GÖBEK BAĞINI KESMEK YA DA KESMEMEK

20 Mayıs 2016

Hani şu ‘kadının gücü’ meselesi var ya; “Kadının gücünü hafife alıyorlar”, “Kadının gücünden korkuyorlar” gibi klişelerle tamamlanan. “Ortada kadınların kıstırıldığı, bastırıldığı bir düzen varken kadının hangi gücünden söz edebiliriz ki?” diye sormak mümkün. Ama ne yazık ki cevabı, kadının nasıl o kendisine karşı olan düzenin bekçiliğine, hemcinslerinin gardiyanlığına soyunduğunda gizli. Hani o “Ne derler?” korkusu var ya, bir taraftan biz de ‘dediğimiz’ için beslenip büyüyor böyle. Ve kendisini en ‘yırtmış’ zannedeni bile yakalayacak bir yer buluyor. ‘Ana Yurdu’nun Nesrin’ini yakaladığı gibi.
Senem Tüzen’in ilk filmi ‘Ana Yurdu’, işinden ve kocasından ayrılıp romanını bitirmek için anneannesinin köy evine, ‘ana yurduna’ dönen Nesrin ile
ona göz kulak olmak kisvesi altında nefes aldırmamak üzere bavulunu alıp başına dikilen annesi Halise’nin hikayesini anlatıyor. Tabii ki Halise çok seviyor kızını bütün anneler gibi, hep onun ‘iyiliğini’ istiyor, ‘hakkında hayırlısı’ ne ise o olsun, bütün derdi bu.

Sonra ne derler?
Ama işte o ‘hayırlı’nın da kendi bildiği - öğrendiği - gibi olanını istiyor gene. Ölmüş olsa da hâlâ tepelerinde olanca heybetiyle oturan kendi annesinin

Yazının Devamı

Güçlü aile nedir, ne değildir?

19 Mayıs 2016

Birçok kimsenin ilk anda itiraz etmeyeceği, iddialı cümle söyleyebilirim bu konuda: “Güçlü bireyler güçlü ailelerde yetişir” diyebilirim mesela. “Aile, dünyanın en güçlü ve en sıcak birlikteliğidir” diyebilirim sonra, upuzun adıyla “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi İçin Meclis Araştırması Komisyonu” demiş. “Aile yapısı ve değerleri güçlü olmayan hiçbir toplumun gerçekten güçlü olduğu ileri sürülemez” diye de devam etmiş.
Dedim ya, bunlar hep böyle söylenip unutulacak cümleler. Kim “Hayır” diyecek? Ama belki bir “Güçlü aile nedir?” diye soran olur.
Mesela, taraflardan birinin sürekli eziyet gördüğü, şiddete maruz kaldığı, ama “Yuvam dağılmasın, çoluğum çocuğum perişan olmasın” gibi endişelerle kan kusup sesini keserek sürdürdüğü yapıya “güçlü aile” denebilir mi?
Ya da bir kadının ‘başında’ kocası olmazsa kendisini geçindirememe, sokakta kalma gibi korkularla katlandığı kurum mudur “güçlü aile”?
Bu dış kabuğu sağlam, içi temelden çürük ‘çekirdek’ten sağlıklı bireyler yetişeceğinden emin misiniz?
Hayır çünkü değilseniz, komisyonun önceki gün TBMM

Yazının Devamı

KADINLIĞINI KULLAN!

17 Mayıs 2016

Önceleri sevimli ve komikti. Hafif tombul, epey sarsak, yaşı 30 kritik sınırına dayanmış ama ‘hâlâ’ yalnız kadın! Hayatının tek amacı ne? İşinde yükselmek? Daha çok seveceği yeni bir kariyere yelken açmak? Dünyayı gezmek? Yeni bir dil öğrenmek?

Saçmalamayın, ‘kadın’ diyorum, niye kendisi için bir şey yapacak olsun? Onun için hayatın amacı artık yaşı 30’dan 31’e dönmeden, aman ha treni tamamen kaçırmadan son kalan bekar ‘prensi’ kafeslemek. Prens demişken lütfen, güzel çirkin aramak yok, kendisine uygun mu, onunla mutlu olur mu, bunlar hep teferruat, nasıl olsa kadın dediğin bulunduğu kabın şeklini alır.

Bu aşkta yüzü gülmemiş, habire terk edilmiş, yalnızlıktan bezmiş kadın Bridget Jones iken şirindi, tamam. Bir dolu da taklidi yapıldı. Ama bitti, geçti. Bizde neden geçmiyor? ‘Kocan Kadar Konuş’la adını da koyduk olayın, türlü taktikle Efsun’u da baş göz ettik şükür. Pucca bile evlendi. Bu romantik komediler koca arayan kız konusuna doymayacak mı?

Pazar günü Kanal D’nin yeni dizisi ‘Hayatımın Aşkı’nın kameraları arkadaşının düğününde boynu bükük oturan Gökçe’ye (Hande Doğandemir) döndüğü anda anladık ki, hayır.

‘Yalnız, mutsuz, kadersiz’ bir kadın, Gökçe. Gelin mikrofondan “Darısı

Yazının Devamı

Kadınlar mı öldürsün?

16 Mayıs 2016

Ne kadar tehlikeli bir yere gittiğimizin farkındasınız, değil mi? Kadına şiddet arttıkça, tecavüzcüleri, katilleri cezalarını bulmadıkça, faturalar kadınlara kesildikçe toplumdaki öfke bileniyor. Sağduyu da giderek mumla aranır hale geldi. Bulunduğumuz noktada, bir kadın bir erkeği öldürdüğünde alkışlamaya başladık. O kadar ürkütücü ki.
Geçtiğimiz hafta, Altınordu’da 60 yaşında bir kadın, 75 yaşındaki kocasını öldürdü. Polisler tarafından götürülürken de kelepçeli ellerini kaldırarak gazetecilere “Çekin gardaşım çekin”, dedi; “Hep erkekler mi öldürecek? Bir de karı öldürsün.”
Baktığın zaman çok anlamlı görünen bir cümle, bir isyan. Aralarında şiddetli geçimsizlik olduğunu söylüyor, o gün de kavga ediyorlarmış, Semra Ö. önce elindeki cam sürahiyi kocası Recep Ö.’nün kafasında parçalamış, sonra da adamı
15 yerinden bıçaklamış. Yetmemiş, cam parçalarıyla ellerini ve kulaklarını kesmiş. Diyor ki, “Ben onu öldürmesem o beni öldürecekti.”
Tabii, bu da mümkün. Ama henüz bir iddiadan ibaret ve ortada kayıtsız şartsız ‘öz savunma’ diyebilmek için fazla şiddetli bir tablo var. Belki kendisi de şiddet görüyordu, günü geldi, canına tak etti, gözü karardı artık, olabilir. Ama şu an bu

Yazının Devamı

MAVİ GÖZLÜ GURURSUZ KIZ

13 Mayıs 2016

Sanıyorum hayat içimizi yeterince daralttığından,bari televizyon karşısına geçince iki satır nefes alalım diye romantik komediler sardı dört yanı.
Bir de yaz geliyor ya, herhalde aşık olmanın vaktidir mesajı veriliyor. Ya da daha iyisi, “Olmayın, bizi izleyin”. Tabii birbirinin aynı hikayeler arasında hangisini takip ettiğinizi ayırt edebilirseniz.
“Hal böyleyken ‘İlişki Durumu Karışık’ niye okka altına gitti, onu anlamak mümkün değil. İyi oyuncuları, diğerlerinden kötü olmayan bir hikayesi vardı.
Yeni gözdemiz ‘Tatlı İntikam’, yemek ile aşk arasındaki organik bağı çözdüğü için başarılı. Olay yeri restoran, esas çocuk şef, duygularını pasta yaparak dile getiriyor, daha havalı ne olabilir? Leyla Lydia Tuğutlu ile Furkan Andıç da tatlı bir ikili olmuşlar.
Yan kadro güçlü, sonra. Ayşenil Şamlıoğlu müthiş bir oğlan annesi olmuş, ne oynasa olduğu gibi. Zeyno Gönenç, Kerem Atabeyoğlu, Bülent Seyran ve gayet parlak genç oyuncular var.

Aşıklar neden kavuşamasın?
Sivilceli tombul bir oğlanken kalbi kırılan, sonradan paylaşılamayan bir yakışıklıya dönüşen jön, düğünde terk edilen gelin, her krizde toplanan üçlü kız arkadaş ittifakı, bütün romantik komedi klişeleri mevcut.

Yazının Devamı

Bilimsel sadaka taşı

12 Mayıs 2016

Ülke gündeminin alacakaranlığında gözünüzden kaçmıştır belki, Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) Kepler teleskobu 1284 yeni gezegen keşfetmiş, 100’den fazlası dünya boyutlarında. Ayrıca uzayın yaşama elverişli bölgeleri olarak bilinen alanda da dokuz küçük gezegen tespit etmiş Kepler, “Gidelim buralardan”cılara müjde. Oralarda bir yerlerde insan ayak basmadığı için hâlâ yaşanabilir koşullara sahip topraklar var, ne duruyorsunuz?
TÜBİTAK’ın beğenmediği fizik projesiyle dünya birincisi olan İlayda Şamilgil’i Mars projesi ekibine seçen NASA’nın gözü hep böyle uzayda, başka gezegenlerde. Halbuki bilim dendi mi biz başka şeyler arıyoruz. Misal, 350 bin liralık bütçe ayırarak et helal mi değil mi, onu beş dakikada anlamak gibi daha öncelikli konuları var TÜBİTAK’ın.
Gölcük’teki Mecit Kavan İmam Hatip Ortaokulu’nda geliştirilip TÜBİTAK 4006 Bilim Fuarı’nda sergilenen ‘sadaka taşı’ projesi de dünün haberleri arasındaydı. Nedir mahiyeti? Öğrenciler okulda bir erzak köşesi hazırlıyorlar, yardım etmek isteyen buradan aldığı erzakı hayır dolabına koyuyor. Toplanan yardımlar sonunda okuldaki Suriyeli ve muhtaç durumdaki öğrencilere veriliyor.
Gayet insani, düşünceli bir dayanışma

Yazının Devamı

TİYATRONUN MODASI BUNDAN GEÇMEZ

10 Mayıs 2016

Tiyatro çağın geri-sinde kalmış bir sanat mı, artık insanları iki saat bir koltuğa bağlamak için onlara nefes kesici aksiyon sahneleri, sürükleyici maceralar, akrobasiler, ışık ve ses oyunları mı izletmek gerek illa? Yoksa insanın kendisinin bizatihi bir macera olduğuna inanan, hikayesini en yalın ve süssüz püssüz şekilde anlatarak baş döndürücü hızlara, patlamalara ve çatlamalara alışmış bir seyirciyi bile avucunun içine almayı başaran oyunlar var mı hâlâ?
Bu elli bin kere sorulmuş evladiyelik soruyu, cevabını Oyun Atölyesi’nin yeni oyunu ‘Pencere’de bulmuş biri olarak tekrarlıyorum. David Hare’in yazdığı oyunun tamamı bir gecede, orta halli bir evde, iki karakter arasında geçiyor.
30’larının başında, zengin bir avukatın kızıyken ailesine sırt çevirip kendi yolunu seçmiş, yoksul ailelerin çocuklarına öğretmenlik yaparak kendini faydalı hisseden Kyra ile 50’lerinde bir restoranlar zinciri sahibi olmayı ve aşçı, uşak, hizmetçiler, tropik adalarda yazlıklar eşliğinde yalnız ve mutsuz bir hayat kurmayı başarmış Tom.
İki dedim ama bir de tetikleyicisi var oyunun; bir akşam vakti Kyra’nın kapısını çalıp annesinin öldüğünü bildirerek yıllar öncesinin hayaletlerini hortlatan

Yazının Devamı

Anneleri ağlatmadığınız gün kutlayın

9 Mayıs 2016

Nasıl bıktırıcı ve modası geçmeyen bir söylemdir şu “Kadından şair olmaz, ressam olmaz, yazar olmaz, komedyen olmaz”, olmaz da olmaz. Bir anne olur, en kutsalından, başka da bir şey olmaz.
Sokaktaki adama iyi kötü anlatıyorsun, kadına çağlar boyunca tanınan yaşam alanlarıyla doğru orantılı olarak ve de örnekleriyle de, Tıp Fakültesi’nde bir profesör çıkıp “Bunlar bilimsel gerçekler” diye kadının tek var oluş sebebinin erkeği doğurup yetiştirmek olduğunu öğrencilerine öğretmeye kalkınca orada çareler tükeniyor sahiden. Artık ‘doktor ne yersen ye dedi’ aşamasına gelmiş oluyoruz.
Olay, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Kastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’nda cereyan ediyor. Prof. Dr. Fahri Ölçer, “Kadınlar kusura bakmasın” diyor: “Moliere’in, Mozart’ın, Da Vinci’nin, Rembrandt’ın, Itri’nin, İbni Sina’nın, Rafaelo’nun kadın versiyonu var mı? Yok. Olamaz! Kadının görevi erkekleri doğurup yetiştirmektir.”
Bu kadar net, açık, basit. Bunu söyleyen bir bilim adamı. Zaten hepsi de bilimsel gerçeklermiş, Birgün gazetesine açıkladığına göre. Kadınlar her ay regl oluyorlar ya, ondan olmazmış. “Allah, kadınlar bizim görevimizi üstlenemesin diye onları böyle yaratmış” diye de taçlandırıyor

Yazının Devamı