak değil ya, ne oluyor? “Küçük gelin”. Nasıl yani? Basbayağı, “Özge küçük gelin oldu”.

Öncelikle bu kitabın amacı dilin güzel kullanımına yardımcı olmaksa, orası bile sorunlu. Yanlış bir ifade. Ne demek küçük gelin oldu? Yazarının açıklaması, “Etkinliklerde küçük çocuklara gelinlik giydirilir ya, şirin de olur çocuklar, masumane düşünülmüş bir şey” şeklinde. Bu demekmiş “küçük gelin”.

Giydirilmesin efendim. Yani bu toplumda gerçekten çocuklar oyun çağında, okul sıralarından koparılıp koca koca adamlara ‘eş’ diye verilmiyor olsaydı

Yazının Devamı

İYİ HİSSETMEK İÇİN SANAT

13 Ocak 2017

Bugünlerde kendimizi kötü hissettiğimiz bir sır değil ya; gazeteler, internet siteleri habire bir ‘kendini iyi hisetmenin, huzuru bulmanın, başarıyı yakalamanın, nirvanaya ermenin ‘10-15-20 yolu’ listeleriyle dolu.

Ne yalan söyleyeyim, ben de bakıyorum, çıkar mı içimizdeki daralmaya iyi gelecek, nefes açacak bir şeyler diye. İşin aslı, bu bizim yeni okuma biçimimiz. Bir şey liste halinde, madde madde önümüze gelince anlaşılır oluyor.

Ben diyorum ki, önce ‘oldies but goldies’leri yerine getirmeye çalışıp, beden sağlığımızı kazanmaya uğraşalım. Yani sigarayı, unu ve şekeri azaltmak, sporu çoğaltmak, en azından daha çok yürümek, sebzeye yüklenmek gibi.

Sonra sıra gelsin ruh ve akıl sağlığına. Yine altın klasiklerden sevdiklerinize daha çok sarılmayı, ailenizin, dostlarınızın kıymetini bilmeyi, hayvan beslemeyi, çocuk okutmayı, sokakta üşüyen bir insanın üzerini örtmeyi deneyebilirsiniz. Kendinden başka birilerini düşünmek, her şekilde iyi geliyor insana.

Üretmek, en önemli dostumuz. Çok büyük hedeflere gerek yok, önemli olan sizin ona harcadığınız mesai, verdiğiniz emek. Evet, aklınıza ilk gelen ‘Küçük Prens’in gülü gibi. Aslı Erdoğan’ın Ayşe Arman’a verdiği röportaja bir bakın, içilmiş

Yazının Devamı

Türk değilse ‘yapıştır’!

12 Ocak 2017

Dışarıda kar yağarken, hayatımızı örten beyazlık bir noktaya kadar herkesi eşitlerken okudum o Facebook iletisini. Tam da karın, ayazın kalpleri yumuşattığına, başka canlıların akıbetini merak ettirdiğine dair iyimser duygulara kapılırken. Sokakta koca koca insanların kardan adam yaptığını görüp neşelenirken.

Erasmus öğrencilerinin kaldığı apartların da bulunduğu bir mahalleden bildiriyordu yazan. Bu genç üniversitelilerin dışarı çıkıp oturdukları sokağın çocuklarıyla kartopu oynadığı bir muhitten. Çocukların arasında bir ‘elebaşı’ vardı diğerlerini yönlendiren ve masum kartopu oyunu kartopu ‘savaşına’ dönüyordu onun komutlarıyla.

En son duyduğu cümle şuydu çocuktan: “Yapıştır kıza yapıştır, Türk değil onlar! ”

Bunu hesap etmiyorduk değil mi? Yabancı düşmanlığının ortasına doğup “O Türk değil, bizden değil, düşman” sözlerini duya duya büyüyen çocuklarla nereye gideceğimizi düşünmüş müydük?

Çocuk bu, ne zaman öğrendi, Türk olmayana ‘yapıştırması’ gerektiğini? Belli ki anası babası, mahalledeki abisi, birilerinden duyuyor. Oyun çağında kartopu yapıştıran daha büyüyünce ne yapacak?

Hani Milli Eğitim Bakanlığı koordinasyonunda okullarda yürütülen bir toplumsal cinsiyet eşitliğinin

Yazının Devamı

Gerçek sana az geliyorsa...

11 Ocak 2017

Evet, sosyal medya sayesinde neyin gerçek, neyin sanal olduğunu karıştırdık. Facebook, instagram, twitter, periscope, snapchat vs hesaplarımızla kendimize yeni bir dünya kurduk. Gün içinde evde, sokakta, işte yaşadığımızdan daha renkli, daha eğlenceli, daha anlamlı bir hayat bu, burası da doğru.

Oradan takip edenler gününe aktif bir şekilde ‘smoothie’sini içip ormanda koşusunu yaparak başlayan, üzerinde ismi yazan Starbucks kahvesiyle toplantıdan toplantıya uçan, akşam olunca etrafı insanlarla çevrili, masalarda kadeh tokuşturup partilerde coşan, mutlu bir insan görüyor. Arada çocuklara, kedilere, kuşlara sevgi göstermeyi, denize nazır kitabını okumayı, latin dansına gitmeyi falan da ihmal etmiyor, gün de 24 saat daha ne yapsın bu insan, insaf edin.

O sırada evde tek başına, battaniyeyi kafasına çekmiş depresyon geçiriyor olabilir, önemi yok. Popüler olan gerçektir, bitti.

Yeni bir şey söylemiş oldum mu? Hayır. Bu sanal alem gerçek hayat konusunda sanki söylenecek sözleri hep tüketmiş gibiyiz, bir teknoloji eleştirisine daha halimiz kalmamış gibi ama tam da öyle olmadığını Cem Uslu’nun yazıp yönettiği ‘Popüler Gerçek’ kanıtlıyor. Meğer hâlâ bu konuda tekrara düşüp sıkıcı olmadan

Yazının Devamı

Tecavüz haberlerine alışmayalım

9 Ocak 2017

Kar adeta bütün kötülüklerin üstünü örttüğü için gözünüzden kaçmış olabilir; yeni yıl yeni bir tecavüz haberiyle başladı gene. İki çocuk annesi, 37 yaşındaki kurban şans eseri hayatta olduğu için o kadar ses getirmedi ama aslında bir Özgecan Arslan vakasından farksız.

İsmail Saymaz’ın Hürriyet’teki haberinden öğreniyoruz; Ankara’nın Etimesgut ilçesinde gerçekleşiyor olay. 4 Ocak gecesi 23.30 sularında 530 hat numaralı özel halk otobüsüne binen kadın, inmek istediği yerde indirilmiyor, otobüs tenha bir araziye çekiliyor onun yerine. Gerisi tahmin edileceği gibi. Mağdur, polise gitmeyeceğine söz verdiği için, “Kimseye söylersen boğazını sıkar seni öldürürüm” tehditleriyle salıveriliyor.

Yakalanan şoförün deli saçması bir savunması var; “Kendi istedi, sonra vazgeçti ama daha önce bana ‘seni seviyorum’ dediği için ben de zorla tecavüz ettim. Bana polise gitmeyeceğini söylediği için tecavüz ettiğim yerde otobüsten indirdim”. Yargıdaki tahrik ve iyi hal indirimleri tecavüzcülerde iflah olmaz bir özgüven yaratmış olmalı, “Şikayet etmeyeceğim demişti” deyince kurtulacaklarını sanıyorlar artık. “Beni kandırdı hakim bey” diye şikayetçi olmasından korkarım.

Ama aslında bir şeyden daha korkarım;

Yazının Devamı

POYRAZ’DAN MEMLEKET SEVGiSi DERSi

6 Ocak 2017

Toplumdaki kamplaşma, bölünme ve tahammülsüzlük son dönemlerin en büyük sıkıntısı. Bunun da yansımasını en çok sosyal medyada görüyoruz ya; beni en mutsuz eden, en ufak bir şeyden yakındığında seni bu ülkeye yabancı, hatta düşman görmeye çalışanlar.

O meşhur ‘Ya sev ya terk et’ mantığı hani. Sanki insan sevdiği şeyi eleştiremezmiş gibi. Hatta en çok da sevdiği, benimsediği şeyi eleştirmez, bu onun sevgisini azaltırmış gibi. Hepsini geçtim, benim doğup büyüdüğüm, ait olduğum ülkeye olan sevgimin biçimini birileri ölçüp biçme yetkisine sahipmiş gibi.

Hayır, çünkü birileri bunun cetvelini eline aldığı zaman ben de onlara sormak istiyorum, “Siz bu ülkenin nesini seviyorsunuz tam olarak?” diye. Kültürünü mü, edebiyatını mı, mimarisini mi, doğasını mı? Hangi özelliklerine gönül verdiniz de bu sevgiyi tekelinizde zannediyorsunuz?

Neyse ki, ‘Poyraz Karayel’in son bölümünde İlker Kaleli’nin oynadığı Poyraz benim yerime sordu. Polis teşkilatında artık miyadını dolduran, görevinden ayrılmak istediğinde Murat Daltaban ve Atsız Karaduman tarafından canlandırılan amirleri onu vatan sevgisiyle vurmaya çalıştılar. “Ülkesini seven adam böyle arkasına bakmadan çekip gitmez” dediler ki, eminim sırf

Yazının Devamı

Defalarca uyarmış!

5 Ocak 2017

Ekranı kaplayan yaralı bereli, şişmiş, morarmış bir kadın yüzü. Belli ki ciddi şekilde hırpalanmış, daha doğrusu adını koymaktan çekinmeyelim; dayak yemiş. Doktor raporu ortada, gözünü çevreleyen kemikte kırık var, öyle ciddi darbe almış.

Söz hakkı ise onu bu hale getiren kişide; ‘kocasında’. Kadına şiddetin bütün galaksiye hakim olduğunun canlı kanıtı olarak ‘uzaylı türkücü’ lakaplı sanatçımız Mustafa Topaloğlu konuşuyor. Kanal D Magazin’in her şeyi bilen ‘dış ses’inin kendinden emin ifadesiyle ‘Karısının kendisine yumruk attığını iddia ettiği o anı’ anlatıyor. Evet, kadın sadece ‘iddia ediyor’ doğru mu değil mi bilmiyoruz, ama adam, herhalde sözü daha güvenilir olduğundan, konuya ‘açıklık getiriyor’. Bir de alt yazı var: Mustafa Topaloğlu ilk kez konuştu: Eşine neden vurdu?”

Yani dikkatinizi çekiyorsa, “vurdu mu?” değil soru, burada şaibe yok, vurmuş vurmuş da, sorun bakalım neden vurmuş? Bunu araştırıyor program. Sanki şiddetin haklı bir gerekçesi olabilirmiş gibi.

Neden vurmuş, açıkçası ben anlayabilmiş değilim. Kaldı ki merak da etmiyorum, gördüğüm şu ki ortada suratı darmadağın olmuş bir kadın, “Şöyle elimin tersiyle, ‘n’apıyorsun sen?’ dedim, yoksa kadına yumruk falan Allah’ım

Yazının Devamı