Ruhu doğuştan sokak kızı

13 Nisan 2014

Onuncu albümü “Bazı Şeyler”i çıkaran Nazan Öncel’in şöhreti yakalayana kadar arkasında mücadelelerle geçmiş bir 36 yıl vardı. Hüzünlü bir kış sabahında başlamış, zorlu mücadelelerden geçip “mutlu sona” ulaşmış bir hikaye...

Şöhret dediğin genç insanların harcıdır ya bizde. “Bir yaştan sonra bizden geçer.” Ve o yaş 20’lerin ortasıdır en fazla.
O zamana kadar sesini duyurdunsa duyurdun, ondan sonra hele hele pop müzikte bir patlama yapma şansın yoktur. İşte bizim bütün bu önyargıların önünde kapı gibi durmuş bir Nazan Öncel vakamız vardır. Sadece bunun mu, 36 yaşında “damdan düşer gibi” hayatımıza girdiğinde bu piyasada bir kadının dikkat çekmesine yarayacak hiçbir şeyi yoktu. Ne uzun bacakları vardı ne klasik anlamda güzel bir yüzü ne de bilmem kaç oktav sesi... Sadece kendine has bir sözdü sahip olduğu. Aykırı olmaktan kaçınmayan, “normlara” uymaya çalışmayan, ciğerinden kopup geldiği gibi sunduğu bir cümle, hepsi bu... Üstelik akıllı uslu, edepli hiç değildi. Doğuştan “sokak kızı”ydı ruhu. Ve şarkısı ilk günden hüzünlü...
1956’nın 6 Şubat’ında İzmir, Karşıyaka’da memur Muzaffer Bey ile öğretmen Raziye Hanım’ın ikinci kızı olarak dünyaya gelmişti. Bir bebeğin doğumunun

Yazının Devamı

OKUL TRAVMALARINDAN DOĞAN FiLM

11 Nisan 2014

Mezuniyetlerinin 20. senesini kutlayan bir sınıf...
Şakalar, kahkahalar arasında eski günleri yad ediyorlar... “Ah, ah ne güzel günlerdi değil mi?” derken bir tanesi, kocaman gözlü bir kadın ayağa kalkıyor...
Adı Anna Odell. “Galiba hepimizin anıları aynı değil, o yıllara dair...” diyor ve başlıyor okul hayatı boyunca nasıl itilip kakıldığını anlatmaya...
Birinin gözünün içine bakarak “Hatırlıyor musun?” diyor mesela, “Senin gibi bir suratım
olsa gider intihar ederdim dediğini?”
Şaka olsun diye kendisine ilan-ı aşk eden çocuk da, sürekli ikili gezip ancak bir tanesi hasta olduğunda onunla arkadaşlık eden kızlar da, apış arasına tekme atan oğlan da alıyor nasibini.
Son derece sakin ama, bağırıp çağırmıyor, kontrolünü kaybetmiyor. Sorusu son derece net: “Neden bana öyle davrandınız?”

Yazının Devamı

EN ÇOK VURUP KIRAN KAZANIYOR

8 Nisan 2014

Pazar öğleden sonra metrodayım, Taksim’den Hacıosman yönüne gitmek üzere. Ne sakin bir gün, herkes oturuyor, sessiz sedasız gidiyoruz. Maça giden insanlar da var, üstlerinde formaları, ellerinde bayrakları. Ama gayet neşeliler, sakiniz yani.
Gayrettepe durağında birden kıyametler kopuyor. Bazıları Ultraslan forması giymiş bir grup giriyor içeri. Deliler gibi tepiniyorlar, bütün metro zıp zıp zıplıyor. Yetmiyor,
kapıları tutuyorlar, arkadaşlarını bekliyorlar. Hep beraber bekleşiyoruz metronun
içinde. Öyle bir-iki dakika değil, epeyce
bekliyoruz.
Pek kibar anonslar yapılıyor, “Arkadaşlar, kapıları tutup seferlere engel olmayınız lütfen” türünden. Kimse tınmıyor.
Galatasaray Lisesi’nde okumuşum, taraftar ve maç görmemiş değilim, fanusta büyümemişim, gazetecilik hayatımda pek çok farklı ortamda bulunmuşum, öyle kolay kolay şaşırmam da, korkmam da ama bu sefer korkuyorum!

Yazının Devamı

Daha sahneleyeceği çok oyun var

6 Nisan 2014

Türkiye’nin “Emin misiniz? Son kararınız mı?” sorularıyla tanıdığı Kenan Işık’ın geçmişinde, en büyük tutkusu tiyatro olan bir oyun yazarı, bir yönetmen var.21 Mart’tan beri iyileşmesini beklediğimiz Işık’ın hayatının o daha az bilinen ilk yarısını da biraz hatırlayalım...

"Hangi gazetedensiniz siz?” Kenan Işık’ın beyin kanaması geçirdiğini öğrendiğimde ilk aklıma gelen o soru oldu... Yıllar önce çömez bir gazeteciyken, belki hayatımın ilk tiyatro provalarından birine adım atmışım. Ama deneyimli arkadaşlarım tarafından uyarılmışım, karşımda önemli bir tiyatro yönetmeni olduğunu biliyorum. O yılların en çok konuşulan oyunlarından “Macbeth”i, “Abdülcanbaz”ı, “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”ı sahneye koyduğunu da...
O ciddi ifadesi ve bütün Türkiye’nin yıllar sonra çok iyi tanıyacağı otoriter sesiyle soruyor hangi gazeteden geldiğimi... Söylüyorum çekinerek ve sınıfı geçiyorum. Yaptığı işin öyle her yerde görünmesini istemiyor... Popüler olana pek sıcak bakmıyor diyelim.
Sahnede Sumru Yavrucuk var,
Uğur Polat, Gönen Bozbey... Oyunun adı “Olmayan Kadın”. Yazan ve yöneten Kenan Işık. O günden sonra bütün oyunlarını takip ediyorum. “Matruşka”, “Rosa Luxemburg”, “Kıyamet

Yazının Devamı

SiNEMALARINA BAHAR GELMiŞ ŞEHRiMiN

4 Nisan 2014

Biliyorum, erguvanlar, leylaklar, mimozalar açıyor; içimizin dışımızın kasvetini güneşle bir parça dağıtmaya çalışıyoruz. Ben de yıllardır "Neden bu Film Festivali en güzel havalara denk geliyor?" diye düşünmüşümdür ama şimdi bize en iyi gelecek şeyin güzel bir film izlemek, yeni bir hayat, başka bir hikaye görmek olduğuna inanıyorum. Ve lise-üniversite yıllarını Film Festivali'nin biletlerin satışa çıkacağı günün gecesinde AKM'nin önünde battaniyeler ve çay termoslarıyla sabahlayarak geçiren biri olarak; elimin haftalardır festival programına gitmemiş olmasından dertliyim.
Hemen yarın sabah, 11 seansına City's'e gidiyorum; her izlediğimde antidepresan etkisi yapan 'Bugün Aslında Dündü'yü görmeye...
Yönetmen Harold Ramis'in anısına gösteriliyor, Andie MacDowell ile Bill Murray oynar ve kibirli bir hava durumu sunucusunun adam olana kadar aynı güne hapsolmasını anlatır.
Sonra belki ara veririm, ardından çünkü ahlakımızı korumak için izlememizin engellendiği Lars Von Trier'in 'Nympomaniac'ı var 16.30 ve 19.00'da iki parça halinde. Biletleri bitmiştir ama kapıda bulurum umuduyla gideceğim Ortaköy Feriye'ye. Yine Beyoğlu'nu, en çok Emek'i özleyerek... Saat 17.30'da bu

Yazının Devamı

ABARTI YOK, BU OYUN KAÇMAZ

1 Nisan 2014

Bir oyun yedi senedir müthiş bir başarıyla devam ediyor, millet yer bulabilmek için kendini paralıyor, biletlerin karaborsada 300 liraları gördüğü oluyorsa, bu oyuncusunun popülerliğiyle açıklanabilir mi? Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Erdal Beşikçioğlu tarafından oynanan tek kişilik oyunu ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni, İstanbul turnesinin son gününde yakaladım nihayet. Biraz da bu sorunun cevabını ve de ilginin abartılıp abartılmadığını merak ederek.
Seçimlerin bir gün öncesi, günlük güneşlik bir cumartesi günü, öğle sonrası. Kendini kırlara bayırlara, deniz kıyılarına vurmak için dayanılmaz bir istek duyacağın günlerden...
Oyuna daha bir saat var ve Üsküdar Tekel Sahnesi’nin önünde anlam veremediğim bir kalabalık...
İçeri girince anlam veriyorum, öyle bir izdiham var ki ve yerler de numarasız, sıraya giriyorsun.
Sisler arasında salona vardığında gördüğün, koskoca bir vinç, tepesinden sarkan bir ayak... Ayağın sahibi Erdal Beşikçioğlu tarafından bir düğmeyle idare edilen o vincin, tek başına nasıl işlevsel bir dekor olduğunu oyun ilerledikçe fark ediyorsun. Yönetmen Cem Emüler, Gogol’ün ünlü metnini o vincin üzerine oturtarak son derece yaratıcı bir işe imza atmış. Dudak

Yazının Devamı

Roller ona yapışmıyor, yakışıyor

30 Mart 2014

Kuralları sorgulamayı, sınırları zorlamayı şiar edinen Erdal Beşikçioğlu, ekranlarda olmasa da sürekli gündemde. Bu hafta hem hangi partiye oy vereceğine dair açıklamasıyla konuşuldu hem de sekiz senedir kapalı gişe süren “Bir Delinin Hatıra Defteri”nin İstanbul turnesiyle

Bir cümle üzerine bu kadar tahmin yürütüldüğü az görülmüştür herhalde...
Hâlâ ulaşılabilen sosyal medya platformları Erdal Beşikçioğlu’nun Artı1 TV’de katıldığı programda yaptığı açıklamayı “tefsir” etmeye çalışanlarla dolu. Ne dedi Beşikçioğlu? “Ben kalkınmanın adaletinin olacağını düşünmüyorum. İçinde ‘halk’ olan bir partiye oy vereceğim. Beni daha
iyi anlayacaklarına inandığım için. Halk ile beraber yürüyen bir parti olacak.”
Şu an, “Behzat Ç., CHP’ye oy vereceğim dedi”cilerle “Hayır efendim, halk diyor, halk. Halkların Demokratik Partisi’ni kastetti”ciler birbirini yemekteler.
Dizi biteli bir yıl olacak ama hâlâ attığı her adım izlenmekte ve hâlâ o “gönüllerin komseri”. Bundan sonra oynayacağı karaktere kadar... Çünkü rolleri ona “yapışan” değil, “yakışan” oyunculardan.

Yazının Devamı

KAZANAN KiM? ÇOĞUNLUK...

28 Mart 2014

Son dönemin en popüler etkinliklerinden biri, Dot’un yeni oyunu ‘Dövüş Gecesi’ne gitmek... Hatta geçen cuma tiyatronun kafesi Popup’ta Nuri Harun Ateş ile birlikte DJ’lik yaparken gözlemlediğim kadarıyla tekrar tekrar gitmek...
Çünkü seyircinin oylarıyla şekillenen oyun, çok farklı şekillerde devam edip, her seferinde başka bir finale ulaşabiliyor.
Böylelikle her gittiğinizde başka bir oyun izlemiş gibi oluyorsunuz. Ama sanırım her sefer finalde aynı şokla, rahatsızlıkla ve sıkıntıyla çıkıyorsunuz salondan: Kendinizden memnun olmayarak. Çünkü finaldeki fotoğraf sizin suratınıza ne olduğunuzu gayet acımasız bir şekilde vuruyor. O gece orada ‘çoğunluk’ kimdi, görüyorsunuz.
Ve siz kişisel olarak kim olursanız olun, kazanan ‘çoğunluk’ oluyor...
Ben oyunu provada izlemiştim ama seyirciyle beraber nasıl değişeceğini tahmin edememişim. Hatta kendi tercihlerimin de nasıl değişeceğini tahmin edememişim... Çok öğretici ve düşündürücü bir deneyim oldu.

HER ADIMDA DEĞİŞİYOR

Yazının Devamı