Onur Ünlü yeni filmi “İtirazım Var”da antropoloji mezunu, bağlama çalan, eski boksör bir imamı anlatıyor. Ama zaten o daha ilk filminde uyarmıştı seyirciyi: “Ben kimsenin beklemediği bir şeyler yapacağım tamam mı?” diye; “Buna hazır ol”...
Hani bazı insanlar vardır. İlk siz keşfettiniz sanırsınız ve kendinize saklamak istersiniz. Daha çok kişi okudukça, dinledikçe, izledikçe, tanıdıkça adeta bozulursunuz. Onur Ünlü tam olarak böyle biri. Bir onu fi tarihinde, ismi cismi bilinmeyen bir şairken tanıyıp takibe alanlar var... Bir ilk filmi “Polis”le keşfedip benimseyenler... Bir de tabii “Leyla ile Mecnun” ve sonrası ki bu, ilk ikisi tarafından en çok burun bükülen kategori.
Kendisi hakkında fazla bir şey anlatmayı sevmeyen biri Onur Ünlü... 1973 yılında İzmit’te bir memur ailesinde doğduğunu biliyoruz. Bir erkek kardeşi var, Orkun; çocukken birlikte dans grubu kurdukları rivayet olunmakta. İleride Eflatun Film’i birlikte kuracakları ise kesin bilgi.
İlk merakı edebiyattı. Ortaokulda bir daktilo aldı ve tıkırdatmaya başladı bir şeyler. Şiirle ilişkisinin başı sonu ise daha net: “22 Haziran 1993 günü akşamı, saat altıya çeyrek kala başladığı şiir çalışmalarına, 4 Eylül 1998
Salı akşamı 21.30 suları, Atlas Sineması gişesinde inanılmaz bir kuyruk... İstanbul Film Festivali'nde bu sene neredeyse bütün seanslar dolu ya, bunun gibisine de çok rastlamadım.
Onur Ünlü'nün son marifeti 'İtirazım Var'ı izlemek için toplanmış bulunuyoruz. Aslında izlemek için fazlasıyla acelesi olanlarız çünkü film bugün sinemalarda gösterime girmiş olacak.
Hatırlayalım, Onur Ünlü 'Sen Aydınlatırsın Geceyi' isimli önceki filmini ticari dağıtıma sokmamış, filminin bir Hollywood balonu ile bir sulu komedi arasında bir haftalık çerez olmasına izin vermemişti. Ve bu onurlu tavır neticesinde, film gösterime girse ulaşacağından kat kat fazla izleyiciye ulaştı.
Onur Ünlü'nün 'Milli Cinayet Koleksiyonu'nun üçüncü ayağı, Bir Selman Bulut polisiyesi' 'İtirazım Var' filmi ise bütün Türkiye'de gösterimde şu an.
Kimdir Selman Bulut?
Bir imam. Ama mesela neden bütün insanların tek tanrıya inanması gerektiğine dair inandırıcı kanıtlara ulaşmak için antropoloji okumuş, bağlama çalıp Alevi deyişleri söyleyen, satranç meraklısı, eski boksör bir imam.
Bir gün tam namaz vakti iki el ateş sesi yankılanıyor camide ve cemaatten biri yere devriliyor: Tefeci Salih Kalyoncu.
Önce birkaç güzel kafe açıldı diye heyecan duyduğumuz Karaköy, büyük bir hızla Cihangir ve Asmalımescit’in kaderini paylaşıp, kendini tüketme yoluna girdi...
Şimdi artık her sokak kafe dolu ve insanlar tepe tepeye sıra bekliyor.
Bitse de kalksanız diye gözünüze bakan garsonlar ve bekleşen müşteriler arasında nasıl bir pazar keyfinden söz edebiliriz diyerek biz bu hafta rotamızı henüz moda olmamış bir başka bölgeye çevirdik: Dolapdere’ye.
Harbiyedeki Starbucks’ın karşısından giriyorsunuz, yolun sonuna kadar yürüyorsunuz.
Bizim gibi sabırsızsanız “Burada sadece oto tamircileri var” diye birkaç kez mekan sahiplerini telefonla taciz ediyorsunuz. Yok, azimle aşağıya doğru yürürseniz solda Sivuple’yi göreceksiniz, şaşırmayın.
Sivuple, çok kısa süre önce bir rulman atölyesi olan yüksek tavanlı, geniş bir mekan.
Onuncu albümü “Bazı Şeyler”i çıkaran Nazan Öncel’in şöhreti yakalayana kadar arkasında mücadelelerle geçmiş bir 36 yıl vardı. Hüzünlü bir kış sabahında başlamış, zorlu mücadelelerden geçip “mutlu sona” ulaşmış bir hikaye...
Şöhret dediğin genç insanların harcıdır ya bizde. “Bir yaştan sonra bizden geçer.” Ve o yaş 20’lerin ortasıdır en fazla.
O zamana kadar sesini duyurdunsa duyurdun, ondan sonra hele hele pop müzikte bir patlama yapma şansın yoktur. İşte bizim bütün bu önyargıların önünde kapı gibi durmuş bir Nazan Öncel vakamız vardır. Sadece bunun mu, 36 yaşında “damdan düşer gibi” hayatımıza girdiğinde bu piyasada bir kadının dikkat çekmesine yarayacak hiçbir şeyi yoktu. Ne uzun bacakları vardı ne klasik anlamda güzel bir yüzü ne de bilmem kaç oktav sesi... Sadece kendine has bir sözdü sahip olduğu. Aykırı olmaktan kaçınmayan, “normlara” uymaya çalışmayan, ciğerinden kopup geldiği gibi sunduğu bir cümle, hepsi bu... Üstelik akıllı uslu, edepli hiç değildi. Doğuştan “sokak kızı”ydı ruhu. Ve şarkısı ilk günden hüzünlü...
1956’nın 6 Şubat’ında İzmir, Karşıyaka’da memur Muzaffer Bey ile öğretmen Raziye Hanım’ın ikinci kızı olarak dünyaya gelmişti. Bir bebeğin doğumunun
Mezuniyetlerinin 20. senesini kutlayan bir sınıf...
Şakalar, kahkahalar arasında eski günleri yad ediyorlar... “Ah, ah ne güzel günlerdi değil mi?” derken bir tanesi, kocaman gözlü bir kadın ayağa kalkıyor...
Adı Anna Odell. “Galiba hepimizin anıları aynı değil, o yıllara dair...” diyor ve başlıyor okul hayatı boyunca nasıl itilip kakıldığını anlatmaya...
Birinin gözünün içine bakarak “Hatırlıyor musun?” diyor mesela, “Senin gibi bir suratım
olsa gider intihar ederdim dediğini?”
Şaka olsun diye kendisine ilan-ı aşk eden çocuk da, sürekli ikili gezip ancak bir tanesi hasta olduğunda onunla arkadaşlık eden kızlar da, apış arasına tekme atan oğlan da alıyor nasibini.
Son derece sakin ama, bağırıp çağırmıyor, kontrolünü kaybetmiyor. Sorusu son derece net: “Neden bana öyle davrandınız?”
Pazar öğleden sonra metrodayım, Taksim’den Hacıosman yönüne gitmek üzere. Ne sakin bir gün, herkes oturuyor, sessiz sedasız gidiyoruz. Maça giden insanlar da var, üstlerinde formaları, ellerinde bayrakları. Ama gayet neşeliler, sakiniz yani.
Gayrettepe durağında birden kıyametler kopuyor. Bazıları Ultraslan forması giymiş bir grup giriyor içeri. Deliler gibi tepiniyorlar, bütün metro zıp zıp zıplıyor. Yetmiyor,
kapıları tutuyorlar, arkadaşlarını bekliyorlar. Hep beraber bekleşiyoruz metronun
içinde. Öyle bir-iki dakika değil, epeyce
bekliyoruz.
Pek kibar anonslar yapılıyor, “Arkadaşlar, kapıları tutup seferlere engel olmayınız lütfen” türünden. Kimse tınmıyor.
Galatasaray Lisesi’nde okumuşum, taraftar ve maç görmemiş değilim, fanusta büyümemişim, gazetecilik hayatımda pek çok farklı ortamda bulunmuşum, öyle kolay kolay şaşırmam da, korkmam da ama bu sefer korkuyorum!
Türkiye’nin “Emin misiniz? Son kararınız mı?” sorularıyla tanıdığı Kenan Işık’ın geçmişinde, en büyük tutkusu tiyatro olan bir oyun yazarı, bir yönetmen var.21 Mart’tan beri iyileşmesini beklediğimiz Işık’ın hayatının o daha az bilinen ilk yarısını da biraz hatırlayalım...
"Hangi gazetedensiniz siz?” Kenan Işık’ın beyin kanaması geçirdiğini öğrendiğimde ilk aklıma gelen o soru oldu... Yıllar önce çömez bir gazeteciyken, belki hayatımın ilk tiyatro provalarından birine adım atmışım. Ama deneyimli arkadaşlarım tarafından uyarılmışım, karşımda önemli bir tiyatro yönetmeni olduğunu biliyorum. O yılların en çok konuşulan oyunlarından “Macbeth”i, “Abdülcanbaz”ı, “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”ı sahneye koyduğunu da...
O ciddi ifadesi ve bütün Türkiye’nin yıllar sonra çok iyi tanıyacağı otoriter sesiyle soruyor hangi gazeteden geldiğimi... Söylüyorum çekinerek ve sınıfı geçiyorum. Yaptığı işin öyle her yerde görünmesini istemiyor... Popüler olana pek sıcak bakmıyor diyelim.
Sahnede Sumru Yavrucuk var,
Uğur Polat, Gönen Bozbey... Oyunun adı “Olmayan Kadın”. Yazan ve yöneten Kenan Işık. O günden sonra bütün oyunlarını takip ediyorum. “Matruşka”, “Rosa Luxemburg”, “Kıyamet
Biliyorum, erguvanlar, leylaklar, mimozalar açıyor; içimizin dışımızın kasvetini güneşle bir parça dağıtmaya çalışıyoruz. Ben de yıllardır "Neden bu Film Festivali en güzel havalara denk geliyor?" diye düşünmüşümdür ama şimdi bize en iyi gelecek şeyin güzel bir film izlemek, yeni bir hayat, başka bir hikaye görmek olduğuna inanıyorum. Ve lise-üniversite yıllarını Film Festivali'nin biletlerin satışa çıkacağı günün gecesinde AKM'nin önünde battaniyeler ve çay termoslarıyla sabahlayarak geçiren biri olarak; elimin haftalardır festival programına gitmemiş olmasından dertliyim.
Hemen yarın sabah, 11 seansına City's'e gidiyorum; her izlediğimde antidepresan etkisi yapan 'Bugün Aslında Dündü'yü görmeye...
Yönetmen Harold Ramis'in anısına gösteriliyor, Andie MacDowell ile Bill Murray oynar ve kibirli bir hava durumu sunucusunun adam olana kadar aynı güne hapsolmasını anlatır.
Sonra belki ara veririm, ardından çünkü ahlakımızı korumak için izlememizin engellendiği Lars Von Trier'in 'Nympomaniac'ı var 16.30 ve 19.00'da iki parça halinde. Biletleri bitmiştir ama kapıda bulurum umuduyla gideceğim Ortaköy Feriye'ye. Yine Beyoğlu'nu, en çok Emek'i özleyerek... Saat 17.30'da bu