“İnsanın böyle bir sese sahip olması nasıl
bir şey ki?”...
Dinlerken arkadaşımla ağzımızdan ancak bu cümle çıkabildi.
Birsen Tezer’i dinlemek başka bir deneyim. Hele sevdiğin şarkıları söylerken...
Harbiye Açıkhava sahnesinde, usta müzisyenler geçidinin tam ortasındaydı bu kez. Hüsnü Arkan ile Bülent Ortaçgil arasındaki köprü, barışa söylenen şarkıların sesiydi.
Önce Hüsnü Arkan çıktı sahneye; “Aklımızda barıştan başka bir şey olmadığına inanın” diyerek...
Bir Hüsnü Arkan şarkısı böyle usul
usul ama hep bir ağızdan söylenebiliyorsa, bence hâlâ umut var demektir. Hele hele “Gitme, gitme, gittiğin yollardan dönülmez geri” diyen “1980”...
Yurdumuzda oyuncularla ilgili tek bir merak konumuz var: Efendim, eşcinsel rolü oynar mısınız? (Kadınsa bunun yerini “Sanat için soyunur musunuz?” alıyor.)
Sorunun kendisi zaten saçma, cevaplar çoğunlukla ondan beter. Çünkü bu adeta bir oyunculuk değil ‘erkeklik’ sorusu. “Böyle saçma soru mu olur? Her şeyi oynar oyuncu dediğin” dersen, erkeklikten sınıfta kalıyorsun.
Sorunun kendisi Kadir İnanır’a kadar dayanıyor. Tom Hanks ‘Philadelphia’da oynadığında da bizim derdimiz gene buydu. Elimizde ‘eşcinsel rolü oynayacaklar ve oynamayacaklar’ diye uzun bir liste yapacak veri mevcut. Merak eden Google’a sorabilir. Sanki memlekette de her gün eşcinsellerle ilgili film çekilmekte.
Ortada bir rol yok
En son Can Yaman adlı genç oyuncu, üstelik kendisine doğrudan sorulmamışken böyle bir açıklamaya ihtiyaç duymuş. Twitter’dan “Sorun” demiş, “Ne merak ediyorsanız.” Bir takipçisi de “Asla oynamam dediğiniz bir rol var mı?” diye sormuş. Cevap “Var”, “Eşcinsel rolü oynamam.” Tebrikler. Erkekliğiniz kanıtlandı. Dünya sinemasında koskoca Michael Douglas ile Matt Damon ‘Behind the Candelabra’da sevgiliyi oynarken, bizdeki durum bu... Üstelik ortada önerilmiş bir rol yok. Siz de daha ziyade kasları ve
Bergüzar Korel... Türkiye’nin en ünlü, beğenilen oyuncularından. Bir yandan da çok seviliyor. Güzelliği, başarısı, ailesiyle ilişkisi bir yana “iyi bir insan” olduğunu düşünüyor çoğu kişi, onu tanımasa bile. O da iyiliğin göreceli olmadığını söylüyor, “Net bir kavram” diyor: “Ben de elimden geldiğince her canlıya dokunmaya çalışıyorum.” Şimdi de bir kafe açtı, Cihangir’de. Orada kahvenin yanında kendi tarifleriyle yapılan kurabiyeleri veriyor. Tam bir anne gibi...
Güzelliğin gerçek bir sadelik ve alçakgönüllülükle birleştiği nadir insanlardan biri Bergüzar Korel. Hani insanın “Fazla mütevazı olma, gerçek sanırlar” cümlesini hatırlatası geliyor,
o derece. Ama bir yandan da o kadar sahici ve sevilesi biri ki; iyi kalpli, nazik, düşünceli; dünyada onlardan daha fazla sayıda olsa hayat ne kadar güzel olurdu diyorsun...
Çeşme tatilinin arasındaki kısacık İstanbul seyahatinde, yüzü olduğu Pantene markasının toplantısı sonrasında bir araya geliyoruz Bergüzar Korel’le. Fotoğraf çekiminde şahane saçları ve endamıyla salına salına yürüdükten iki dakika sonra damarlarında Ege kanı dolaşan iki kadın olarak sohbete giriyoruz, elimizde bir çekirdeğimiz eksik, pardon çiğdemimiz.
Ve
“Kiralık Aşk” dizisiyle birlikte yıldızı parlayan Elçin Sangu: “Bana güzellik, yakışıklılık kavramları çok yüzeysel geliyor. Aynaya baktığında güzel bir şey görmeyi herkes ister ama geçici. Asıl tatmin eden duygu, iyi insan, işini iyi yapar demeleri”
Aslında tam bir Yeşilçam klişesi... Zengin adam, yoksul genç kız, torununun küs olduğu dede tarafından satılmak üzere olan bir köşk ve bunu engellemek için genç adamı evlendirmek zorunda olan amcayla yenge. Bu hikayeyle kuşaklar büyüdü. Şimdi Meriç Acemi’nin senaryosunu yazıp Metin Balekoğlu’nun çektiği “Kiralık Aşk” ile Star TV’de izliyoruz bir benzerini. Ciddiliği, hatta aksiliğiyle ünlü Ömer’i (Barış Arduç) kendisine âşık etmek üzere “kiralanan” Defne rolündeki Elçin Sangu ise bu yazın parlayan yıldızı.
Onu ilk olarak “Öyle Bir Geçer Zaman ki”de kötü karakter olarak izlemiştik, sonrasında birkaç dizisi daha oldu, “Kurt Seyit ve Şura”da Güzide’yi oynuyordu mesela ama sanki bu cıvıl cıvıl, kızıl ışıklar saçan kızı yeni tanıyor gibiyiz.
-İzmirlisiniz, tek çocuksunuz, küçükken hayalleriniz neydi?
Ben hiçbir zaman “Büyüyünce doktor olacağım, mühendis olacağım” diye büyümedim. Tamamen
sanatsal bir şey yapacaktım,
Sanıyorum daha ilkokulda bile değildim, bir Yeşilçam filminde Ferdi Özbeğen’i keşfetmiştim. Gülşen Bubikoğlu’yla oynuyordu ve aslında arabesk müziği de keşfedişimdir o. Arkasından ısrar kıyamet bir Ferdi Özbeğen kaseti aldırdım ve döne döne aynı şarkıyı dinlemeye başladım: “Satmışım anasını ben bu dünyanın, sen benim yanımda olduktan sonra”. Hayır, o yaşta hangi duygularla bu şarkıya takılıyorum, kaseti alan annem ne kadar pişman, orasını siz düşünün. Onu bir diğer şarkı izledi, “İçelim bu akşam dostlar beraber / Yine yardan bana geldi acı bir haber” (Şerefine Sevenlerin).
Çocukluk şarkılarım
Neyse, içli bir çocukmuşum diyelim. Ve bugün masamın üzerinde adı ‘Satmışım Anasını Ben Bu Dünyanın’ olan bir albüm bulunca nasıl sevindiğimi tahmin edin. Bir Mustafa Alpagut şarkıları albümü...
Meğer kendisi bu sene hem besteciliğinin, hem de kurduğu Elkon A.Ş.’nin 40’ıncı yılını kutluyormuş ve 12 şarkılık bir albümle bunu belgelemek istemiş. Harika fikir... Yapımcılığı Ali Rıza Türker üstlenmiş. Coşkun Demir, Salim Dündar ve Ercan Turgut gibi bir zamanın dev yorumcularını bir araya getirmiş. Selçuk Ural’ın meşhur ettiği ‘Dertlerimi Zincir Yaptım’ı Salim Dündar, ‘Bir Kadeh Senin İçin’i
Bir kadın kucağında minnacık hasta kedisiyle feribota binmiş. İDO görevlisi hap kadar şeye kafayı takıp onu ille evcil hayvanların taşındığı bölüme almak istemiş. Kadın, “Kedi hasta. Orada üşütür” diye itiraz etmiş. Küçücük zaten, bir aylık var yok.
Sonunda iş görevlinin kadını polise teslim etmekle tehdit etmesine kadar varmış. Yok artık! Ne diyecekti acaba? “Kurallara uymuyor bu kadın, komiserim” ihtimal... Hayvan sevmeyen insanların otoriteyle böyle bir bağları var.
Evlerine kaçak kat çıkarken kanun nizam tanımazlar, ama üç tane yavru köpek onların gözünde bütün ‘huzuru’ bozmaya yettiğinden hemen ‘kanunun’ kollarına sığınırlar, “Belediye yetiş, kurtar bizi bu canavarlardan!”
‘Çoluğunuzu çocuğunuzu yerler’
90’ların sonu... Rumeli Hisarı’nda konserler veriliyor daha. 1995 senesinde “Hazırım” deyip bize şarkılar söylemeye başlamış bir genç kadın ilk kez o yıl Hisar’ın güvenli ‘surlarından’ çıkıp 4 bin kişilik Açıkhava’da konser verecek.
Konsere 15 dakika kala bir arkadaşı seyirciye bakıp diyor ki, “300 kişi var.” “Benim için hiç fark etmiyor” diye anlatıyor Candan Erçetin, “Üç kişiye de söylerim, 30’a da... Birlikte söyledikten sonra.”
“4 bin kişilik yerde 300 biraz az mı görünecek?” diye düşünmeden de edemiyor ama olsun... Konser saatinden 15 dakika sonra sahneye çıktığındaysa bir bakıyor, Açıkhava hıncahınç dolu. Bu geceki gibi...
Sandalyeye ters oturup alaycı bir gülüşle sevgiliye kapısına dayanmamasını öğütleyen Candan, o günün üzerinden geçen 20 yılı kutluyor bu gece.
Hep beraber kutluyoruz aslında, çünkü biz, “Bu kızı kimse dinlemez” diyen yapımcılara inat, 20 yıl onunla beraber şarkılar söylemiş bir grubuz. “Tek tek adlarınızı bilmiyorum” diyor, “Ama ruhlarınızı tanıyorum sizin.”
Şansonlardan türkülere...
Ne zaman ‘iç hesaplaşma’ olarak bir şarkı yazacak, söyleyecek olsa, “Bu benim iç sesim, kendime teselli olsun diye söyledim” dese dillere dolanmış çünkü. ‘Onlar Yanlış Biliyor’
O konuşuyor, ben gözünün içine bakıyorum. Her bir cümlesinde bir hayat, en önemlisi de kadınlık dersi var çünkü. Her şeyden önce, mutsuz olduğu ilk kocasından ayrılmaya kızı dünyaya geldiğinde karar verdiğini anlatırken. Hani bizde çocuk için mutsuz yuvalar korunur ya, o tam tersi “Çocuğumu bu cehennemde mi büyüteceğim?” diyerek ayrılma gücü bulmuş kendinde.
Deniz Türkali, hayatı, aşkı, dostluğu hep hakkını vererek yaşayan bir kadın. “Yukarıdaki bana kıskançlığın ‘K’sını vermemiş” diyor. Evet, sevdiği insanı pekala paylaşabileceğini, sadece kendisine yalan söylenmesinden hoşlanmadığını anlatıyor...
Bunun benim aklıma yatıp yatmadığı bir yana, onun “Türkiye’nin en çapkın adamlarından biriyle 32 yıl yaşadım” derken nasıl rahat olduğunu gözümle görüyorum.
Türkiye’nin gelmiş geçmiş en ‘kadın seven’ yönetmeni Atıf Yılmaz’ı hayatının büyük aşkı olarak, eşi olarak, her şeyini anlattığı dostu olarak deli gibi özlüyor. Ve hiç de öyle ‘Ne çapkın adamdı, ben ne çektim’ hali yok. Tam tersi...
‘Gözümüzle gördük, inanmadık’
Bir olay anlatıyor, kahkahalarla gülüyoruz: “Serra’yla (Yılmaz) oturuyoruz, birisi şey dedi ‘Ay Deniz hanım, Atıf bey çok çapkınmış diyorlar’. Serra döndü, ‘Ne? Hayatta