Diken üstündeyiz, evet. Söz konusu kadına - çocuğa taciz şiddet istismar olunca sicilimiz hiç parlak olmadığından, duymayan kulakların yerine de duymanız, görmeyen gözlerin yerine de görmeniz gerekiyor. Birileri “Kol kırılır, yen içinde kalır,” dedikçe o kırık kolları saklı oldukları yerden çıkarıp sarmaya çalışmak düşüyor size.
Dün sabah saatlerinde sosyal medyayı sallayan çocuk çığlıkları gibi. Kocaeli’de bir rehabilitasyon merkezinin parmaklıklı pencerelerinden sokağa yardım isteyen çocukların canhıraş çığlıkları yükselince, yoldan geçen iki genç de duruyor. Bir yandan çocukların derdini anlamaya çalışırken, bir yandan da çekime başlıyorlar ki ellerinde kanıt olsun gerekirse.
Fakat karşılaştıkları tavır anlaşılır gibi değil. Güvenlik görevlisi “Yok bir şey, işinize bakın” diyor ısrarla: “Hadi gidin buradan, sıkıntı olmasın”. Çocuk “Zaten sıkıntı var belli ki” dedikçe karşılık aynı: “Hadi çekin gidin”. Pardon ‘çekmeyin’ gidin tabii. Çünkü belgeden de hoşlanmıyoruz nedense. Gençler çareyi polis çağırmakta buluyor ama sivil ekip geldiğinde de manzara değişmiyor. Bir takım “Yardım edin, bize işkence yapılıyor” diye haykıran kızlar ve tuhaf bir şekilde “Her şey yolunda” diyen
Bir dizi nasıl bu kadar beklenir hale getirilir; ‘46 Yok Olan’ örneğinde gördük: Özel hiçbir şey yapmayarak. Yani sadece iyi öğeleri bir araya getirip bekleyerek. Senaryodan, yönetmenden ve iyi oyunculardan söz ediyorum. Yoksa kanal yöneticilerinin ve yapımcıların bir önceki dizisi tuttu diye ekranda göründüğü her an ortalığı kasıp kavuracağına inandığı yıldız oyuncuların sırtına yüklenen işlerin acı sonunu görüyoruz kaçtır.
Erdal Beşikçioğlu’nun canlandırdığı genetik profesörü Murat Günay’ın içinde iyiyle kötünün çatıştığı tanıtım videolarından anlaşıldığından olsa gerek, ‘Breaking Bad’ uyarlaması olduğu iddia edilen ‘46 Yok Olan’, aslında ‘Dr Jekyll ve Mr Hyde’dan esinlenmekte. Senaryoda ‘Behzat Ç.’nin unutulmaz kalemi Ercan Mehmet Erdem’in imzası, dizi için umutlanmamızın sebeplerinden biriydi. Yönetmen Serdar Akar da öyle. Tabii ki Erdal Beşikçioğlu ve ‘Akbaba’ Berkan Şal bir de üstüne Murat’ın beş yıldır komadaki kız kardeşi Ezo’da ‘Şule’ Ayça Eren, eski bir dostla buluşma tadı vaat ediyordu bize.
Ama diziyi bir ‘Behzat Ç.’ nostaljisiyle tanımlamak haksızlık olur. Tamamen farklı bir dili var ve 60 dakikayla sınırlı tutulmak gibi şahane ve cesur bir tavrı. Daha önce Ümit
Bazı günler hep beraber içimiz kararıyor ya dünyada olup bitene, neredeyse umudu kesecek oluyoruz insan denen varlıktan. “Her şey mi kötü, hiç mi tutunacak dal kalmadı?” dediğimiz oluyor. Sonra neyse ki birine rastlıyorsun, yeniden hayata ve insana inancın tazeleniyor. Çünkü birileri oturduğu yerde sağa sola lanet etmek yerine bir şeyleri ucundan tutup değiştirmeye çalışıyor. Çeşmeli emekli pedagog Birnur Eser gibi.
Bir buçuk ay önce bir televizyon haberinde görmüştüm Birnur hanımı. Bugüne kadar 40 bin sığınmacıya yardım eden
İmece İnisiyatifi’nin gönüllüsüydü. Üç ay kadar önce Çiftlikköy’de bota binmek üzere olan bir Afgan aileyi yoldan çevirmişti. Çünkü, Afganistan’dan Avrupa’ya geçmek için kilometrelerce
yol gelen Hüseyni ailesinin
4 yaşında bir oğlu vardı ve
22 yaşındaki anne Azade Hüseyni 7 aylık hamileydi.
Daha önce botla çıkılan umut yolculuğunda yaşanan türlü felaketi gören, daha kötüsü kendi evinde misafir ettiği bir ailenin 2.5 aylık bebeğinin boğulmasına tanık olan Birnur Eser, bir ailenin daha ölüme koşmasına
“Sahnede sadece dört oyuncu olduğuna inanmakta güçlük çekiyor insan. Öyle hızla binbir kılığa girip çıkıyorlar, her seferinde baştan aşağı öyle bir değişiyorlar ki, takip etmek mümkün değil. Yazının başında sözünü ettiğimiz parlak genç kuşağın en ışıltılı dört temsilcisiyle karşı karşıyayız: Hakan Gerçek, Demet Evgar, Okan Yalabık ve Bülent Şakrak. Seyircinin izlerken yorulduğu bir tempoyu bir an bile düşürmeden, çok uyumlu bir ekip oyunculuğu sergiliyorlar.”
Bu satırlar, tam sekiz yıl önce yazdığım bir yazıdan. O zamanlar Kent Oyuncuları’nda sahnelenen
‘39 Basamak’ oyununa gitmiş, çok eğlenmiş, genç kuşağın dört parlak oyuncusunun baş döndüren oyunculuğuna hayran kalmışım.
Engin Hepileri gelmiş
Yıl 2016, bu kez Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde izliyorum aynı oyunu. ‘Genç kuşağın dört parlak oyuncusu’ sekiz yıllık olgunlaşma payı ve bir değişiklikle yine sahnede, yine hızlarına yetişmek mümkün değil.
Değişiklik şu: Can sıkıntısını dağıtmak için tiyatroya gidip kendisini saçma sapan bir casusuluk hikayesinin baş kahramanı olarak bulan Richard Hanney’yi o dönem Hakan Gerçek oynuyordu, şimdi eski ‘39 Basamak’ın yönetmen yardımcısı olan Engin Hepileri bu rolde.
Cidden merak ediyorum nasıl bir ruh hali bu, parktan geçerken bir heykel görüyorsun, bir kadın heykeli. Seni rahatsız ediyor. Estetik olmadığı için değil, yoksa memlekette çirkin heykelden yana sıkıntımız yok çok şükür. Hayır, sen bunun ahlaka aykırı olduğuna karar veriyorsun. Peki, bakma, çevir kafanı geç, değil mi? Evin değil orası neticede, halka açık bir yer. Ama yok, sana göre taştan yontulmuş bir heykelde bile görünmemesi gereken yerler var ve siyah boyayla boyayarak ‘bikini’ giydiriyorsun kadına. Yetmiyor, bir de kocaman harflerle “Edep yahu!” yazıyorsun üstüne. Buna hakkın olduğuna inanıyorsun.
Şehir, Ordu. Bu heykeli dört yıl önce belediye koymuş o parka. Bir kamu malı, neticede. Zarar vermenin cezası olmalı. En azından ödülü olmamalı.
Ama biz, her konuda halkın ne hissettiğini merak eden, ona göre karar alan hassas kişilerce yönetildiğimiz için, belediye çözümü heykelleri kaldırmakta bulmuş. Değil mi ki halk hassas bu konuda, biz de heykelleri onların fazla gözüne görünmeyecek bir yere taşırız. Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz’ın dediğine göre, “örfümüz, âdetimiz ve ahlaki duyarlılığımızı da dikkate almak suretiyle” yaparız bunu. Ceza heykele veriliyor,
Pazartesi sabahı twitter’ı bir açıyorum, peşpeşe iddialar: “İKSV Ara Güler’i sansürledi!”, “Ara Güler’e festivalden büyük ayıp!” Haberlerde, Ara Güler’in İstanbul Film Festivali’ne alınmadı haberi! “Bu faşistlerle halimiz ne olacak?” Kimden söz ediliyor faşist diye? İKSV’den.
İKSV bugüne kadar Ara Güler’le beraber de bir dolu proje gerçekleştirmiş bir vakıf. Ülkemizin yüzakı festivalleri düzenliyorlar yıllardır. Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu?
Devam ediyorlar: “Ara Güler’i Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını çekti diye sansürlediler. Zaten jüri heyetinin Cumhurbaşkanı’na muhalif isimler olduğu dikkatlerden kaçmadı!”
Yok artık. Kimmiş bu dikkatlerden kaçmayanlar? “Atilla Dorsay, Reha Erdem, Engin Ertan, Esin Küçüktepepınar, Murathan Mungan ve Baran Seyhan.”
Son güne kadar iptal edilsin mi edilmesin mi bilinemeyen Galatasaray – Fenerbahçe derbisi güvenlik nedeniyle ertelendi sonunda. Halbuki ne umutlar bağlamıştık biz o maça, birlik beraberliğimizin gövde gösterisi olacaktı.
Yalan değil, insanı önce duygulandıran bir fikirdi; “Derbide omuz omuza.” İki takım taraftarlarının Ankara saldırısından sonra yaptıkları yan yana derbi izleme çağrısı. Kullanılan “Bizim sadece aramız bozuk, kanımız değil” sloganındaki birleştirir görünürken ayrıştıran dili saymazsak, - ki asıl sayılması gerekendir, ortak noktayı ‘kanda’ aramak esas tehlikedir - ; “Kazanan kim olursa olsun, kaybeden kardeşliğimiz olmasın” temennisine kimin itirazı
olabilirdi?
Ya da “Gelin kaybettiğimiz canları hep beraber analım”. Analım tabii, üstelik çağrının yapıldığı günün üzerine bir de İstanbul’un kalbinin attığı İstiklal Caddesi de yerini aldı, belleğimizdeki acı haritasında. Evet, ayrı takımları tutup aynı bombalarla ölüyoruz, doğrudur. “Teröre karşı tek ses, tek yürek”. Buna da peki. De hangi ses o? ‘Dostluk kazansın’ diye çağrı yapan videolarda bile Galatasaray tribünlerinden bangır bangır yükseldiği duyulan “Fenerbahçe ananın…”lı marş olabilir mi mesela?
Birbirim
Bazı oyuncular var, oynadıkları her işte, göründükleri her karede sadece onu izlemek istiyorsunuz. Oyunculuk yeteneği, yıldız ışığı, ne ad verirseniz verin buna. Nurseli İdiz, onlardan biri. Tiyatroda ayrı, ekranda ayrı parlıyor ‘Saklambaç’ günlerinden beri ne yaptıysa... Ya da yapabildiyse demeliyim ne yazık ki, çünkü bir kısmı kendisinden kaynaklı sebeplerden uzak kaldı ekranlardan zaman zaman. Ama fırsatını bulduğunda hep bir numara olmasını bildi.
Nitekim dün sabah Müge Dağıstanlı ve Gülşen Yüksel Salt’ın konuğuydu ‘Renkli Sayfalar’da, kendisi de “Bu sefer mütevazı olmayayım” dedi, “Alıp da parlatmadığım karakter olmadı.”
‘Yalan Dünya’da konuk oyuncuydu, hepimiz yolunu gözlüyorduk. Şimdi ‘İlişki Durumu: Karışık’la yine ekranlarda ve hiç kuşkum yok; o dizinin lokomotifi. Hele Sezai Altekin’le ikisi bir araya gelince, tadından yenmiyor. Ve reytinglere de yansıyor ki, sahneleri arttıkça artıyor.
Aslında ekranlardaki ‘gençlik’ hastalığıyla ilgili de önemli bir ipucu bu. Hani belli bir yaşta özellikle kadın oyuncuları anne - teyze yan rollerine itiyor, bütün yatırımınızı başrollerdeki genç ve güzel kızlarla kaslı delikanlıların üzerine yapıyorsunuz ya, işte o bir diziyi