“O karanlık dünyanın içinde olmak hoşuma gitti”

4 Ekim 2015

Genç kuşağın parlak ismi Öykü Karayel, Zeki Demirkubuz’un “Bulantı”sı ile ilk kez beyazperdede. Karayel, “Zeki Demirkubuz’un o karanlık dünyasını izlemeyi severim ben. Bu film de öyle bir film; çok kişisel bir senaryo. O yüzden hoşuma gitti o dünyanın içinde olmak” diyor

Birine “suskun” demeden önce Öykü Karayel’le tanışmak lazım. Yaptığı az sayıda birkaç röportajı okuduğumda ana temanın bu olduğunu görmüştüm zaten, hazırlıklıydım yani. Yine de şaşırdım, tahminimden de az konuşuyordu. Ama tuhaf, bu beni hiç rahatsız etmedi. Çünkü kibirli olduğu için yapmıyor bunu, aksine en çok benim için üzülüyor, “Sizin işinizi yapamazdım” diyor samimiyetle. Bana da gayet tatlı ve “cool” geliyor. İnsanın iyi bir oyuncu olması aynı zamanda şahane bir hikayeci olmasını, kendisini anlatmaya bayılmasını, manşetlik cümleler kurmasını, gazeteci bakışıyla “iyi bir röportaj malzemesi” olmasını gerektirmiyor çünkü.

Zeki Demirkubuz’un bu hafta gösterime giren son filmi “Bulantı”da sevme, bağlanma, sadakat özürlü, duyguları varsa bile dondurulmuş bir adamla sevgili olarak kalmakta ısrar eden Aslı’yı oynuyor. Bu onun ilk sinema filmi ve filmin o karanlık dünyasında inci tanesi gibi parlıyor.

Öykü

Yazının Devamı

AHMET’İN GECİKEN YASI

2 Ekim 2015

Zeki Demirkubuz sinemasını niye sevdik biz? Tutkulu, saplantılı, kanlı canlı, yaşayan insanların, yaralı, sakatlanmış ya da öyle doğmuş ruhların hikayelerini anlatıyordu. Kendi en karanlık yanımızı yüzümüze çarpıyordu. Kötülükse kotülük, ihanetse ihanet, şiddetse o da, kıskançlıksa dibine kadar, ama bir duyguyla çarpıştırıyordu bizi illa. “İnsan bu kadar karanlık mı?” diye sorduracak kadar…

Cevabını da bal gibi içimizde bir yerlerde bulduracak kadar...

Şimdi geldik 10’uncu filmine; ‘Bulantı’ya... Filmin tanıtım metinlerinde açıkça yazdığı gibi; sevgilisiyle bir gece geçirmekteyken karısıyla kızı trafik kazasında ölen 50 yaşlarındaki Ahmet’in ‘Bulantı’sı bu. Film ismini biraz tesadüflerle almış ama bence gayet uygun, hem adamın etrafındaki pek çok şeye (Mesela Çağlar Çorumlu’nun oyunuyla filmdeki en sahici karakter haline gelen kardeşine) içini bulandırıyorlarmış gibi davranması, hem de onun o ruhsuzluğuyla insanda yarattığı bulantı hissi açısından.

Fırtınalar kopmuyor ama

Zaten karısını mutlu etmediği anlaşılan Ahmet, bu korkunç kaybı yaşayan kendisi değilmiş gibi devam ediyor. Seminerler vermeyi, derslerine gitmeyi, öğrencileriyle flört etmeyi hiç tadı kaçmadan sürdürüyor. Yani en

Yazının Devamı

Sivas katliamına giriş

29 Eylül 2015

Bir otobüs dolusu aydınlık yüzlü genç insan, güle oynaya yola düşüyorlar... Şiirle, müzikle, umutla, kahkahayla... Yüzlerine bakarken içi burkuluyor insanın. Dönüşü olmayacak bu yolun, biliyoruz. Daha şunun şurasında ne kadar oldu, Suruç’a giden çocuklar dönmeyeli? 22 yıl önce Sivas’a gidenler de dönmemişti işte...

Aralarında biri var; Hollandalı Carina. 22 yaşında henüz. Ailesinin, sevgilisinin bütün endişelerine, karşı çıkmalarına rağmen kalkmış bu toprakların kadınının yaşamını araştırmaya gelmiş. Gözleri yıldız yıldız. Her öğrendiği şeye merakla, şaşkınlıkla bakan dost gözler... Son olarak korkuyla, dehşetle “Asker gelmeyecek mi artık? Buradan çıkamayacak mıyız?” diye soran gözler... Ve biz bu kez Carina’nın gözleriyle görüyoruz, onun son nefesine kadar tuttuğu günlüğünden izliyoruz, Sivas katliamını.

Aynı anda çok şey anlatılıyor

Ulaş Bahadır’ın ‘Madımak: Carina’nın Günlüğü’ filmi, sosyal medyada yazılıp çizilenlerden görülüyor ki, o günleri görmeye yaşı yetmemiş, üzerine özel olarak düşüp öğrenmeye çalışmamış epeyce insan için bir ‘Sivas katliamına giriş’ niteliği taşıyor.

Ama sahiden ‘giriş’ niteliği taşıyor, çünkü aynı anda birçok şeyi anlatmaya çalışıyor... Epeyce didaktik

Yazının Devamı

ACiL AŞK ARANIYOR!

25 Eylül 2015

Hangi kanalı çevirsek kalpler uçuşmakta... Daimi bir 14 Şubat havası hakim dizilerde.

Aşkın her türlüsü... ‘Kiralık’ olanı ‘yeniden’ yakalananı, ‘acil’ arananı, ‘inadına’ yaşananı... Hani geçen dönem ne kadar çok ‘kara’lara büründüysek (‘Kara Ekmek’, ‘Karadayı’, ‘Kara Para Aşk’, ‘Karagül’, hatta ‘Poyraz ‘Kara’yel’...) şimdi birer aşk pıtırcığına döndük.

Bir insan, bir toplum en çok neden yana yoksulsa onu dolar ya diline, hatta ‘diline vurmuş’ diye güzel bir tabirimiz vardır, o hesap... Sürekli ‘barış’tan söz etmemiz gibi, bir kanaldan da devamlı ‘aşk’ pompalanmakta.

Kendi kendimize üretemiyoruz onu çünkü. Kalbimiz kendiliğinden kan pompalamaz oldu sanki, sürekli bir takviyeye ihtiyaç duyuyor. Bakın etrafınıza, insanlar yalnız. Kendi özgürlük kalelerini kendileri inşa ettiler, şimdi de o duvarların arasında tek başlarına oturup romantik diziler izliyorlar. Şaka değil, normalde yerli dizi izlemeyen bir dolu arkadaşımla bir araya geldiğimizde ‘Kiralık Aşk’taki Ömer’le Defne’nin o haftaki durumunu konuşuyoruz. Öpüşme sahnesinde ağzımız kulaklarımıza varıyor (Sezen Aksu’nun fondaki nefis ‘Aşk’ şarkısının da etkisini yadsımayalım tabii.) ‘İlişki Durumu: Karışık’taki Ayşegül Can’ı çeksin

Yazının Devamı

Birini satmak nasıl olur?

22 Eylül 2015

Biz aslında bu konuyu unutmuştuk ne güzel. Demir Demirkan’ın Sertab Erener’le 18 yıllık birlikteliğini ‘bitirme kararı aldığını’ bir basın açıklamasıyla cümle aleme duyurmasındaki tatsızlık konuşulmuş, bitmişti.

Aradan bir yıl geçmiş, Sertab Erener yaralarını sarmış, üstelik de evlenmişti. Hesap kapanmıştı, yani.

Ama kapanmamış olacak ki, bu hafta sonu hep birlikte Demir Demirkan’ın çektiği acıları okuduk Ayşe Arman’la röportajından. Meğer ne çileli bir hayatı olmuş Sertab Erener’le. Yaşayan bir ölüye dönüşmüş, panik ataklar geçirmiş, Sertab’ın sevgilisi mi, elemanı mı olduğunu anlayamaz olmuş, o kadar vericiymiş ki, sonunda verecek kanı kalmamış, ölüyormuş!

Şimdi şükür yeniden doğmuş gibiymiş, çoook eski tanıyanlar “Oh be, bildiğimiz Demir gibi olmuşsun!” diyorlarmış.

Ayrılmasa ölecekmiş!

Acaba şu saatten sonra bu bilgilerin kime ne faydası var derseniz, zamanında haksızlığa uğradığını düşünüyormuş müzisyen. Onu Sertab’ı başkası için terk etmekle, ‘satmakla’ suçlamışlar. Halbuki hal böyle değilmiş işte, o bu kadar aşağılık bir adam mıymış ki, yeni kızı bulup ötekini bıraksın? Ayrılmasa ölecekmiş ve bir gün daha fazla yalan söylemek istememiş.

Bu

Yazının Devamı

Sırtında tüpüyle Bizans’a uçuyordu

20 Eylül 2015

Zeki Demirkubuz’un yeni filmi “Bulantı”, 2 Ekim’de sinemalarda. Cüneyt Arkın hayranı, sinema tutkunu çocuğun uzun zamandır anlatmaktan vazgeçtiği hikayesinin cezaevinden senatoryuma, triko atölyelerinden işportacılığa uzanan duraklarını hatırlayalım

Yedi yaşında bir oğlan çocuğu... Karlı bir Isparta akşamında sinemanın kapısında bekliyor. Parası yok, içeri sızmanın yolunu ararken ‘okul kitaplarındaki iyi aile resimleri gibi’ bir kare beliriyor: Anne, baba ve kırmızı pelerinli bir kız çocuğu... “Kardeşini de filme götürür müsün?” diye soruyor baba. Bilet alıyor ikisine ve iki çocuk elele tutuşup giriyorlar salona.

Kızın aklında nasıl kaldı bilinmez ama bu sahne küçük oğlanın aklından hiç çıkmadı. Kendisini nasıl büyük ve önemli hissettiğini de unutmadı, arkalarından bakarken nasıl yalnız ve gariban olduğunu düşündüğünü de... O yalnızlığın ve garibanlığın da yeri olacaktı çekeceği filmlerde, kırmızı pelerinli kız çocuğunun da...



Sinemayla beraber yalanı keşfetti

1964 yılında Eğirdir’in Yakavşar köyünde başlayan bir hikaye, Zeki Demirkubuz’unki... 30’undan sonra anne babasının kavgası sırasında öğrendiğine göre 25 Temmuz doğumlu. Dört kardeşin en büyüğü... Babası z

Yazının Devamı

Yuvayı dişi kuş yapmazmış...

18 Eylül 2015

Hitler vejetaryen değilmiş, Einstein matematikten kalmamış... Uyurgezerleri uyandırırsanız ölmezlermiş... Erkekler yedi saniyede bir seks düşünmezmiş... Tarih kitaplarımızın kahramanı Ulubatlı Hasan bir efsaneden ibaretmiş...

Elimde bir kitap var, her sayfasını çevirdiğimde ne çok ‘yanılgım’ olduğunu fark ediyorum...

Metin Solmaz’ın ‘Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı’ diye bir kitap yazdığını gördüğümde eğlenceli bir şey okuyacağımı biliyordum.

Siberalem.com, Idefix.com, Uzuncorap.com’un kurucularından, 2004’ten sonra da Overteam’i, en son da Ağaçkakan Yayınları’nı hayatımıza katan Metin’in en sıkıcı konuyu bile renklendirmeyi başaran bir yeteneği var, çünkü. Ne mutlu bize ki, Milliyet Sanat’ın da yazarlarından...

Kendi reklamımızı araya sıkıştırdıktan sonra, Ağaçkakan Yayınları’nın ilk numarası olan ‘100 Büyük Yanılgı’ya dönüyorum...

Yanılgılar

Neler var içinde, neler... Kimini kitaplardan, kimini sağdan soldan, kimini çocukken bize bir şey öğretmeye ya da yaptırmaya çalışan ana babalarımızdan öğrendiğimiz, fark etmeden alıp bünyemize yerleştirdiğimiz bir dolu yanılgı...

Sağlıkla ilgili olanları insanı son derece özgürleştirebilecek cinsten...

Yazının Devamı

‘HANİ İYİLER KAZANACAKTI?’

15 Eylül 2015

“Hani uyuyan dev uyanacaktı? / Günah cehennemde yanacaktı / Siz bana yalan söylediniz / Hani iyiler kazanacaktı?”

Ne tanıdık soru, değil mi? Hayata bu naiflikle hazırlanmış her çocuk hayatının bir yerinde, ama şu, ama bu sebeple bu soruyu soracaktır: “İyi olduk da ne oldu?”

Neyse, maksat buralardan umutsuzluk üretmek değil, sizi yüreğinize iyi gelecek, şefkatli, dert ortağı bir albümle tanıştırmak... Kadim dostumuz Ezginin Günlüğü adı gibi ‘İstanbul Gibi’ adlı albüm yaptı. Çimens Müzik’ten çıktı geçen hafta.

Hüsnü Arkan gruptan ayrıldığında çok üzülmüştüm, şimdi daha çok güzel şarkımız oluyor diye seviniyorum. Bölünerek çoğalmak da mümkün, azalmak yerine. Eylem Atmaca Karaca, Çağrı Çetinsel, Cafer İşleyen, Can Göktürk, Nadir Göktürk, Erkan Gürer ve Cem Gezginti’den oluşuyor grup şimdi.

Albümde 13 yeni Nadir Göktürk şarkısı var. İki Ahmet Erhan, bir Ahmed Arif (Meşhur ‘Diyarbekir’), bir de M. Gündüz Göktürk şiiri dışında sözler de ona ait.

Bakmayın, yazının başındaki sözlere... Herkes işbaşı yaparken ‘düşbaşı’ yapan ‘fakir’ aşıklar, kaldırımlarda kuş gibi koşmak isteyen ‘acemi aşıklar’, her isme akrostiş yazan ‘aşıkçılar’, anlayacağınız aşkın binbir türü var

Yazının Devamı