Gelin başı, damat tıraşı

26 Mayıs 2016

Bazı küçücük hareketler, edilen tonlarca sözden daha etkili olabiliyor. Mesela biz her gün “Çocuktan gelin olmaz” diye feryat ediyoruz hep bir ağızdan, ama ısrarla küçücük kızlar telli duvaklı gelin edilip duruyor. Aileler onay veriyor, mahkemeler yaş büyütüyor, bir punduna getiriliyor, illa evcilik çağında evlilik yapmaya zorlanıyor çocuklar. Bizim köşelerimizden ortaya attığımız sözler ulaşmıyor yani doğru yere.

Ama mesela Van Yaşam Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi (YAKA-KOOP) gibi bir oluşum çıkıp da kuaförleri ve berber salonlarını dolaştığında, 18 yaşından küçük çocuklara gelin başı ve damat tıraşı yapmama sözü aldıklarında, dükkânlarına da bunu belirten kâğıtlar astırdıklarında bu somut bir adım oluyor. Birileri, hem de bu ‘düğün’ adı altındaki maskaralığın temel parçalarından olan birileri, “Bir dakika, burada bir yanlış var. Ben buna alet olmayacağım artık” demiş oluyor.

Mesele birtakım oturduğu yerden ahkâm kesen ‘tuzu kuru’ insanların değil, bizzat o yörenin, o kentin, o kasabanın meselesi haline geliyor.

Şimdi sırada gelinlikçiler ve düğün salonları var. Küçücük kızların süslenip püslenip hediye paketi gibi sunulduğu ayinin diğer ayakları. Sabancı Vakfı hibe

Yazının Devamı

BIRAKIP ÇIKAMADIĞINIZ OYUN

24 Mayıs 2016

Hayatın bir halinin kapıda, o önlükleri üzerinize giydiğiniz yerde bırakıldığı yerdir, yoğun bakım. Patronunuzla sürtüşmeniz, beklediğiniz telefon, ödenmemiş faturalar ve sevgilinizle kavganız ancak o girenin bileceği koku burnunuza çarptığı anda dışarıda kalır. Kolonyanı alıp hasta ziyaretine gitmeye benzemez, gerçek hayatın tokadına hazır olmanız gerekir. Zaman durur aslında bir anlamda ve o ‘an’a hapsolursunuz.

Özen Yula’nın yazıp sahneye koyduğu, İstanbul Tiyatro Festivali ile orta yapım olarak hayata geçirdiği ‘An’ı izlemeye Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’ne giderken, bir tiyatro oyunu insanı ne kadar koparabilir hayattan da kendi zamanına bağlayabilir, tahmin etmiyordum.

Kadıköy Şifa Hastanesi bir yoğun bakım ünitesi kurmuştu bunu biliyordum, seyirci de içeride 60 - 70 dakikalık bir zaman kesitine tanık olacaktı, bir de bunu. Eninde sonunda bir ‘oyun’du.

Başka bir dünya

Ama kapının önünde duran ambulanstan basamaklarda sigara içerek içerideki annesinden haber bekleyen ‘oyuncu’ya kadar her şey daha adımımızı atarken başka bir dünyaya geçmemizi sağlıyordu. Nasıl oldu anlamadan önlüğümü giymiş, diğer ‘seyircilerle’ birlikte yataklardaki hastaların kaderlerine tanıklık ederken buldum

Yazının Devamı

Büyümez ölü çocuklar

23 Mayıs 2016

Takvimler 2 Eylül 2015’i gösteriyordu, bu dünya görüp görebileceği en büyük utanç tablolarından biriyle yüz yüze geldi: Ege sahilinde kumlara yüzükoyun uzanmış kırmızı tişörtlü küçücük bir çocuk. Suriye’den kaçmaya çalışan Kurdi ailesinin oğlu Aylan. 3 yaşındaydı. Hep öyle kalacak.

Aynı günlerde Cizre’de bir kız çocuğu oyun oynarken vuruldu. Büyüklerin savaşının ‘hedef gözetmeyen’ kurşunları geldi onu evinin önünde buldu. Sokağa çıkma yasağı vardı, ölen kızının bedenini üç gün buzlukta bekletti annesi. Cemile Çağırga 10 yaşındaydı. Hep öyle kalacak.

2014 yılının temmuz ayıydı, Gazze’deki El Şati mülteci kampında da çocuklar oynuyordu. Evinden yurdundan edilmiş çocuklar da oynar çünkü. Ve büyüklerin savaşında bombalar da ‘hedef gözetmez’. Sekiz çocuk öldü o gün Gazze’de. Parkta oynayan sekiz çocuk. Cemal Salih I’lyan’dı biri. 8 yaşındaydı. Hep öyle kalacak.

2015’in 10 Ekim’iydi, bombaların ‘hedefi’ barışın ta kendisiydi bu kez. Ankara’da barış yürüyüşü başlayamadan paramparça olup dağılırken, babasının elinden tutup getirdiği Veysel Atılgan’ın fotoğraflarda gülerek bakan kocaman yeşil gözleri de belleğimize kazınıyordu. 9 yaşındaydı Veysel. Hep öyle kalacak.

Bir hayat vardı Aylan’ın,

Yazının Devamı

GÖBEK BAĞINI KESMEK YA DA KESMEMEK

20 Mayıs 2016

Hani şu ‘kadının gücü’ meselesi var ya; “Kadının gücünü hafife alıyorlar”, “Kadının gücünden korkuyorlar” gibi klişelerle tamamlanan. “Ortada kadınların kıstırıldığı, bastırıldığı bir düzen varken kadının hangi gücünden söz edebiliriz ki?” diye sormak mümkün. Ama ne yazık ki cevabı, kadının nasıl o kendisine karşı olan düzenin bekçiliğine, hemcinslerinin gardiyanlığına soyunduğunda gizli. Hani o “Ne derler?” korkusu var ya, bir taraftan biz de ‘dediğimiz’ için beslenip büyüyor böyle. Ve kendisini en ‘yırtmış’ zannedeni bile yakalayacak bir yer buluyor. ‘Ana Yurdu’nun Nesrin’ini yakaladığı gibi.
Senem Tüzen’in ilk filmi ‘Ana Yurdu’, işinden ve kocasından ayrılıp romanını bitirmek için anneannesinin köy evine, ‘ana yurduna’ dönen Nesrin ile
ona göz kulak olmak kisvesi altında nefes aldırmamak üzere bavulunu alıp başına dikilen annesi Halise’nin hikayesini anlatıyor. Tabii ki Halise çok seviyor kızını bütün anneler gibi, hep onun ‘iyiliğini’ istiyor, ‘hakkında hayırlısı’ ne ise o olsun, bütün derdi bu.

Sonra ne derler?
Ama işte o ‘hayırlı’nın da kendi bildiği - öğrendiği - gibi olanını istiyor gene. Ölmüş olsa da hâlâ tepelerinde olanca heybetiyle oturan kendi annesinin

Yazının Devamı

Güçlü aile nedir, ne değildir?

19 Mayıs 2016

Birçok kimsenin ilk anda itiraz etmeyeceği, iddialı cümle söyleyebilirim bu konuda: “Güçlü bireyler güçlü ailelerde yetişir” diyebilirim mesela. “Aile, dünyanın en güçlü ve en sıcak birlikteliğidir” diyebilirim sonra, upuzun adıyla “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi İçin Meclis Araştırması Komisyonu” demiş. “Aile yapısı ve değerleri güçlü olmayan hiçbir toplumun gerçekten güçlü olduğu ileri sürülemez” diye de devam etmiş.
Dedim ya, bunlar hep böyle söylenip unutulacak cümleler. Kim “Hayır” diyecek? Ama belki bir “Güçlü aile nedir?” diye soran olur.
Mesela, taraflardan birinin sürekli eziyet gördüğü, şiddete maruz kaldığı, ama “Yuvam dağılmasın, çoluğum çocuğum perişan olmasın” gibi endişelerle kan kusup sesini keserek sürdürdüğü yapıya “güçlü aile” denebilir mi?
Ya da bir kadının ‘başında’ kocası olmazsa kendisini geçindirememe, sokakta kalma gibi korkularla katlandığı kurum mudur “güçlü aile”?
Bu dış kabuğu sağlam, içi temelden çürük ‘çekirdek’ten sağlıklı bireyler yetişeceğinden emin misiniz?
Hayır çünkü değilseniz, komisyonun önceki gün TBMM

Yazının Devamı

KADINLIĞINI KULLAN!

17 Mayıs 2016

Önceleri sevimli ve komikti. Hafif tombul, epey sarsak, yaşı 30 kritik sınırına dayanmış ama ‘hâlâ’ yalnız kadın! Hayatının tek amacı ne? İşinde yükselmek? Daha çok seveceği yeni bir kariyere yelken açmak? Dünyayı gezmek? Yeni bir dil öğrenmek?

Saçmalamayın, ‘kadın’ diyorum, niye kendisi için bir şey yapacak olsun? Onun için hayatın amacı artık yaşı 30’dan 31’e dönmeden, aman ha treni tamamen kaçırmadan son kalan bekar ‘prensi’ kafeslemek. Prens demişken lütfen, güzel çirkin aramak yok, kendisine uygun mu, onunla mutlu olur mu, bunlar hep teferruat, nasıl olsa kadın dediğin bulunduğu kabın şeklini alır.

Bu aşkta yüzü gülmemiş, habire terk edilmiş, yalnızlıktan bezmiş kadın Bridget Jones iken şirindi, tamam. Bir dolu da taklidi yapıldı. Ama bitti, geçti. Bizde neden geçmiyor? ‘Kocan Kadar Konuş’la adını da koyduk olayın, türlü taktikle Efsun’u da baş göz ettik şükür. Pucca bile evlendi. Bu romantik komediler koca arayan kız konusuna doymayacak mı?

Pazar günü Kanal D’nin yeni dizisi ‘Hayatımın Aşkı’nın kameraları arkadaşının düğününde boynu bükük oturan Gökçe’ye (Hande Doğandemir) döndüğü anda anladık ki, hayır.

‘Yalnız, mutsuz, kadersiz’ bir kadın, Gökçe. Gelin mikrofondan “Darısı

Yazının Devamı

Kadınlar mı öldürsün?

16 Mayıs 2016

Ne kadar tehlikeli bir yere gittiğimizin farkındasınız, değil mi? Kadına şiddet arttıkça, tecavüzcüleri, katilleri cezalarını bulmadıkça, faturalar kadınlara kesildikçe toplumdaki öfke bileniyor. Sağduyu da giderek mumla aranır hale geldi. Bulunduğumuz noktada, bir kadın bir erkeği öldürdüğünde alkışlamaya başladık. O kadar ürkütücü ki.
Geçtiğimiz hafta, Altınordu’da 60 yaşında bir kadın, 75 yaşındaki kocasını öldürdü. Polisler tarafından götürülürken de kelepçeli ellerini kaldırarak gazetecilere “Çekin gardaşım çekin”, dedi; “Hep erkekler mi öldürecek? Bir de karı öldürsün.”
Baktığın zaman çok anlamlı görünen bir cümle, bir isyan. Aralarında şiddetli geçimsizlik olduğunu söylüyor, o gün de kavga ediyorlarmış, Semra Ö. önce elindeki cam sürahiyi kocası Recep Ö.’nün kafasında parçalamış, sonra da adamı
15 yerinden bıçaklamış. Yetmemiş, cam parçalarıyla ellerini ve kulaklarını kesmiş. Diyor ki, “Ben onu öldürmesem o beni öldürecekti.”
Tabii, bu da mümkün. Ama henüz bir iddiadan ibaret ve ortada kayıtsız şartsız ‘öz savunma’ diyebilmek için fazla şiddetli bir tablo var. Belki kendisi de şiddet görüyordu, günü geldi, canına tak etti, gözü karardı artık, olabilir. Ama şu an bu

Yazının Devamı

MAVİ GÖZLÜ GURURSUZ KIZ

13 Mayıs 2016

Sanıyorum hayat içimizi yeterince daralttığından,bari televizyon karşısına geçince iki satır nefes alalım diye romantik komediler sardı dört yanı.
Bir de yaz geliyor ya, herhalde aşık olmanın vaktidir mesajı veriliyor. Ya da daha iyisi, “Olmayın, bizi izleyin”. Tabii birbirinin aynı hikayeler arasında hangisini takip ettiğinizi ayırt edebilirseniz.
“Hal böyleyken ‘İlişki Durumu Karışık’ niye okka altına gitti, onu anlamak mümkün değil. İyi oyuncuları, diğerlerinden kötü olmayan bir hikayesi vardı.
Yeni gözdemiz ‘Tatlı İntikam’, yemek ile aşk arasındaki organik bağı çözdüğü için başarılı. Olay yeri restoran, esas çocuk şef, duygularını pasta yaparak dile getiriyor, daha havalı ne olabilir? Leyla Lydia Tuğutlu ile Furkan Andıç da tatlı bir ikili olmuşlar.
Yan kadro güçlü, sonra. Ayşenil Şamlıoğlu müthiş bir oğlan annesi olmuş, ne oynasa olduğu gibi. Zeyno Gönenç, Kerem Atabeyoğlu, Bülent Seyran ve gayet parlak genç oyuncular var.

Aşıklar neden kavuşamasın?
Sivilceli tombul bir oğlanken kalbi kırılan, sonradan paylaşılamayan bir yakışıklıya dönüşen jön, düğünde terk edilen gelin, her krizde toplanan üçlü kız arkadaş ittifakı, bütün romantik komedi klişeleri mevcut.

Yazının Devamı