Bir kadın kucağında minnacık hasta kedisiyle feribota binmiş. İDO görevlisi hap kadar şeye kafayı takıp onu ille evcil hayvanların taşındığı bölüme almak istemiş. Kadın, “Kedi hasta. Orada üşütür” diye itiraz etmiş. Küçücük zaten, bir aylık var yok.
Sonunda iş görevlinin kadını polise teslim etmekle tehdit etmesine kadar varmış. Yok artık! Ne diyecekti acaba? “Kurallara uymuyor bu kadın, komiserim” ihtimal... Hayvan sevmeyen insanların otoriteyle böyle bir bağları var.
Evlerine kaçak kat çıkarken kanun nizam tanımazlar, ama üç tane yavru köpek onların gözünde bütün ‘huzuru’ bozmaya yettiğinden hemen ‘kanunun’ kollarına sığınırlar, “Belediye yetiş, kurtar bizi bu canavarlardan!”
‘Çoluğunuzu çocuğunuzu yerler’
90’ların sonu... Rumeli Hisarı’nda konserler veriliyor daha. 1995 senesinde “Hazırım” deyip bize şarkılar söylemeye başlamış bir genç kadın ilk kez o yıl Hisar’ın güvenli ‘surlarından’ çıkıp 4 bin kişilik Açıkhava’da konser verecek.
Konsere 15 dakika kala bir arkadaşı seyirciye bakıp diyor ki, “300 kişi var.” “Benim için hiç fark etmiyor” diye anlatıyor Candan Erçetin, “Üç kişiye de söylerim, 30’a da... Birlikte söyledikten sonra.”
“4 bin kişilik yerde 300 biraz az mı görünecek?” diye düşünmeden de edemiyor ama olsun... Konser saatinden 15 dakika sonra sahneye çıktığındaysa bir bakıyor, Açıkhava hıncahınç dolu. Bu geceki gibi...
Sandalyeye ters oturup alaycı bir gülüşle sevgiliye kapısına dayanmamasını öğütleyen Candan, o günün üzerinden geçen 20 yılı kutluyor bu gece.
Hep beraber kutluyoruz aslında, çünkü biz, “Bu kızı kimse dinlemez” diyen yapımcılara inat, 20 yıl onunla beraber şarkılar söylemiş bir grubuz. “Tek tek adlarınızı bilmiyorum” diyor, “Ama ruhlarınızı tanıyorum sizin.”
Şansonlardan türkülere...
Ne zaman ‘iç hesaplaşma’ olarak bir şarkı yazacak, söyleyecek olsa, “Bu benim iç sesim, kendime teselli olsun diye söyledim” dese dillere dolanmış çünkü. ‘Onlar Yanlış Biliyor’
O konuşuyor, ben gözünün içine bakıyorum. Her bir cümlesinde bir hayat, en önemlisi de kadınlık dersi var çünkü. Her şeyden önce, mutsuz olduğu ilk kocasından ayrılmaya kızı dünyaya geldiğinde karar verdiğini anlatırken. Hani bizde çocuk için mutsuz yuvalar korunur ya, o tam tersi “Çocuğumu bu cehennemde mi büyüteceğim?” diyerek ayrılma gücü bulmuş kendinde.
Deniz Türkali, hayatı, aşkı, dostluğu hep hakkını vererek yaşayan bir kadın. “Yukarıdaki bana kıskançlığın ‘K’sını vermemiş” diyor. Evet, sevdiği insanı pekala paylaşabileceğini, sadece kendisine yalan söylenmesinden hoşlanmadığını anlatıyor...
Bunun benim aklıma yatıp yatmadığı bir yana, onun “Türkiye’nin en çapkın adamlarından biriyle 32 yıl yaşadım” derken nasıl rahat olduğunu gözümle görüyorum.
Türkiye’nin gelmiş geçmiş en ‘kadın seven’ yönetmeni Atıf Yılmaz’ı hayatının büyük aşkı olarak, eşi olarak, her şeyini anlattığı dostu olarak deli gibi özlüyor. Ve hiç de öyle ‘Ne çapkın adamdı, ben ne çektim’ hali yok. Tam tersi...
‘Gözümüzle gördük, inanmadık’
Bir olay anlatıyor, kahkahalarla gülüyoruz: “Serra’yla (Yılmaz) oturuyoruz, birisi şey dedi ‘Ay Deniz hanım, Atıf bey çok çapkınmış diyorlar’. Serra döndü, ‘Ne? Hayatta
Uğur Kılıç, yüreğimi burkan bir isim olmuştur hep. Henüz 29 yaşında, sevdiği adamın kurduğu pusuyla hayattan koparılmış gencecik bir kadın. Dünyaya Dündar Kılıç’ın kızı olarak gelmiş olmak gibi bir talihsizliği var, üzerine de Alaaddin Çakıcı’yı eş olarak seçmek gibi bir hatası... İlk kocası, çocuklarının babası Uğur Özbizerdik de Adanalı kabadayı Tevfik Ağa’nın oğluydu zaten.
Karlar üzerinde yatan o son fotoğrafı aklımdan çıkmamıştır uzun süre. Bir de annesi gözünün önünde vurulup öldürülen o küçük çocuğun yüzü... Hatırlıyorum, “Ne olacak bu çocuğun hali?” diye konuşulduğunu, onun için vah vah edildiğini.
Epeydir görüyoruz, o çocuğun halinin ne olduğunu... ‘Küçük baba’ diye diye palazlanan Onur Özbizerdik... Lisede bıraktı okumayı. 15’inde başladı adam vurmaya. Park yerinde görevliyle mi tartıştı, hop çıkarıverdi silahını, bir mekan girişinde bodyguard’la mı? Gene tabanca iş başında. Ya ceza almadı, elini kolunu sallayarak gezmeyi sürdürdü, ya aldı ama tınmadı. Fırat Edremit cinayeti nedeniyle yattığı cezaevinden tahliye olduktan 12 saat sonra mesela, kendisini rezervasyonsuz almak istemeyen güvenlik görevlisini vurmuştu.
Geriye işte bu çocuk kaldı
Neredeyse her vukuatı da
Her adımını attığında züccaciye dükkanına girmiş fil gibi sağı solu deviren, karşısındakinin gömleğine çay döken, olmadı üzerine kusan... Nerede ne diyeceği asla kestirilemeyen ama zaten “Burası yeri mi, zamanı mı?” gibi hesaplamalara girmeden aklına geleni hop diye ağzından çıkarıveren kızlar...
Aslında ‘kız çocukları’. Çünkü bu kadar delişmen, bu kadar patavatsız, bu kadar deli dolu olup yine de sevimli bulunan canlılar çocuklardır. “Dur, koşma çocuğum, vazoyu kıracaksın” dersiniz, kırdığı zaman “Ben sana demiştim” diye azarlarsınız, falan. Ama onu kadın yerine koyup aşık olmazsınız herhalde.
Yaz dizilerindeki ortak nokta
Televizyon dizilerimizde son dönem ‘trend’i bu. Aslında ‘Güllerin Savaşı’yla başlamıştı. Orada bir tane gerçek ‘kadın’, bir tane de ‘kız çocuğu’ arasında çocuğu seçen bir doktorumuz vardı. ‘Gülru’nun afacanlıklarını hoşgörü dolu tatlı bakışlarla izliyordu.
Şimdi romantik komediye yüklenen yaz dizilerinde de durum bu. Bir tane yakışıklı ama aşırı ciddi, maksimum derecede suratsız, aksi genç adam, bir tane de afacan genç kız.
Zaten adam o kadar ciddi ki, kıza da başka şans kalmıyor, şirinlik yapacak mecbur ki iletişim kurabilsin.
Adamdaki bu ağzını bıçak açmayan hal,
“Güzel kadın komik olmaz” klişesini ters yüz eden Demet Evgar yarın ENKA Açıkhava Buluşmaları’nda sahneye çıkıp şarkılar söyleyecek. On parmağında on marifet olan oyuncudan bir sürpriz daha...
Yıl 2008, Türkmax ekranlarında kısa skeçlerden oluşan bir sitcom başlıyor: “1 Kadın 1 Erkek”. Daha RTÜK nikah memurluğuna soyunmamış, o yüzden aynı evde kalabilen iki “nişanlının”; Zeynep (Demet Evgar) ile Ozan’ın (Emre Karayel) maceralarını izlemekteyiz. Üstelik şifreli kanal ve +18 ibaresi sayesinde bu maceralar bir hayli “cesur”. Ve “1 Kadın 1 Erkek” internet marifetiyle dalga dalga yayılan bir fenomene dönüşüyor. Zeynep bütün kadınlardan, Ozan bütün erkeklerden izler taşıyor çünkü ve çok da iyi oynanmaktalar.
Aynı anda hem güzel hem komik hem seksi hem sarsak olabilen “acayip” bir kadın oyuncu ile tanışmış oluyor böylelikle televizyon izleyicisi. Tamam, öncesinde “Yedi Numara” gibi, “Aslı ile Kerem” gibi, “Tatlı Hayat” gibi dizilerde yan rollerde boy göstermiş, Mustafa Altıoklar’ın “Banyo”suyla “Beyza’nın Kadınları”nda da oynamıştı ama hiç kimse ondaki bu bütün diziyi olduğu gibi alıp sürükleyecek cevheri fark etmemişti. Tiyatro izleyicileri hariç... Onlar için Demet Evgar
Deniz kıyısından içeri girdiniz, bütün kavurucu sıcağı, güneşi arkanızda bıraktınız, birden karşınıza bir vaha çıkıyor. Mandalina ağaçları altında serin rüzgarlar esiyor, kapıdan girdiğiniz yerde mangal yanmakta. Başında muhtemelen Esra birazdan masanıza gelecek pirzolaları pişirmekte.
Yeme - içme meraklılarının yabancısı değil, Esra Şener. Yıllardır Galata Açık Mutfak’ta hiçbir yerde bulamayacağımız lezetler sunuyor. Şimdi yeni adresi Bodrum, Gümüşlük. Galata’daki mutfağını olduğu gibi aldı, Gümüşlük’teki mandalina bahçesinin ortasına taşıdı.
Bu tabii böyle söylediğim kadar kolay olmadı; aylardır hummalı bir faaliyet sürmekte Gümüşlük’te.
Romantik bir atmosfer
Ve nihayet, bayram arefesinde, yeni Açık Mutfak ‘deneme sürüşlerine’ başladı. Bir akşam yemeğine, bir de pazar kahvaltısına denk geldik biz de. Bir kere gündüz size serin bir nefes alma imkanı sunan mekan, akşamları da hasır fenerler ışığında müthiş romantik bir atmosfere kavuşuyor. Dışarıdaki hengameyi, insanların tek sıra olarak zor kat ettiği sahil boyunu geride bırakıyor, tamamen kafanızı dinlemeye hazır hale geliyorsunuz daha bahçeye ilk adımınızı attığınızda.
Bizim gittiğimiz gece, enginarlı fava
Candan Erçetin müzikte 20’nci yılını kutluyor. Öncesinde uzun bir hazırlık dönemi olduğu için donanımlı başlanmış, başarılarla dolu bir 20 yıl... Müzik gönlüne göre yaptığı bir şeydi ve canı istediği için yaptığı işler samimiyetinden ötürü alıcısına ulaştı her zaman
Tarih: 3 Aralık 1995 Pazar. Saat: 14.30. Not: Çekimler sırasında özel koruma kullanılmamıştır. Teşekkürler Beyoğlu... Ekranda önce bu yazı, ardından Galatasaray Lisesi’nin kapısı açılıyor ve fıstık gibi bir Candan Erçetin stilettolarının üzerinde uçan adımlarla İstiklal Caddesi’nde yürümeye başlıyor. Ardında da koca bir erkek kalabalığı. Hiçbirini görmüyor gibi. Sadece dimdik karşıya bakıyor ve bastığı yerden ses getirerek yürüyor.
Yüzünde alaycı bir gülüş -ki bu onun alametifarikasıdır- gözlerinden mavi ışıklar saçarak yürüyor... Ne korumaya ihtiyacı var ne insanlara dokunmaktan çekincesi... “Ben kaç bahar bilirim, izler benim tek şahidim” derken henüz 30’larının başında ama 20 yıl boyunca onu farklı kılacak o hayatı çözmüş bitirmiş, hiçbir rüzgarla kolay kolay yıkılamayacak güçlü kuvvetli kadın hali yerli yerinde. Biraz damarlarında dolaşan Balkan kanından, biraz da sahip olduğu birçok özelliği borçlu olduğuna