Zaytung hakikaten işlevsiz kaldı ülkemizde. “Yok artık, şaka mı?” diyeceğiniz her şey bire bir yaşanıyor, mizah üretmeye ne hacet?
Yard. Doç. Dr. Güner Coşkunsu, Harvard mezunu bir arkeolog. 2011’de Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Arkeoloji Bölüm Başkanı olarak işe başlıyor. Kendisini sit alanlarının yağmalanmasıyla, Mardin Müzesi’ndeki usulsüzlüklerle mücadeleye, kültür varlıklarının
korunmasına adıyor.
Her bu tür çaba gibi de karşılığını mobbingin âlâsı, tehditler ve hakaretler şeklinde alıyor. Biz de bunları 2014 yılında Facebook duvarında isyan ettiği zaman Radikal’den Ömer Erbil’in haberiyle öğreniyoruz.
O zaman aldığı tehdit mesajları arasında “İş akdinin yenilenmesi de yakın” hatırlatmaları vardı, nitekim hakaret ve mobbing davalarını kazanmasına rağmen üniversite yönetimi 2015 Ağustos ayında iş akdini feshetti.
Şimdi de üniversitenin oluşturduğu komisyon Coşkunsu’nun odasında ve depolarda bulunan paleolitik döneme ait eserlerin hesabını soruyor. “İzinsiz yüzey araştırması yaptığı, etütlük ve envanterlik eser topladığı” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunuyorlar.
Topladıklarını ne yapmış, evine mi götürmüş? Hayır, üniversitenin depolarında muhafaza ediyor.
Bu ülkede tam 13 yıldır düzenlenmekte olan ve bence hiç de hak ettiği sesi getiremeyen bir festival var: Gümüşlük Klasik Müzik Festivali. Piyanist Eren Levendoğlu, Gülsin Onay’ın da desteğiyle çıktığı yolculuğu her yıl biraz daha öteye taşıyor.
Bu yıl işin içine caz tınıları da eklemiş ve sahiden çok heyecan verici bir program hazırlamış. Bir kere üç başlığa ayrılmış konserler: Suda Caz, Kumda Gitar, Taşta Klasik. 11 Temmuz’da Norveçli efsane trompetçi Nils Petter Molvaer geliyor,
ENKA Kültür Sanat iş birliğiyle.
Simin Tander, Norveç Büyükelçiliği’nin etkinlik sponsorluğunda davet edilen Hakon Kornstad, Muğla Büyükşehir Belediyesi Caz Orkestrası, Emin Fındıkoğlu + 12 ve de yine Norveç’ten Kristin Asbjornsen ile Olav Torget, bu serinin diğer konukları.
Bridgestone’un desteklediği Kumda Gitar konserleri, gün batımında dünyaca ünlü gitaristleri konuk ediyor. Capetown’lı Derek Gripper, Hasan Meten & Erdem Sökmen ikilisi, İrlandalı gitarist Redmond O’Toole, Polonyalı Marek Pasieczny’i, Golfam Khayam ve klarnetçi Mona Matbou Riahi’den oluşan Naqsh Duo Gümüşlük’ü şenlendirecek isimlerden bazıları.
Taşta Klasik zaten festivalin yıllardır devam eden ana dallarından biri. Açılış
2016 Avrupa Şampiyonası D Grubu ilk maçında Hırvatistan’a yenilen Milli Takım, ikinci maçında da İspanya karşısında 3-0 mağlup oldu. Üzüntüyü, kırgınlık, kızgınlık gibi duyguları anlayabiliyorum. Hayal kırıklığını da.
Fatura da bir ya da birden fazla kişiye kesilecektir elbet. Ama bunların arasında Buse Terim olabilir mi? Teknik direktör Fatih Terim’e kızıp acısını kızından, hatta bir de karnındaki bebekten çıkartmaya kalkmak ne derece hastalandığımızın göstergesi değilse ne?
Nasıl bir kadın düşmanlığı, nasıl bir ürkütücü öfke. Buse Terim’e hitaben twitter’da yazılanları burada tekrar etmeye kalkışsam yayınlanması mümkün değil. Neredeyse her kelimesini sansürleyerek aktarmaya çalışırsam, mealen “Doğmamış çocuğun ölsün ki sen de bizim çektiğimiz acıyı anla” gibi abuk subuk noktalara gidiyor.
Evet, tepeden tırnağa her unsuru erkek olan bir mekanizmanın yenilgi ayağında karşımıza kadın çıkıyor. Babasının kızı olmak dışında nasıl bir sorumluluğu olduğunu bilmiyoruz ama ceza çekmesi gerektiği konusunda hemfikiriz, ne güzel. İşte sana toplumsal konsensus.
Sosyal medyada fotoğraf paylaşmanın son adımı olarak geldiğimiz ‘nofilter’, ‘nomakeup’ furyasında yeni bir noktadayız. Önce sabah gözümüzü ele güne “Günaydın” diyerek açmaya alıştık. Tabii o bir tek kedilerimizin köpeklerimizin ve - varsa - birlikte uyandığımız insanın gördüğü yüzümüzü yabancılara göstermek istemediğimizden rimelimiz, rujumuz ve imdadımıza yetişen buğulu filtrelerimizle. Herkes prensesler gibi uyanıyor uykusundan, ne mutlu.
Gece yatış, aynı şekilde. “Ben yattım, size iyi geceler” pozları uyumaya değil katalog çekimine hazırlanır gibi. “Takma kirpiğinizi çıkaraydınız bari, uykuda yapışacak” demek geliyor insanın içinden. Ama kadın dediğin her daim bakımlı, ömür boyu fit, her dem taze olmakla yükümlüdür. Öyle değilse de öyle görünmekle. Olduğun gibi görünmek de ne demek? Hele hele ünlüysen.
Açın internet sitelerini, kaç tane ‘makyajsız halini görünce şok geçireceksiniz’ foto galerisi var, sayın. Ayıp bir şey, kapatıcılarını, fondötenlerini, allıklarını sürmeden insan içine çıkmak. Bizde de böyle, dünyanın dört bir yanında da.
Güzelim kıvırcık saçlarıyla sevimli çilli yüzünü yıllardır fönlerle, fondötenlerle saklayan Alicia Keys, nihayet isyan bayrağını açtı ve
Sosyal medya üzerinden üstü örtülü ve açık tehditlere, aba altından ve üstünden sopa göstermelere, bazen kimlik gizleyerek, çoğu zaman buna bile gerek görmeyerek gözdağı vermelere alıştık da, bir vakıf başkanının çıkıp basın toplantısı yaparak toplumun koca bir kesimini tehdit ettiğini görmemiştik daha önce.
Bu da oldu. Alperen Ocakları Vakfı İstanbul İl Başkanı Kürşat Mican, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de her yıl haziran ayının son haftasında yapılan LGBT onur yürüyüşüne engel olacaklarını açıkladı.
Evet, ifadede yanlışlık yok. Yapılmaması için çağrıda falan bulunmuyorlar, “Yaptırmayacağız” diyorlar.
“Ecdadımızın ağır bedeller ödeyerek bizlere miras bıraktığı bu topraklarda ahlaksızların fantezi yapmasına müsaade etmeyeceğiz” diyorlar.
Ne fantezisi Allah aşkına? Anayasaca korunan toplanma ve gösteri yürüyüşü yapma haklarını kullanıyor, Taksim’den Tünel’e şarkılar, sloganlar eşliğinde yürüyorlar, hepsi bu. Metinde iddia edildiği gibi bunun ‘halkın sinir uçlarına’ falan dokunmadığını, yoldan geçen çoluklu çocuklu ailelerin, pencereden sarkan esnafın da el sallayarak, alkış tutarak yürüyüşe eşlik ettiğini gözlerimle gördüm defalarca.
Kimse tuhaf anlamlar yükleyip
Polisler yakaladıkları ‘seri katil’ namlı Atalay Filiz’i aralarına alıp ‘selfie’ çektirmiş ilk iş. İnanılır gibi değil. Güzel bir şey gördün mü aklına ilk selfie çektirmek geliyor, peki. İçine bir kenarından burun deliklerine kadar görünen kendini sokuşturmazsan bir şeyin tadına varamıyorsun, anladık.
Ama artık kaza gördün selfie çektir, yangın gördün selfie çektir, bu ne? İlk yardımdan önce gelir oldu selfie.
Sonunda katille de selfie çektirmek isteyen polis memuru görmüş olduk.
Bir değil, üç ayrı polis bu işe kalkıştığına göre özellikle seri katillerle meraklı olan bir tanesinin görev aşkından kaynaklandığını söyleyemeyiz. Orada bilinen en az üç kişinin canını almış, asla sağlıklı olmadığı yüzündeki anlamsız gülümsemeden de belli olan bir katil var neticede.
Nasıl içinden geliyor kolunu omzuna atıp “Gel bakalım” diye objektife poz vermek?
Ayrıca ‘selfie video’ çektirirkenki yorumu da taktire şayan, “Sen nasıl yakalanmadın üç yıl bu memlekette, helal olsun” diyor.
Halbuki birine helal olacaksa onu üç yıldır yakalayamayanlara olmalı öyle değil mi?
Büyük şehirlerde,hele hele belli bir gelir düzeyinin üstündeki ailelerde daha çocuk beş yaşına basmadan başlıyor, hangi okula gideceği muhabbeti. Acaba hangisinin ‘kurasına’ soksak, hangi özel okulu karşılayabiliriz maddi olarak.
Öyle ya, geleceği buna bağlı çocuğun. İlle özel bir okulda okuyacak, beşinci sınıfa geçerken özel hocalara, üstüne de dershanelere başlayacak ki, anne babanın hayalindeki ‘başarılı’ geleceğin olmazsa olmazı ‘iyi’ bir liseye girebilsin.
O ‘iyi’ liselerin de eğitim ücretleri açıklandı hafta sonu. Çocuğunuzu Robert Kolej’de okutmak için misal, yıllık 60 bin ila 96 bin lirayı gözden çıkartmanız gerekiyor ki onun yerine bu parayı bankaya yatırsanız gerçekten iyi bir geleceği garanti etmiş olursunuz.
Şimdi dönüp bakalım memleketin başka bir köşesine: Dağcılar köyü Seyit Kamer
mezrası, haritada bulamayacağınız bir yer. Muş’un Varto ilçesine bağlı ve 10 aile yaşıyor sadece. Tahmin edeceğiniz gibi, okulu yok. Buranın çocukları taşımalı eğitim sistemiyle 5 kilometre mesafedeki Çaylar köyündeki Yatılı Bölge Ortaokulu’na gidiyor.
Ezgi Beytaş da onlardan biri. 14 yaşında. Babası onu ve küçük kız kardeşini pazartesi okula götürüp cuma alıyor. Kışları atlı kızaklarla
Bilenler bilir, Özak Pansiyon Gümüşlük’ün simgelerinden biridir. En çok da bahçesi ve sahnesi nedeniyle. Bir gelir Mabel Matiz’e rastlarsınız, sonraki sefer Bülent Ortaçgil’e. Birsen Tezer, Gündoğarken, Jehan Barbur, Leman Sam... Sürprizleri bitmez.
Denizin dibinde, çimenlerdeki minderlere oturup müziğini dinlemek sahiden bir Gümüşlük klasiğidir. Artık maalesef klasiği ‘idi’ çünkü satılmış ve o güzelim bahçe yerle bir edilmiş durumda. Et lokantası olacakmış, ünlü bir zincirin halkası.
“Gümüşlük gibi bir balıkçı kasabasının et lokantasına ne ihtiyacı vardı?” diye sorulabilir, “Ağaçların suçu neydi, söktünüz?” denebilir, netice şu ki, artık o güzel konser bahçesi yok.
Ama iyi bir haber, yenisi geldi. Asmalımescit’in pek sevdiğimiz kulübü Off Pera’dan bir Off Gümüşlük doğdu. Bu sefer sabah erkenden kahvaltıyla başlayıp, gün boyu hizmet verecek bir plaj, ağaçları ve çimenleriyle Damla Kellecioğlu, Duygu Güner’in elinden çıkma dört başı mamur bir bahçe, akşamları da sakin bir canlı müzik mekanı olarak çıktı karşımıza.
8 Haziran’da bütün Asmalımescit ve Gümüşlük ahalisinin toplandığı bir partiyle ‘perdelerini’ açtı. Adettendir, soldan sayalım desem; Meltem Cumbul, Göksel, Suzan Kardeş,