Kuyudan çıkmak

16 Şubat 2017

İyilik nasıl bulaşıcı bir şey aslında. Umut da öyle. Birleştiriyor insanları.

Eğer 13 gün boyunca bir yavru köpeğin bir kuyudan çıkarılmasını bekliyorsa birileri, bundan daha gerçek bir ortak payda yok. Hayata inanmak için daha güçlü bir sebep de.

Dün uzun süren karanlığından çıkıp ışığa kavuşan Kuyu’nun hikâyesi, bizim de onunla beraber güneşli bir sabaha uyanmamıza neden oldu.

Adını çıktığı çukurdan alan Kuyu, üç aylık bir Kangal yavrusu. Bundan 13 gün önce Beykoz’da 30 santimetre çapında, 70 metre derinliğinde bir sondaj kuyusuna düştü. Sesine insanlar geldi. İşi bu olmayan, kurtarma çalışması için teçhizata, alet edevata değil ama vicdana sahip insanlar.

Akıllarına gelen her yöntemi denediler. Kafesler mi sarkıtmadılar, kancalarla sosisler mi... Kuyu’yu gelmeye ikna etmek için kullanılmadık yiyecek, oyuncak, koku kalmadı. Bir yandan ancak ölmeyeceği kadar yiyecek veriliyordu ki büyüyüp duvarlara sıkışmasın.

Günler, geceler geçti, zaman zaman AFAD paydos etti, onlar vazgeçmediler. Kuyu’nun düştüğü derin çukurdan endişeyle bakan gözlerini görmüşlerdi bir kere.

Uykular kaçıyordu beklerken. Bir kısmımız Beykoz’da kuyu başında, kalanımız evde bilgisayar karşısında bir şeye birlikte dertle

Yazının Devamı

Hatırlamakla unutmak arasında bir yerde

15 Şubat 2017

Ev’vel zaman içinde, kalbur saman içinde, ülkelerden birinde iki kız kardeş yaşarmış... Anneannelerinin sayfiyedeki evinin bahçesinde saklambaç oynayarak, ağaçlara tırmanarak geçen çocukluğun ardından iki zıt yöne gitmiş yolları. Biri evlenmiş, şehir hayatının hengâmesine kaptırmış kendisini, öteki zamanın adeta durduğu o çocukluk mahallesinde takılıp kalmış.

Gel zaman git zaman, iki kız kardeş anneannelerinin ölümüyle yeniden bir araya gelmişler. Çocukluklarının geçtiği o eski evde. Hem çok tanıdık, hem tamamen yabancı o mahallede. İkisinin de özlemi diğerinin hayatına. Şehre giden o artık iyice gözden düşmüş, banliyö treninin bile kalktığı semte, çocukluk hatıralarına dönmek isterken, diğeri ne varsa satıp savıp oradan kaçma derdinde. Bir yandan eskiden gelen travmaları, birbirleriyle ve hayatla dertleri, kapanmamış hesapları var. Anneanne evi demek, onların yeniden açılması demek.

Yalnız, bilmedikleri bir şey var; ‘kentsel dönüşüm’ zaten onlara karar hakkı bırakmayacak. Ne çocukluk anıları, ne mahalle arkadaşlığı tanımadan önüne kattığını sürükleyip götürecek. Zaten ortada hatırlanacak bir şey kalmayacak.

“Ev’vel Zaman” kalıbı, çocukken Kafdağı’nın ardından büyülü peri masallarını

Yazının Devamı

Akıllı olsun!

13 Şubat 2017

Bu son dönemin popüler kalıplarından biri. Dili yeni öğrenen ya da uzun sure Türkiye’de bulunmadıktan sonra dönen birinin zannedeceği gibi zekaya olan özlemi yansıtmıyor.

“Keşke falanca daha akıllı olsa” değil yani amaç. Bu, bir tehdit. “O falanca aklını başına toplasın, yoksa fena olur” anlamına gelip ucu “Ben ona söylemiştim, günah benden gitti”ye varacak bir söylem.

En son kimden duyduk? Sabahattin Önkibar’ın ‘Devlet Bahçeli ve MHP İçin Her Şey’ kitabını yayınlayan Kırmızı Kedi Yayınları’nın camlarını taşlayan yüzü kar maskeli ülkücülerden.

Yayınevi sahibi onlardan ‘terörist’ diye söz ediyor ki evet, hoşunuza gitmeyen bir kitap yayınlandı diye cam çerçeve indirip tehditler savurmak bir terör saldırısıdır, fikirle mücadelenin yolu yine fikirdir. Yazdıklarına katılmıyorsanız “Sabahattin Önkibar akıllı olsun” diyeceğinize siz akıllı olup kitaptaki tezlerin aksini savunabilirsiniz örneğin.

Yok, yalanlar ve iftiralar varsa mahkemeye başvurabilirsiniz. Taşla sopayla saldırmak neyin nesi?

Ama tabii bu söz kalıbını ilk akıl eden kendisi değilse de meşhur eden, Yasin Hayal. “Orhan Pamuk akıllı olsun” kendisinin en özlü sözlerinden biri. Ne kastettiği de açık, “Hrant Dink cinayeti ona ders

Yazının Devamı

SEYİRCİ KİMİ İZLİYOR?

10 Şubat 2017

Başlayacağı haberiyle başlaması arasında aylar geçen ‘Yıldızlar Şahidim’ dizisinin ekrana gelmesiyle bitişi dört haftaya sığdı. Dördüncü bölümde final yapıyorlar.

Türkiye’nin amansız televizyon sektörü için bile korkunç bir hız. Hikayenin başlamasına, kimin kim olduğunun anlaşılmasına bile fırsat tanınmadı. Bakıyorum ilk bölümden beri izleyen insanların tek derdi vardı, final de o yüzden tepkiyle karşılandı: Canan Ergüder ile Mesut Akusta gibi iki değerli oyuncu böyle bir çırpıda ‘harcanır’ mıydı? İzleyen onlar için izliyordu diziyi.

Acaba bu vesileyle şunu bir oturup düşünmek çok mu imkansız? Belki ekranlar gençlik dizilerine doymuştur? Belki 18-25 yaş grubu güzel insan hikayeleri döne döne anlatılacak kadar ilginç gelmiyordur izleyiciye? Hatta insanlar sırf genç ve güzel oldukları için iyi oyuncu olmuyorlardır ve seyirci bunu görüyordur?

Hani diyeceğim o ki, yapımcılar halk bunu istiyor zannederek ekranları üniversite kampüsüne çeviriyor, yanlarında da bir doz iyi oyuncu ekliyorlar ya, korkarım yetmiyor. Onun yerine Canan Ergüder ile Mesut Akusta’nın üzerine bir yetişkin hikayesi kurabilirdiniz belki. Aynı şey; gençlerinin arasındaki ilişkiler son derece ilginç, genç oyuncular da

Yazının Devamı

Bir ölüm kalmıştı

9 Şubat 2017

Anladık artık, televizyonlarda reyting uğruna her şey mübah. O ‘her şey’in çıtası da yükseldikçe yükseliyor. Bir zamanlar insanların araba kazanacağım diye saatlerce uykusuz, aç susuz aynı pozisyonda durmasını izlerdik mesela. Bir dayanamayıp yere düşene kadar kalıyordu ‘oyunda’.

Diyorduk ki “Bu kadar da olmaz”.

Sonra baktık insanlar ailecek stüdyoya doluşuyor, babalar üç kuruş için olmadık şaklabanlıklar yapıyor, başarılı olamazsa çocukları tarafından ayıplanıyor. Oradan eve dönünce birbirlerinin yüzüne nasıl bakıyorlar belli değil.

Yine sandık ki görüp göreceğimiz en fena şey bu. “Bu kadar da olmaz”.

Derken yemek programları başladı. İnsanlar ‘yarışmacı arkadaşlarına’ sofralar kuruyor, mutfaktaki maharetlerini sergiliyor ve birlikte bir masa etrafına oturup yemek yiyorlar. Sonra o ‘arkadaşlar’ yedikleri yemeği ve aşçısını tabii, yerin dibine batırıyorlar. Yok pilavı lapa olmuş, o etin üzerine döktüğü sos yakışmış mı, belli ki hiç yemek bilgisi, görgüsü yokmuş, konuşuyorlar da konuşuyorlar.

Birisi sana yemek pişirmiş, karşılığında sen onu kötülüyorsun, en hafif tabirle utanç verici. Peki, efendi gibi “eline sağlık” deyip dönseler ne kaybedecekler? Reyting! Ne kadar

Yazının Devamı

İstanbul’un kızları ne şeker

8 Şubat 2017

Dario Moreno’nun sesi bir dolduruyor salonu, o perdeye çizili derme çatma İstanbul silueti canlanıveriyor sanki. Martı sesleri de, deniz kokusu da tamamlanıyor, “İstanbul’un kızları bilsen ne şeker / İnsanı uzaklardan yanına çeker...”

Sonra üç tane ‘İstanbullu kız’ geliyor sahneye, üç kuşaktan göbek bağıyla bağlı üç kadın: Anneanne, anne, torun. Ayfer, Başak, Melis. Hepsi de birbirinden şeker sahiden.

Melis şu an 35 yaşlarında, Ayfer desen 90’a gelmiş. Anlatılacak çok şey, susulmuş çok yıl var. 1950’lerden günümüze uzanan bir aile hikâyesi, bir kader döngüsü bu.

‘El âlem ne der?’

Anadan kıza aktarılan ayıp olur’larla, ‘el âlem ne der’lerle, öyle yapılmaz, öyle oturulmaz, öyle konuşulmaz’larla, bizim zamanımızda’larla geçip gitmiş iki koca ömür. Üçüncüsü de yarılanmış durumda, belki bu saatten sonra şansı olur, döngüyü kırmaya. Yoksa oyunda da izlediğimiz gibi, acı ama gerçek; ‘sizin zamanınız’dan ‘bizim zamanımız’a geçip duruyor aynı kodlar.

Daha önce Bahar Çuhadar da Hürriyet’te yazmıştı; ne kadar genelleme yapmayalım desek de, ülkemizde bir erkek yazar kadın karakter yazdı mı sası bir tat bırakıyor ağzımızda. En iyi ihtimalle karton oluyor, kötü ihtimalleri saymak istemem şimdi.

Ama

Yazının Devamı

Evlilik programları toplumu yozlaştırır mı?

6 Şubat 2017

Cuma günü evden çıktığımda, camiden bütün sokağa yayınlanan hutbeye denk geldim. Konu evlilikti. Aslında daha spesifik olmak gerekirse; evlilik programları. Temeli sadakate dayanan evlilik kurumunun günümüzde nice tehlikelere maruz kaldığı söyleniyordu; bazı yayınlarda ‘nikahsız beraberliklerin adeta özendirildiği’, evlendirme adı altında yapılan programlarda ise ‘aileye yönelik değerlerin istismar edildiği ve ayaklar altına alındığı...’

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın da gündemindeydi konu bu hafta, CNN Türk’te Hakan Çelik’e “Bu programların toplumu yozlaştırdığına” dair şikayetler aldıklarını belirtti.

RTÜK’e de sadece 2016 yılında bu programlar ile ilgili 94 bin 792 şikayet gelmiş, düşünün.

Ama 2001 senesinde Biri Bizi Gözetliyor ile başlayan bu ‘reality show’lar silsilesi öylesine bir endüstri oluşturmuş durumda ki, herhalde vazgeçmesi de kolay değil. Bakınız, Esra Erol’un gün başına 150 bin , Seda Sayan’ın 80 bin , Zuhal Topal’ın 60 bin TL aldığı iddiaları var. Gün başına!

Ve bu rakam, orada insanlar kamera karşısında cinnetin eşiğine gelsin, evliliği iki insanın birbirine aşk, sevgi gibi duygularla bağlandığı bir kurum olarak değil, temelinde ev

Yazının Devamı

MUTLULUĞUN SIRRI CHIA TOHUMU

3 Şubat 2017

Uzmanlar uyarıyor, kendi kendimize kararlar alıyoruz ama uygulamak çok mümkün olmuyor. Çoğumuz sabah uyanınca otomatik olarak elini cep telefonuna uzatıyor.

Ben de öyle tabii. Bakayım Instagram’a hangi arkadaşım bu sabah ne yemiş? Avokado, kinoa, chia tohumu ve karabuğday çimi... Hiç poğaçayla, açmayla kahvaltı eden yok, çok şükür. Sucuklu yumurtaya ekmek banan da. Geçmişte kaldı onlar. Ben de yavaşça bırakayım elimdeki lokmayı kendimi, “Hayır, ekmek yiyen mi kaldı bu devirde?” diye azarlayarak.

Peki Facebook’ta durum nasıl? Burada da bir takım sihirli formüller mevcut. Kefirin içine ne katsak probiyotikle proteini bir hamlede bünyeye katabiliriz? Süte zerdeçal karıştırırken, yanına kakule de koysak bir taşla iki kuş vurur muyuz? Taze yaban mersininin bel bölgesindeki yağları erittiğini biliyor muyuz? Aaa, aşk olsun antioksidan deposu hem.

Goji Berry’yi de mi duymadık hâlâ? Ama nasıl çağ dışı kalmak bu. Her gün yeni bir süper yiyecek, içecek, ot, kök...

Bu gidişle zayıf ve fakir olacağız

Kendimi de bundan ayrı tutmadan, hep birlikte sağlıklı beslenmeyle bozduğumuzu düşünüyorum. Ve bunu da özellikle bu yaşımıza kadar adını bilmediğimiz yiyeceklerle yapmaya, o yolla fit ve genç olmaya

Yazının Devamı